Canım kurban olsun senin yoluna adı güzel kendi güzel MUHAMMED(s.a.v)
Şefaat eyle bu kemter kuluna adı güzel kendi güzel MUHAMMED(s.a.v)
Mu'min olanların çoktur cefâsı ahirette olur zevk ü sefâsı
Onsekiz bin âlemin Mustafâ'sı adı güzel kendi güzel MUHAMMED(s.a.v)
Yedi gökleri seyran eyleyen kürsi'nin üstünde cevlan eyleyen
Mi'rac’da ümmetini dileyen adı güzel kendi güzel MUHAMMED(s.a.v)
Dört caryar anun gökçek yâridür ânı seven günahlardan beridür
On sekiz bin alemin sultanıdur adı güzel kendi güzel MUHAMMED(s.a.v)
Aşık YÛNUS nider dünyayı sensiz sen hak Peygambersin şeksiz şüphesiz
Sana uymayanlar gider îmânsız adı güzel kendi güzel MUHAMMED(s.a.v)
Hazırlayan : Yusuf Ziya YILMAZ
e-mail : yusufziyayilmaz06@hotmail.com
24 TEMMUZ 2007
ANKARA
Şefaat eyle bu kemter kuluna adı güzel kendi güzel MUHAMMED(s.a.v)
Mu'min olanların çoktur cefâsı ahirette olur zevk ü sefâsı
Onsekiz bin âlemin Mustafâ'sı adı güzel kendi güzel MUHAMMED(s.a.v)
Yedi gökleri seyran eyleyen kürsi'nin üstünde cevlan eyleyen
Mi'rac’da ümmetini dileyen adı güzel kendi güzel MUHAMMED(s.a.v)
Dört caryar anun gökçek yâridür ânı seven günahlardan beridür
On sekiz bin alemin sultanıdur adı güzel kendi güzel MUHAMMED(s.a.v)
Aşık YÛNUS nider dünyayı sensiz sen hak Peygambersin şeksiz şüphesiz
Sana uymayanlar gider îmânsız adı güzel kendi güzel MUHAMMED(s.a.v)
Hazırlayan : Yusuf Ziya YILMAZ
e-mail : yusufziyayilmaz06@hotmail.com
24 TEMMUZ 2007
ANKARA
--...Kimi de vardır ki, Allah(c.c.)’a ve Ahiret gününe inanır, verdiğini Allah(c.c.)’a yakın dereceler kazanmağa ve Resûl(s.a.v.)’ün duasını almağa vesile sayar. Gerçekten o (verdikleri), kendileri için yakın derecelere vesiledir. Allah(c.c.), Onları rahmetinin içine sokacaktır.” (Tevbe: 99)
Y Û N U S E M R E
HAYATI
Türk milletinin yetiştirdiği en büyük tasavvuf erlerinden ve Türk dili ve edebiyatı tarihinin en büyük şairlerinden biri olan Yûnus Emre'nin hayatı ve kimliğine dair hemen hemen hiçbir şey bilinmemektedir. Yunus'un bazı mısralarından, 1273'de Konya'da ölen, tasavvuf edebiyatının büyük ustası Mevlana Celalettin-i Rumî ile karşılaştığı anlaşılmaktadır; buradan da Yûnus'un 1240'larda ya da daha geç bir tarihte doğduğu sonucu çıkarılabilir. Bilinen hususlar onun Risalet-ün-Nushiyye adlı eserini H.707 (M.1308) yılında yazmış olması ve H.720 (1321) tarihinde vefat etmesidir.Böylece H.638 (M.1240-1241) yılında doğduğu anlaşılan Yunus Emre XIII. yüzyılın ikinci yarısıyla XIV. yüzyılın ilk yarısında yaşamıştır. Bu çağ,Selçukluların sonu ile Osman Gazi devrelerine rastlamaktadır. Yunus Emre'nin şiirlerinde bu tarihlerin doğru olduğunu gösteren ipuçları bulunmakta; şair, çağdaş olarak Mevlana Celaleddin-i Rumî, Ahmet Fakıh, Geyikli Baba ve Seydi Balum'dan bahsetmektedir.
Sarıköylü ve Karamanlı oluşu meselesi hala belli değildir. Yüzyıllardan beri halk arasında yaşayan inanca göre O, Sivrihisar yakınında Sarıköy'de doğmuş,çiftçilikle meşgul olmuş, Taptuk Emre adlı bir şeyhe intisap etmiş, tekkelerde yaşamış ve veliliğe erişmiştir. Anadolu'da on ayrı yerde mezarı ( daha doğrusu makamı ) olduğu ileri sürülen Yûnus Emre,halk arasındaki inanca ve bazı tarihi kaynaklara göre Sarıköy'de ölmüştür. Orada yatmaktadır. Bugün, Eskisehir-Ankara yolu üzerindeki Sariköy istasyonu yakininda, Yûnus Emre'nin türbesi ve bir müze bulunmaktadir.
Yûnus Emre, dünya kültür ve medeniyet tarihinde bir merhale olmustur. Kültürümüzün en değerli yapı taşlarındandır. Zira Yûnus Emre, sadece yasadigi devrin değil, çagimiz ve gelecek yüzyillarin da ışık kaynağıdır. Allah ve cümle yaradılmışı içine alan sonsuz sevgisinden kaynaklanan fikirleri, dünya üzerinde insanlik var oldukça degerini koruyacaktir. Yûnus Emre'nin amaci, sevgi yoluyla dünyada yasayan tüm insanlarin, hem kendileriyle hem evrenle kaynaşmasını sağlamak ve sonsuz yaşamda ebedi hayata doğmalarını sağlamaktır.
Yûnus Emre adı, her Türk ve Türk kültürünü tanıyıp seven herkes için bir şeyler ifade eder. Şiirlerinde, her devrin okuyucusu ya da dinleyicisi kendini etkileyecek bir şey bulmuştur. İlk kez Yûnus, şiirlerinde büyük ölçüde Türkçe kullanmıştır. Yûnus'la birlikte dil, daha renkli, canlı ve halk zevkine uygun bir hale gelmiştir. Gerçi şiirlerinin bir çoğunda, aruz veznini kullanmıştı, fakat en güzel ve tanınmış şiirleri Türkçe hece vezniyle yazılmıştır. Böylece, şiirleri kısa zamanda yayılarak benimsenmiş ve ilahi olarak da söylenerek günümüze dek ulaşmıştır.
YÛNUS ve HACI BEKTAŞ
O bölge köylerinden birinde,Yunus adında,rençberlikle geçinir,çok fakir bir adam vardı.Bir yıl kıtlık oldu.Yunus'un fakirliği büsbütün arttı.Nihayet birçok keramet ve inayetlerini duyduğu Hacı Bektaş'a gelip yardım etmeyi düşündü.Sığırının üstüne bir miktar alıç (yabani elma) koyup dergaha gitti.Pirin ayağına yüz sürerken hediyesini verdi;bir miktar buğday istedi.Hacı Bektaş ona lütufla muamele ederek,bir kaç gün dergahta misafir etti.Yûnus geri dönmek için acele ediyordu.Dervişler Pir'e Yûnus'un acelesini anlattılar.O da: "Buğday mı ister,yoksa erenler himmeti mi?" diye haber gönderdi.O buğday istedi.Bunu duyan Hacı Bektaş tekrar haber gönderdi: "İsterse o alıcın her tanesince nefes edeyim!" dedi.Yûnus buğdayda ısrar ediyordu.Hacı Bektaş üçüncü defa haber gönderdi: "İsterse her çekirdek sayısınca himmet edeyim" dedi.Yûnus yine buğdayda ısrar edince;emretti,buğdayı verdiler.Yûnus dergahtan uzaklaştı.Yolda yaptığı kusurun büyüklüğünü anladı.Pişman oldu.Geri dönerek kusurunu itiraf etti.O vakit Hacı Bektaş,onun kilidi Taptuk Emre'ye verildiğini isterse ona gitmesini söyledi. Yûnus bu cevabı alır almaz hemen Taptuk dergahına koşarak kendisini YÛNUS yapacak manevi eğitimine başladı.
ESERLERİ : Divan, (ö.s), 1943; Risaletü'n-Nushiye, (ö.s), 1965, ('Öğüt Kitapçığı').
YÛNUS EMRE VE TASAVVUF
YÛNUS EMRE, İslam tarihinin en büyük bilgelerinden olup yaşadığı ve yaşattığı inanç sistemi; Kuran'ın özüne ulaşarak, Tek olan gerçeğin (Allah) sırlarını keşfetme ilmi olan tasavvuf ve Vahdet-i Vücud tur.
Bu inanç sisteminde tek varlık Allah'dır. Allah bütün bilinen ve bilinmeyen alemleri kapsamıştır, tektir, önsüz sonsuzdur, yaratıcıdır. Eşi, benzeri ve zıddı yoktur.Bilinen ve bilinmeyen tüm evren ve alemler onun zatından sıfatlarına tecellisidir.Alemlerdeki tüm oluşlar ise onun isimlerinin tecellisidir. Her bir hareket,iş,oluş(fiil) onun güzel isimlerinden birinin belirişidir.
Hak cihana doludur, kimseler Hakkı bilmez
***
Baştan ayağa değin, Haktır ki seni tutmuş
Haktan ayrı ne vardır, Kalma guman içinde
Dolayısıyla evrende var saydığımız tüm varlıklar onun varlığının değişik suretlerde tecellileri olup kendi başlarına varlıkları yoktur. Bu çokluğu, ayrı ayrı varlıklar var zannetmenin sebebi ise beş duyudur. Beş duyunun tabiatında olan eksik, kısıtlı algılama kapasitesi, bizi yanıltır ve çoklukta yaşadığımızı var sandırır. Ayrı ayrıymış gibi algılanan bu nesnelerin, ve herşeyin kaynağı Allah'ın esmasının (isimlerinin) manalarıdır. Manaların yoğunlaşmasıyla bu "Efal Alemi" dediğimiz çokluk oluşmuştur. Bir adı da "Şehadet Alemi" olan, ayrı ayrı varlıkların var sanıldığı; gerçekte ise Allah isimlerinin manalarının müşahede edildiği alemdeki çokluk Tek'in yansıması,belirişidir. Bu izaha tasavvufta Vahdet-i vücud (Varlıkların birliği,tekliği) denir.
Cenab-ı Hak varlığını zuhura çıkarmadan evvel gizli bir varlıktı.Bilinmeyen bu varlığa, Gayb-ı Mutlak (Mutlak Görünmezlik),La taayyün (Belirmemişlik),Itlak (Serbestlik),Yalnız vücud, Ümmül Kitap (Kitabın Anası),Mutlak Beyan ve Lahut (Uluhiyet) Alemi de denir.
Çarh-ı felek yoğidi canlarımız var iken Biz ol vaktin dost idik, Azrâil ağyar iken.Çalap aşkı candaydı, bu bilişlik andaydı, Âdem, Havva kandaydı, biz onunla yâr iken.
Ne gök varıdı ne yer, ne zeber vardı ne zir Konşuyuduk cümlemiz, nûr dağın yaylar iken."
"Aklın ererse sor bana, ben evvelde kandayıdım Dilerisen deyüverem, ezelî vatandayıdım.Kâlû belâ söylenmeden, tertip-düzen eylenmeden Hakk'dan ayrı değil idim, ol ulu dîvândayıdım."
"Bu cihana gelmeden sultan-ı cihandayıdımSözü gerçek, hükm-i revan ol hükm-i sultandayıdım."
***
ADEM yaratılmadan can kalıba girmeden
Şeytan lanet olmadan arş idi seyran bana
Sonra Allah bilinmekliğini istemiş ve varlığını üç isimle belirlemiş taayyün ve tecelli ettirmiştir.
1.Ceberut (İlahi Kudret) Alemi: Birinci taayyün,Birinci tecelli,İlk cevher ve Hakikat-ı MUHAMMEDİYE olarak da bilinir.
Yaratıldı MUSTAFA, yüzü gül gönlü safa
Ol kıldı bize vefa, ondandır ihsan bana
Şeriat ehli ırak eremez bu menzile
Ben kuş dilin bilirim, söyler SÜLEYMAN bana
2.Melekut (Melekler) Alemi: İkinci taayyün,İkinci Tecelli,Misal ve Hayal Alemi,Emir ve Tafsil Alemi,Sidre-i Münteha (Sınır Ağacı) ve BERZAH da denir.
3.Şehadet (Şahitlik) ve Mülk Alemi:Üçüncü taayyün,Nasut(İnsanlık),His ve Unsurlar Alemi,Yıldızlar,Felekler (Gökler),Mevalid (Doğumlar) ve Cisimler Alemi diye bilindiği gibi,Arş-ı Azam da bu makamdan sayılır.
Tüm bu oluşlar Kuran'ı Kerimde "Altı günde yaratıldı" ayetiyle beyan edilirken Altı günden maksadın mutasavvıflarca ,gün değil hal'e ait olduğu kabul edilir.Bu haller Allahın insanlara lutfettiği görünmeyen şeylerden altı sıfatıdır: Semi,Basar,İdrak,İrade,Kelam ve Tekvin(İşitme,Görme,Kavrama, İrade,Konuşma ve yaratma). Cenab-ı Hakkın Zatına ait bu sıfatların Ademin kutsal varlığında belirmesi,"İnsan benim sırrımdır" sözünün bir hükmüdür.Varlığın başlangıcı ve son sınırı ise Aşk'tır.O yuzdendir ki sayılan bu alemler Aşkın cezbesiyle pervane haldedir. Cenab-ı Hak varlığını,kudret eliyle zuhura getirmiş ve üç isimle taayyün,tecelli ve tenezzül etmiştir.Buna yaratış sanatı (Cenab-ı hakkın kuvvetinden,kudretine hükmederek cemalini ve celalini eserlerinde yani varlık yüzünde göstermesi), Belirme cilvesi (Aşık olması sonucunda batının zahire çıkıp,alemlerin nurlarının ve olayların bilinmesi) ve Birlik oyunu (Zatından sıfatına tecelli etmesi ile kendi varlığını kendinde zuhura getirip,birlik ve vahdetini ahadiyet(teklik) sırrına meylettirmesi) denir. Bunda zaman ve mekan kaydı yoktur.Ancak "An" vardır.Çünki mutlak zaman içersinde batın(gizli),zahire(görünen) cıkıp farkedildikten sonra,alemlerin nurları (ışıkları) ve ilahi olaylar bilinmiştir.Daha sonra şekil ve renkler görülüp,ayrı ayrı unsurları oluşturacak şekilde birleştiğinde isimler meydana çıkmıştır(Mülk mertebeleri ,Cisimler alemi).Ve böylece zahir alem belli olup mutlak varlık bilinmiştir.
Mani evine daldık, vücuda seyran kıldık
İki cihan seyrini, cümle vücudda bulduk
Yedi gök yedi yeri, dağları denizleri
Cenneti cehennemi, cümle vücudda bulduk
Cebnab-ı Hakkın bu alemi yaratmaktan maksadı bilinmekliğini istemesidir. Ortaya çıkan şeylerin belirişine sebebse Adem(İnsan) 'i dilemektir. Varlığa ilahi sıfatlar,sırrına ise Adem denir. Adem-insan, mevcudattın bir özetidir.
Tevrat ile incili, Furkan ile Zeburu
Bunlardan beyanı cümle vücudda bulduk
Yunusun sözleri hak, cümlemiz dedik saddak
Kanda istersen anda HAK, cümle vücudda bulduk
Büyük mutasavvıflardan Sunullah Gaybi divanında geçen Keşfül Gıta kasidesinde ;
"Bir vücuttur cümle eşya, ayni eşyadır Huda,Hep hüviyettir görünen, yok Huda’dan maada... "
mısralarıyla ,Evvel ve ahirin izafiliğini, meydana gelen her şeyin ilahi tecelliden ibaret olduğunu anlattığı bu şiirde, Hüviyetin zuhurunu dile getirir ve Zâtına duyduğu aşkla güzelliğini seyretmek isteyen o Tek ve Mutlak olanın zuhura gelme muradıyla, gizli hazinesinin fetholup sırrın keşfedilir hale gelmesi için, Arşı, Kürsiyi, unsurları, nebat, ve hayvanı geçtikten sonra, en kemal haliyle kendini ancak insanda seyrettiğini anlatır.
Cisimler alemi dört ruhdan (aslında tek) oluşmuştur.1-İnsani Ruh,2-Hayvani Ruh,3-Nebati Ruh, 4-Madeni(Cemadi) Ruh. Bu alem cereyan ve deveran üzerine kurulmuştur.Deverandan cereyan,cereyandan ise hayat meydana gelmektedir. Bu bir kanundur.Böylece varlıkların her biri esmanın(isimlerin) mazharı olup,Külli iradenin hükmünü yerine getirmekte ve nefsine yani zannına göre Rabbini bilmektedir. Bu durumlar dunyada ilahi bir duzen,değişmez bir kuraldır.Allahın tezahürü böyle gerektirmekte olup,bütün varlıklar onun kader çizgisi içinde kulluk görevini yerine getirmekle yükümlüdür. “Her bir birim varoluş gayesinin gereğini meydana getirmek üzere görevlendirilmiştir. Ve kişi ilm-i ilahide, şu anda hangi hareket üzere ise o biçimde programlanmış olarak vardır. ” Hz.Muhammed(s.a.v).Aslında varlıklar bir bütündür. Fakat parçaları ile karakter taşırlar.Bütün eşya ve varlıklar insanda biraraya gelir. Evrenin başlangıç ve bitiş noktası insandır. Sonsuz varlıkların ayetleri,secdegah ve kıblesi de her an için insandır. Kelime-i tevhid de bu durum bir sır olarak ifade edilmektedir.Cenab-ı Hak : La ilahe illallah diyerek varlığını ve birliğini ortaya koymuş Muhammedün Resulullah demekle de anlam ve maksadı açıklamıştır.Biraz daha açarsak; "La ilahe" demekle sıfatının belirişinden önceki varlığını gizli olan Rablığını açıklamış,"illallah" demekle de varlığı tecelli ettikten sonraki durumu yani yaratılmışlar alemini ifade edilmiştir. Burada eşyadaki varlığı ve ilahi sıfatları ispat edilmekte olup bu da aslının yansıması olan Ceberrut, Melekut ve Mülk alemleridir.Bu alemlerdeki beliriş fanidir fakat bunların aslı bakidir.Kısaca bilinmekliğine sebebtir.Aslında bütün bu bolümlemeler ve izahatlar anlatım içindir.Aslında ayrı gayrı yoktur. "Muhammedün Resulullah" ile de varlığına delil olarak bilinmesi ve tasdik edilmesini istemiştir.Hükmünün icrasının onunla olduğu anlatılmış oluyor.Bu da onun rahmet ve şefaat edici olduğunu müjdeleyerek sanatındaki hikmeti beyan etmiş oluyor.
Zatı ve şahsıyla tanıyamadığımız Allah'ı, tecellileriyle ve sıfatları ile tanırız. Allah'ın zatı sıfatlarla, sıfatlar da varlıklar, hareketler ve olaylarla perdelidir. Varlık perdesini aralayan bir kişi hareketleri, hareketler perdesini geçen sıfatların sırlarını, sıfatlar perdesini aralayan da zatın nurunu görür ve orada erir.
"Kim bildi efalini Ol bildi sıfatını
Anda gördü ZatınıSen seni bil seni
Görünen sıfatındırAnı gören Zatındır
Gayrı ne hacetindirSen seni bil sen seni " ( Hacı Bayram-ı Veli)
Ayrı ayrı manalar izhar eden varlıkların kendilerine ait bir varlığı olmadığı, varlığın Allah'a ait olduğunu idrak Tevhid, bunu yaşam biçimine dönüştürmek ise Vahdet'tir.
İnsanı Allah'a karşı perdeleyen en büyük şey, onun kendi varlığıdır. Allah, apaçık olan bir gizli ve büsbütün gizli olan bir apaçıktır! Allah'ın zatı sıfatlarda, sıfatlar fiillerde, fiiller varlıklarda ve olaylarda ortaya çıkmaktadır. Allah bütün yarattıklarının her zerresinde her an hazır ve onları sürekli yönlendirmektedir. O "göklerin ve yerlerin nuru" (Kurân-ı Kerim 24/349) olarak her an her yerdedir. O, her an, her yerde tecelli etmektedir. "O her an yeni bir şe'ndedir." (Kur'ân-ı Kerim 55/29). Her şey her an değişmektedir ve değişim onun kudreti ve iradesinin açılımıdır. Allah bütün evrende, bir taraftan her varlığın en küçük zerresinin içinde, bir taraftan bütün evrende en büyük olayların her anını idare eden bir mutlak varlık halinde bulunmaktadır. Allah ismiyle işaret olunan, sonsuz ve sınırsız bir varlıktır Orijin yapı... Mânâ, enerji ve madde platformlarında değişik isimler alır. Allah kavramı, mânânın bile özünde mütalaa edilmelidir. Bu idrâke, Kelime-i Tevhid ile ulaşılır ve Allah isminin mânâsı rastgele bir şekilde değil, Kur'an'da ifade edildiği gibi anlaşılmalıdır;
"Feeynema tuvellu fesemme vechullah" (Bakara/115) (Her ne yana dönerseniz Allah'ın Vech'i oradadır.) Allah'ın Vech'i yani yüzü, bildiğimiz şekil, suret anlamına gelmemektedir. Zahir göz ile bu yüzü tesbit etmek mümkün değildir. Zira, Allah'ın yüzü Vahid (tek) olan mânâdır. Mânâ ise, beş duyunun ötesinde, basiretle algılanabilir. Basir isminin mânâsı, bireyin kendi Vech'ini görebilmesine vesile olur.
"Hu vel Evvelu vel Ahiru ve'z- Zahiru vel Batın” (Hadid 3)
(Sonsuz bir öncelik ve sonsuz bir gelecek sahibidir, beş duyu ile tesbit edebildiğiniz veya edemediğiniz tüm varlık O'dur)
"Ve nahnu ekrabu ileyhi min habliveriyd"
(Biz O'na (insana) şah damarıdan daha yakınız) "Ve fiy enfisukim efela tubsirun"(Zariyat 21) (Nefislerinizde, hâlâ görmüyor musunuz!)
Allah isminin işaret ettiği mânânın en güzel tarifini, İhlas Suresi yapmaktadır; "De ki, O Allah Ahâd'dır. Allah Samed'dir. Lem yelid ve lem yuled'dir. Ve lem yekun lehu küfüven Ahad'dır." .Yani sonsuz, sınırsız, bölünmesi parçalanması, cüzlere ayrılması mümkün olmayan Tek.. Hiçbir şeye ihtiyacı yoktur, ihtiyaçtan beridir. O, ancak Mahlûkatın ihtiyacını karşılar. Doğmamıştır, herhangi bir varlık O'nu doğurmamıştır. O da herhangi bir şeyi doğurmamıştır. Allah'ın benzeri ve misli yoktur, çünkü O; VAHİDÜ'L-AHAD olan varlıktır.
Gelelim Kelime-i Tevhid'in diğer yönlerine; Birinci mânâda "la ilahe" "tanrı yoktur ", ikinci mânâda ise, var olduğunu kabullendiğin varlıklar ancak Allah'ın vücuduyla kâimdir. Ayrı ayrı varlıklar görme. "Ayrı ayrı varlıklar yok, Allah var!.." demektir.
Onsekizbin alemin cümlesi BiR içinde
Kimse yok BiR den ayruk, söylenir BiR içinde
Cümle BiR onu BiRler, cümle ona giderler
Cümle dil onu söyler, her BiR tebdil içinde
***
“Her nereye baksam Allahı görürüm” Hz.Ali(r.a) ,
“Görmediğim Allaha ibadet etmem” Hz.Ali(r.a)
"..Ve iz kale rabbiküm lil melaiketi inniy cailun fil ard halife.." (Bakara 30) (Ben yeryüzünde bir halife meydana getireceğim). Halife olan varlık, vasfını ötede bir tanrıdan almamaktadır. Bu idrak, O'nun özünden gelmektedir. Esma-ül Hüsna'nın yoğunlaşması ve zuhura çıkması ile ‘Halife’ adını almıştır. Halifenin müstakil bir varlığı yoktur. Bundan ötürü, aslında mevcut olan tüm özellikler onda mevcuttur. Bu âyeti ve yapılan yorumları Et-Tin Suresindeki bir bölüm âyetle özdeşleştirebiliriz. Şöyle ki; "Lekad halaknel insane fiy ahseni takvim sümme redetnahü esfele safiliyn" (95/4-5) (Biz insanı en güzel biçimde yarattık, sonra onu aşağıların aşağısına indirdik). Esma'nın ilk zuhura çıkışı ile var olan; mükemmel şekilde yaratılan varlık, Ruhu Azam (Muhammedi cevher), diğer adıyla İnsan-ı Kâmil'dir.
Bizim bildiğimiz mânâda, bir suretle var olan ve ‘beşer’ ismini alan insan değildir. Öz Ruh'un, (İnsan-ı Kâmil'in) yoğunlaşmasıyla birimlilik âlemi ve insan meydana gelmiştir. Bilinen anlamdaki insanın, bu Ruhu tüm kemâlâtı ile algılaması, "Halife" adını almasına neden olmuştur.
Bayram özüni bildiBileni anda buldu
Bulan ol kendi olduSen seni bil sen seni. (Hacı Bayram-ı Veli)
Niyazi Mısri:
Sağı solu gözler idim, DOST yüzün görsem deyu,Ben taşrada arar idim, ol can içinde CAN imiş!..
Öyle sanırdım, ayrıyem; DOST ayrıdır, ben gayrıyemBenden görüp işiteni, bildim ol canan imiş!..
derken, benzer ifadeler aşağıdaki satırlarda, Yûnus Emre tarafından dile getirilmiştir.
"Her kancaru bakar isem O'ldur gözüme görünen “ ve "Kancaru bakar isem onsuz yer görmezem."
"Cümle yerde Hakk hazır, göz gerektir göresi"
***
"Ey dün ü gün Hakk isteyen, bilmez misin Hakk nerdedir?Her nerdeysem orda hazır, nere bakarsam ordadır”.
***
"Hakk cihana doludur, kimseler Hakk'ı bilmez Onu sen senden iste, o senden ayrı kalmaz."
***
"Çün ki gördüm ben Hakk'ımı, Hakk ile olmuşum biliş Her kancaru baktım ise hep görünendir cümle Hakk”.
***
"Nereye bakarısam dopdolusun Seni nere koyam benden içeri?"
***
Baştan ayağa değin, Haktır ki seni tutmuş
Haktan ayrı ne vardır, Kalma guman içinde
Konunun anlaşılması için bugünün bilimsel bulgu ve verilerinden de yararlanabiliriz. Şöyle ki; Bugün, bilim çevrelerince, Evrenin yapısı ve bununla direkt bağlantılı olarak, Evreni algılayan yorumlayan insan beyninin işleyiş tarzı hakkında bir takım görüşler ortaya atılmaktadır. 1940'lı yıllarda fareler üzerinde bir takım deneyler yapıldı. Farelerin beyninin bir kısmı alındı ve göstereceği tavırlar izlendi. Sonuçta fare, kendisine öğretilen yolu, beyninin bir kısmı alınmadan önceki gibi bulabilmekteydi. Yine görme merkezinin yüzde 98'i alınmış bir kedi, görme fonksiyonunu eskisi gibi yerine getirebilmekteydi. Bu durum, bilimadamlarını şaşırttı. Nörofizikçi Karl Pribram, beynin holografik özellik gösterdiğini düşünerek, bu husustaki çalışmalarına ağırlık verdi. 1960'lı yıllarda hologram prensibi ile ilgili okuduğu bir yazı, kendisinin düşündükleriyle paraleldi. Pribram'a göre, beyin fonksiyonları holografik olarak çalışmaktaydı. Beyinde görüntü yoktu, peki o zaman neyin hologramı oluşmaktaydı. Gerçek olan neydi? Görünen dünya mı, beynin algıladığı dalgalar mı, yoksa bundan da öte bir şey mi? Bugünkü fizik anlayışımıza göre Evren, birbirini kesen pek çok elektromanyetik dalgalardan meydana gelmiştir. Bu tanıma göre, uzayda boşluk yoktur, her yer doluluktur. Ünlü fizikçi David Bohm, atomaltı parçacıklarla ilgili araştırmaları neticesinde Evren'in de dev bir hologram olduğu kanısına vardı. Bohm'un en önemli tesbitlerinden biri, günlük yaşantımızın gerçekte bir holografik görüntü olduğudur. Ona göre Evren, sonsuz ve sınırsız "TEK" bir holografik yapıdır ve parçalardan söz etmek anlamsızdır.
Bilim bu tesbitleri henüz yapmamış iken, Tasavvuf ehli kişilerin çok uzun yıllardan beri, dille getirdiklerini düşündüğümüzde, esasında çok farklı şeyler söylemediklerini görüyoruz. Üstelik, onlar bunu bir hal olarak yaşarlarken, bir kısmı yaşadıkları bu hakikatı dışarıya aksettirmemiş, bazıları ise, içinde bulundukları toplumun anlayış seviyesine uygun, bir tarzda açıklamaya çalışmıştır.
Bu bir acaip haldir bu hale kimse ermez
Alimle davi kılar, Veli değme göz görmez
İlm ile hikmet ile, kimse ermez bu sırra
Bu bir acaib sırdır, ilme kitaba sığmaz
Alem ilmi okuyan, dört mezhep sırrın duyan
Aciz kaldı bu yolda, bu aşka el uramaz
Yunus canını terk et, bildiklerini terk et
Fena olmayan suret, şahına vasıl olmaz
***
Unuttum din diyanet, kaldı benden
Bu ne mezheptir, dinden içeri
Dinin terk edenin küfürdür işi
Bu ne küfürdür imandan içeri
Geçer iken Yunus şeş oldu dosta
Ki kaldı kapıda andan içeri
***
Yunus bu cezbe sözlerin cahillere söylemegil
Bilmezmisin cahillerin nice geçer zamanesi
***
Ey sözlerin aslın bilen, gel de bu söz kandan gelir
Söz aslını anlamayan, sanır bu söz benden gelir
Söz karadan aktan değil, yazıp okumaktan değil
Bu yürüyen halktan değil, halık avazından gelir
Şimdi biz bir takım bilimsel verilerin ışığı altında, onların bir zamanlar ne demek istediklerini daha iyi anlayabilmekteyiz. Hologram prensibi, tasavvufun anlatmak istediğinin, kısmen de olsa daha iyi anlaşılabilmesini sağlamıştır. Genel anlamda TÜM'ün sahip olduğu bütün özelliklerin boyutsal olarak her birimde nasıl mevcut olabildiğini açıklar. Bu ifade tarzının anlaşılması ile, bizden ayrı, ötelerde olduğu düşünülen Tanrı imajı yıkılarak, gerçek "Allah" kavramı ortaya çıkmaktadır. Bu noktada tasavvuf ile hologramın ne olduğu hakkında kısa bir bilgi verelim, sonra da birleştikleri noktaları tespit etmeye çalışalım.
Tasavvuf, tek bir varlığı ve bir hakikatı tüm boyutları ile inceleyen bir felsefedir diyebiliriz. Bu felsefenin temeli düşünceye dayanır, Düşünme neticesi tespit edilenler ise, bizzat yaşanır. Kur'an'ın ve hadislerin anlaşılabilmesi, tasavvuf erlerinin, verdikleri ipuçlarının çözülebilmesi, değerlendirilebilmesi için, bu felsefenin bilinmesi mutlak olarak zorunludur. Hologram ise, en kısa tanımıyla üç boyutlu görüntü kaydetme yöntemi'dir. Hologram tekniğinin en önemli özelliği, hologram plakasına cisimlerin görüntüsünün değil; o görüntünün elde edilmesi için gerekli bilgilerin kaydedilmesi, dolayısıyla hologram plakasının en küçük parçasının bile, Bütün'ün tüm bilgilerini içerebilecek kapasiteye sahip olmasıdır. Bu tekniği kısaca şu şekilde anlatabiliriz:
Bir lazer kaynağından gelen ışın, yarı geçirgen bir ayna tarafından ikiye ayrılır. Bu ışınlardan biri, hologram plakasına doğrudan ulaşır, öbürü ise görüntülenmek istenen cisme yöneltilir ve oradan yansıyarak hologram plakasına varır. Hologram plakasına doğrudan gelen lazer ışını ile cisimden yansıyarak gelen lazer ışını, bu plaka üzerinde bir girişim modeli oluşturur. Böylece cismin görüntüsü kaydedilmiş olur. Daha sonra, kayıt sırasında kullanılan frekansta ve aynı açıdan yeni bir lazer ışını ile hologram plakası aydınlatılacak olursa, görüntülenen cisim, üç boyutlu olarak odanın içinde canlanır. Plaka, kendisine gelen ışınları tıpkı görüntüsü saptanan cisim gibi yansıtacağı için, görüntü net ve eksiksiz olacaktır. Beyin hücreleri dediğimiz nöronlar da, tek tek birer mini hologram gibidirler ve gelen impalsları frekanslarına ayırarak algılarlar. Her bir hücrenin etkinliği, kendi içinde bir dalga boyu oluşturmaktadır. Bir sürü hücrenin dalga boylarının birbiriyle girişim yapmalarından oluşan holografik model, bizim beş duyuyla algıladığımız görüntüyü ortaya koymaktadır. İnsan beyni de pek çok mini hologramdan oluşmuş büyük bir hologram olarak düşünülebilir. Çünkü beyindeki her hücre, esasında her işlevi yapabilecek yetenek ve kabiliyette var olmuştur. Ancak, kozmik programlanmadan sonradır ki, hücreler özelleşerek kendilerine ait işlevleri meydana getirirler.
Bu açıklayıcı bilgilerden sonra, dini verilerin de ışığı altında beynin nasıl programlandığını düşünelim... Kişinin "Ayan-ı Sabite" denilen, sabitleşmiş ana programını oluşturan yüz yirminci gündeki kozmik ışınlar, meleki tesirler ile yedinci ve dokuzuncu aylarda ve nihayet doğum anında alınan tesirler ile beyin programlanmaktadır. Zaten insan, Allah isimlerinin manalarının bir terkip halinde oluşmasıyla meydana gelmiş bir birim. Ve bu kemalatın genetik verilerle insandan insana nakledilmiş olması dolayısıyla, bu doksan dokuz isim her insanda mevcut. (Bakara 30-31) Ayrıca İnsan, Zat, Sıfat, Esma ve Ef'al boyutlarını özünde bulunduran bir birim. Hologram prensibinin en önemli özelliği, her noktasının bütün cismin görüntüsünü verebilmesidir. Hologramın her noktasına cismin her tarafından ışın dalgaları gelmekte ve orada kaydedilmektedir. Bu nedenle, hologram plakası ne kadar koparılsa, kırılsa bile her parça bütünün bilgisini içinde taşımakta ve gerektiğinde bütünün tam görüntüsünü tek başına vermektedir.
Şimdi, bu verilerle şu sonuçlara ulaşabiliriz: Görüntülenmesi istenen cisimden yansıyarak gelen lazer ışınının hologram plakasına cismin görüntüsünü kaydetmesi gibi, insan beyinleri de, doğum öncesi ve doğum anında, kökeni meleklere dayanan burçlar olarak tabir ettiğimiz sayısız takım yıldızlardan gelen kozmik ışınlarla programlanmış oluyor. Nasıl benzer frekanstaki ışınları plakaya gönderdiğiniz zaman cisim üç boyutlu olarak ortaya çıkıyorsa, Burçlardan ve Güneş sistemindeki planetlerden gelen ışınlar da, o programlanmış olan insan beyinlerini etkilemekte ve kişilerden programları doğrultusunda çeşitli fiillerin, davranışların ve düşüncelerin ortaya çıkmasına neden olmaktadırlar.
Aslında plaka üzerinde görülen üç boyutlu cismin gerçekte bir varlığı yoktur, dalga boylarının oluşturduğu bir modeldir (ya da hayaldir) biz onu var gibi görmekteyiz. Bunun gibi, insan beyni de bu noktada tıpkı bir hologram gibi çalışmaktadır ve biz beş duyumuzun kapasitesi gereğince kendimizi bir birim gibi kabul edip, çevremizde gördüğümüz her şeyin de varolduğunu sanırız. Gerçekte, o hologram plakasındaki görüntünün bir gerçekliği olmadığı gibi, çevremizde görüp var kabul ettiğimiz bir takım şeylerin de bir varlığı yoktur. Fiil diye algılananlar tamamiyle manalardır. Tasavvuf erleri bu anlamda "eşyanın menşe-i"ni düşünmek tevhiddir demiştir. Her mana ise, belli frekanstaki bir dalga boyudur. Böylece beyin holografik olarak evreni algılamaktadır.
Buradan hareketle, makro plandaki Evren de tıpkı beyin hücreleri gibi, kökeni kuantsal enerjiden ibaret bir hologramik yapıdır. Mutlak manadaki Evreni bir an için, hologram plakası gibi düşünün. Sonsuz, sınırsız tek olan Allah, kendindeki manaları seyretmeyi dilemiş ve bu manaları çeşitli şekillerde terkiplendirerek sonsuz sayıda varlıkları meydana getirmiştir. Fakat bu varlıklar, o tek varlığın ilmiyle ve ilminde yoktan var ettiği ilmi suretlerdir. Bu yoktan var ettiği bütün birimler, O'nun ilmiyle, O'nun ilminden ve O'nun varlığından meydana gelmiş olması nedeniyle, o varlıklarda kendi varlığının dışında hiçbir şey mevcut değildir. Tasavvufi anlatımla da olsa evren tek bir ruhtan meydana gelmiştir ve evrende mevcut olan herşey hayatiyetini bu ruhtan alır. Ve bu ruh, aynı zamanda şuurlu bir yapı olması nedeniyle, ilme, iradeye ve kudrete sahiptir. İşte bu evrensel ilim, güç ve irade hologramik bir şekilde Evrenin her katmanındaki her birimin, her noktasında mevcuttur. Bu gerçeğe ermişlerin, "Zerre küllün aynasıdır" şeklinde anlatmaya çalıştığı konu, mutlak bir iradenin yanında bir de irade-i cüz'iyenin var oluşu şeklinde anlaşılmıştır.
Sizin vücudunuzun her zerresinde o kozmik güç, ilim ve irade aynı orijinal yapısıyla mevcut bulunmaktadır. Ve siz bir şeylerin olmasını istediğiniz zaman, ötelerdeki bir varlıktan talep etmiyorsunuz, kendi varlığınızdakinden, Öz'ünüzden istiyorsunuz. Yani Öz'ünüzde mevcut olan Allah ilmi, kendi dilemesiyle ve kendi kudretiyle isteğinizi açığa çıkarıyor. Holografik yapının önemli bir diğer özelliği ise, zaman ve mekan kavramları olmaksızın, geçmiş, şimdi ve gelecek diye bildiğimiz her şeyi yani tüm bilgileri bir arada bulundurmasıdır. Zaman, mekan, geçmiş, gelecek diye algılananların hepsinin algılayanın kapasitesinden kaynaklanan göreceli değerler olduğu, bir kez de hologram prensibi ile destek görmüştür. Tüm'ün bilgisi, her zerrede özü itibariyle mevcuttur ancak: zerrenin de o tüm bilgiyi değerlendirebilmesi, mevcut kapasiteyi kullanabildiği ya da açığa çıkartabildiği orandadır. Levh-i Mahfuz, "kesreti" yani çokluk kavramlarını meydana getiren Esma Terkiplerinin "kaza ve hüküm", bilgi ve bilinç boyutudur. Allah ilmindeki "hüküm ve takdirin" fiiller alemine yansımasıdır.
Bu platformda her şey bilgi olarak, tasarım olarak tüm varoluş gerekçesiyle mevcuttur. Burada zaman ve mekan kavramı olmaksızın ezelden ebede kadar her şey bilgi olarak mevcuttur. İşte bu Levh-i Mahfuz alemlerin aynasıdır ve evrenin geni hükmündedir. Evrende ve onun boyutsal tüm katmanlarında meydana gelmiş olan tüm varlıklar, Levh-i Mahfuz diye bilinen bir üst boyutun tafsiliyle meydana gelmişlerdir. Burada mevcut olan her birim, galaksiler, burçlar, güneşler, planetler ve dünya üzerindeki her şey varlığını Allah'ın varlığı ile vardır. Ve her biri kendi boyutunun algılayıcısına göre vardır. Gerçekte var olan, sadece ve sadece tek'tir, varlık Vahidül Ahad olan Allah'dır. Evrende mevcut olan bu mana suretlerinin hepsinin de tek'in tüm özelliklerini içermesi ve müstakil bir varlıklarının, mevcudiyetlerinin olmaması ve Allah her zerrede zatıyla, sıfatlarıyla ve esmasıyla mevcut olduğu içindir ki, evren de holografik özellik göstermektedir. Bunu tespit eden ermişler de "Alemlerin aslı hayaldir" diyerek bu gerçekliğe temas etmişlerdir. (Bu yazıda Hologram ile ilgili bilgiler, Michael Tablot’un Holografik Evren isimli kitabı ile Bilim ve Teknik dergisinden alınmıştır.)
Bu arada bir günlük gazetemizin yazarından (Türker Alkan)konuyla ilgili olduğu için alıntı yapmak istiyorum. " Kuantum fiziği atomaltı parçacıkların incelendiği bir alan. Son yıllarda bu alanda yapılan çalışmalar şaşırtıcı sonuçlar veriyor. Evrene bakışımızı kökünden değiştirecek önermelerle karşılaşıyoruz. Bildiğiniz gibi dört boyutlu bir dünyada yaşıyoruz. En, boy, yükseklik ve zaman. Olayın çarpıcı niteliğini göstermek için şöyle düşünebiliriz: Sadece iki boyutun bulunduğu ve zamanın olmadığı bir dünyada yaşayanlara üçüncü boyutu ve zamanı nasıl anlatabilirdik? İki boyutlu dünyanın insanları ne kadar 'Olmaz öyle şey' diyecekse şimdi biz de benzer bir şaşkınlık içindeyiz. Bitmedi. Kuantum fizikçilerine göre evrende 11 boyut varmış! Daha 'zaman' kavramının 'boyut' olarak ne anlama geldiğini kavrayamadan yeni boyutlarla nasıl baş edeceğiz, bilmiyorum.Kuantum fizikçilerine göre bir cisim aynı anda birden fazla yerde bulunabiliyor. Hayır, iki veya üç değil, tam 3 bin yerde bulunabiliyor! Evreni sağduyularımızla algılamanın getirdiği sınırlamaları düşünmemiz gerekiyor. Daha çarpıcı iddiaları var kuantumcuların. En şaşırtıcı önermelerden birisi, insan düşüncesiyle maddelerin etkilenebileceği, biçimlenebileceği önermesidir. Japonya'da yapılan bir araştırmada, iyi ya da kötü sözlere muhatap olan su moleküllerinin, söylenenlere paralel olarak, güzel veya çirkin biçimler aldığı görüldü. İnsanın düşüncesiyle evrenler yaratacağını, paralel evrenler olabileceğini ileri sürenler bile var. Teolojik bakımdan da önem taşıyan bir iddiaya göre ise tüm evren bir tek varlıktır! Tek bir zihindir. Bu görüşe göre 'başkasının zihnini okumak' anlamında 'telepati' yoktur. Çünkü insan zihni zaten ortaklaşa bir zihnin parçasıdır. Evrende olup bitenleri bilmektedir! İlginç buluşlardan birisi, bilim adamları tarafından gözlenen elektronların, gözlenmeyen elektronlardan farklı davrandıklarıdır. Elektronlar sanki gözlendiklerini biliyormuş gibi hareket ediyorlar! Bir atomaltı parçacığını ikiye ayırıp evrenin iki ucuna yerleştirsek, iddiaya göre, bu iki parçacık sanki ayrılmamışlar gibi, aynı hareketleri yapacaktır. Çünkü evreni oluşturan mesafe görünüşten ibarettir. Ve tabii zaman izafidir, zaman içinde seyahat mümkündür. Bunları söyleyenler rastgele kişiler olsa güler geçersiniz. Ama karşımızdakiler dünyanın en saygın bilim adamlarıdır. Kuantum fiziğinin düşündürdüğü birkaç nokta önemli. Birincisi, evrenin 'birliği' fikri ki bizi Doğu felsefesinin binlerce yıl önce söylediği düşüncelere geri götürmektedir. İkincisi, geleneksel 'materyalist' düşünceye karşı, 'idealizmin' destek bulduğu bir evreni betimlemektedir. Ki kimse fizikten böyle bir sonuç beklemezdi"
Aşk ile ister idik yine bulduk ol canı
Gömlek edinmiş giyer suret ile bu teni
**
Yunus imdi sen senden, ayrı değilsin candan
Sen sende bulmaz isen, nerde bulasın anı
Alemdeki varlıkların oluşumu her an devam etmektedir. Allah katında zamanın ve mekânın bir anlamı yoktur; Tek bir an vardır ve o an devr-i daim ederek, Allah'ın kudret ve iradesine göre şekillenmektedir. Başlangıç ve bitiş zamanı aynıdır. Oluşlar noktanın sürekli deveranıdır. Var oluş konusunda üç durum söz konusudur; Birincisi mutlak varlıktır. “Var olmak” kendisidir. Onun yüce zati sıfatıdır. İkincisi mutlak yokluktur. Sadece mutlak varlığın bilinmesi için mefhum olarak ortaya çıkarılmış durumdur. Yoktur. Üçüncüsü mümkünattır yani mevcudattır. Varlık verilenlerdir ki; var olabilirde, var olmayabilirde. Bu mevcudatın varlığı, kendinden menkul değil, varlığını verene aittir.Bu mevcudatın iki yönü söz konusudur. Birincisi varlıktan gelen ve ona ait olan varlık yönüdür. ikincisi ise varlığı kendinden olmamakla kendisine ait olan hiçlik - yokluk - çirkinlik - ayıp - terslik yönüdür. Bu mevcudatın benzeri, eşi, dengi veya zıddı olur. İlim şehrinin tanıtımı burdadır.Yokluğun ortaya çıkarılması, varlığın bilinmesi içindir. Çünkü bu boyutta (mevcudat içinde) her anlam karşıtı ile bilinir. Tasavvufta nokta, ahadiyete işaret eder. Vahidiyetin batını AHADİYET, zahiri RAHMANİYET'tir. Ne dün vardır ne de yarın! Evren her an oluş halindedir. "O her an yeni bir şe'ndedir" (Kur'ân-ı Kerim 55/29).
Varlıkların özünde Allah olunca, tabiatta iyi-kötü, hayır-şer olamayacağı gibi, ölüm diye bir şey de yoktur. Var olmak ve yok olmak aslında bir değişimdir. Varlık ve yokluk da bize göredir. Gerçek anlamda ölüm yoktur.
Koğıl ölüm endişesin, Aşıklar ölmez bakidir
Ölüm aşıkın nesidir cun nur-u ilahidir
Ölümden ne korkarsın çünkü hakka yararsın
Bil ki ebedi varsın, Ölmek fasid işidir
***
Kal u bela denmeden, Kadimde bile idik
Biz bir uçar kuş idik , vücut can budağıdır
Yunus beşaret sana, gel derler dosttan yana
Ol kimseye ol ana KULLUN YERCİ (Herşey döner -Haktan gelen hakka dönecektir-) aslıdır
Bütün oluşların temelinde Allah vardır; bize bizden yakın olması, yaptığımız her şeyi bilmesi bundandır. Bizim her şeyi kendimiz yapıyormuşuz gibi, başka varlıkların başka şeyler yapıyormuş gibi görünmeleri sadece bir hayaldir. Aslında herşeyi yapan Allah'tır; Kur'ân'da Hz. Muhammed(S.A.V) 'e "Attığın zaman sen atmadın, lâkin Allah attı." (22/17) ifadesi vardır. Burada da sûreten Hz. Peygamberin attığı, ama gerçekte işi yapanın Allah olduğu ifade edilmektedir.
Tasavvuf'da ; yaratılmış olan herşey insan içindir. Mutasavvıflar, evrenlerin yaratılışını sadece Allah'ın var olup hiç bir şeyin olmadığı "lâ taayyün" devresinden (Hz Ali “Sadece Allah vardı başka hiçbir şey yoktu"), evrenlerin kademe kademe yaratılıp insaniyet mertebesine gelinceye kadarki evrelere kadar incelerler. İnsanın yaratılmasına kadar evrende çeşitli tabiî olaylar olmuş, birçok canlı türleri gelmiş geçmiş ve tam insanın yaşayabileceği bir ortam oluşturulduktan sonra Hz. Âdem yaratılmıştır. Hz. Muhammed(S.A.V) 'in bedenen gelişi de gene insanların belli bir olgunluk düzeyinden sonradır. İnsandan önceki varlık evrenin gayesi, insanın özünü taşıyacak olan bir bedenin hazırlanması idi. İnsanlığın gayesi olan bu İnsan-ı Kamil ( Yani Hakk'ın Zahir yönünün aldığı isim ) beden peygamberimiz Hz. Muhammed (S.A.V) dir. İnsanın yaratılmasına gelince, bu hem ilk insanın hem de daha sonraki tek tek her insanın yaratılmasında önemli bir konudur. Evrenler için yer küresi (arz), onun içinde maden-bitki-hayvan üçlüsü diğerlerine göre ayrılmıştır. "Asıl"dan madenler, madenlerden bitkiler, bitkilerden hayvanlar seçilerek geliştirilmiştir ("ıstıfa"). Hayvanlar içinde birçok grup vardır ve insan da ayrı bir varlık katmanı olarak bunlardan seçilip yaratılmıştır. Bu, ilk yaratılmış insan olan Âdem'de böyle olduğu gibi, şimdi yaratılmakta olan her insanda da böyledir.("Hiçbir şeyden haberi olmayan cansızlardan gelişip boy atan bitkiye, bitkiden yaşayış, derde uğrayış varlığına, sonra da güzelim akıl,fikir, ayırt ediş varlığına geldin" Hz.Mevlana). Yeryüzündeki insan, "Allah'ın halifesi" olarak yaratılmıştır (Kur'ân-ı Kerim 2/30). Allah'ın halifesi demek, onun iradesiyle onun çok şanlı ve hayırlı yaratmalarına onu temsilen vesile olmak demektir ki bu yetkinin doğru kullanılıp kullanılmaması melekleri bile endişeye sevketmiştir. Ama Allah, "Ben sizin bilmediğinizi bilirim" diyerek insanın önemini göstermiştir. Varlık evreninin gayesinin insanı yaratmak olduğunu Yüce Allah,peygamberimiz vasıtasıyla bir Hadis-i Kutsi ile bildirmiştir.”Ben gizli bir hazine idim,bilinmek istedim. Sevdim ve bütün cevherlerimi bu alemlere saçtım.(Ademi yarattım)” .Bu hadisle Allah tüm evren ve alemleri bilinmek için yarattığını ifade etmektedir. Bu sözle varoluş şekli açıklanırken, gizli olanın evrensellik ve adem adı altında zahir olduğu da anlatılmaktadır. Evren yaratıldıktan sonra ise sıra kendisini bilebilecek özellikte bir varlığın yaratılmasındaydı. Sıradan bir varlık onu bilemeyeceğine göre ,Bu çok üstün bir varlık olmalıydı.Ve kendi özelliklerini taşıyan (Yeryüzündeki halifesi) bir varlık olarak insanı yarattı (“İnnallahe halake Ademe ala suretihi” – Allah Ademi kendi suretinde yarattı.) Tabii buradaki insan ile Insan-ı Kamil kastedilmektedir. Kişiliği yönü ile İnsan-ı Kâmil, hayatiyeti ile Ruhu Azam adını alan bu muhteşem varlık, Hazreti Muhammed(sav)’in hakikatidir. O zat, genel anlamda Rasullerinin tümünü temsil eder. O zat, tüm rasullerin temsil ettiği yüce değerlerin en üst seviyede kendisinde toplandığı, insan için zirve olan ve insanın yaratılış GAYESİNİ temsil eden bir büyük yaratılıştır. Onun hakikati, tam manası ile, “Allah için” olan, Allahtan ve Allahın olan bir Gaye ve Ruh-Rasuldür.
Tüm resullerin özelliği, onda toplanan özelliklerden birinin temsili ve ifadesidir. O zulümsüz, bütün bir nur ve mana olan asli gayedir. O, tüm mevcudatın Rasulü, sebebi, mevcudatın ve mevcudatın bir özü olan ademin yaratılış gayesidir. O, güzelin mazharı ve “Allah için” olan SEVGİLİDİR. Allah ona, “seni yaratmasaydım eflaki yaratmazdım” demiştir. Et-Tin Sûresinde, “Ahsen-i Takvim” olarak belirtilen O’dur. Yeryüzü İnsan-ı Kâmilleri ise, O’nun vekilleridir. Ve insanlara bu ozelliğe erişme yeteneği verilmiştir. Tasavvufi eğitim işte bu yeteneği geliştirerek talipleri,kendi yetenekleri ölçüsünde İnsan-ı Kamil yapma eğitimidir.
Böylece bütün evrenin, Allah isimlerinin manaları olduğunu anlayan bir mutasavvıf için, cana yönelerek Allah'ı kendi içinde bulmak, en doğru yoldur.Yunus,
"İstediğimi buldum eşkere can içindeTaşra isteyen kendi, kendi nihân içinde."
diye başlayan şiirinde, özümüzde Allah'ın bulunduğunu şöyle ifade ediyor:
"Sayrı olmuş iniler, Kur'ân ününü dinlerKur'ân okuyan kendi, kendi Kur'ân içinde.Baştan ayağa değin Hakk'tır ki seni tutmuş Hakk'tan ayrı ne vardır, kalma gümân içindeGirdim gönül şehrine, daldım onun bahrına Aşk ile gider iken iz buldum cân içinde."
İnsanın kendi benliğindeki Allah'a ulaşabilmesi için kendi benliğinde "seyretmesi" gerekir. Bu, çok güzel bir yoldur . İnsana da şah damarından daha yakın, ruhunun, canının tâ içindedir.
"İstemegil Hakk'ı ırak, gönüldedir Hakk'a durak Sen senliği elden bırak, tenden içeri candadır."
"Yunus sen diler isen, dostu görem der isen Aynadır görenlere ol gönüller içinde."
Yûnus Emre, gizli ve örtülü olanın Allah değil insan olduğunu şöyle ifade ediyor:"Yunus'tur eşkere nihan, Hakk doludur iki cihan Gelsin beri dosta giden; hûr-u kusur Burak nedir?"
"Bende baktım bende gördüm benim ile bir olanı Sûretime cân olanı kimdurur (ben) bildim ahi....İsteyüben bulımazam, ol benisem ya ben hani Seçmedin ondan beni, bir kezden ol oldum ahi....Ma'şuk bizimledir bile, ayrı değil kıldan kıla Irak sefer bizden kala, dostu yakın buldum ahi.
Nitekim ben beni buldum, bu oldu kim Hakk'ı buldum Korkum onu buluncaydı, korkudan kurtuldum ahi....Yunus kim öldürür seni, veren alır gene cânı Bu canlara hükm'edenin, kim idiğim bildim ahi"
Kişinin gönlünde HAK'kı görebilmesi için cezbe, muhabbet, sırr-ı ilahi denen üç ilke vardır. Bunlardan birincisi bütün varlıklardan yüz çevirip Allah a yönelme, İkincisi Allah'dan başka bir varlığı sevmeme, Allah ın ancak sevgiyle bilinebileceğine inanmaktır. Üçüncüsü de Allah gerçeği sırrına varmadır. Bunun da üç kuralı vardır.
a) Bütün eylemleri yok sayarak yalnız Allah ı düşünmek, bütün eylemlerde Allah dan başka bir varlık olmadığına inanmak.
b) Bütün niteliklerin Allah dan geldiğini kavramak, Allah dışında bir niteliğin bulunamayacağı kanısına ulaşmak.
c) Allah özünden başka bir öz bulunmadığı sonucuna vararak kendi varlığının yokluk olduğunu bilmek.
Benim canım uyanıktır dost yüzüne bakan benem
Hem denize karışmağa ırmak olup akan benem
***
Ben hazrete tutum yüzüm ol aşk eri açtı gözüm
Gösterdi bana kendozum ayet-i kul denen benem
***
Şah didarın gördüm ayan hiç gumansuz belli beyan
Kafir ola inanmayan ol didara bakan benem
***
Bu cümle canda oynayan damarlarımda kaynayan
Kulli dillerde söyleyen kulli dili diyen benem
Yûnus, evrenle kaynaşmıştır, her nereye baksa orada Hak'kı müşahade eder. Orada son derece dinamik, canlı, sürekli bir oluş vardır. O oluşa katılma, Allah'ın tecellilerini bir başka gözle görmektir.Evrende asıl olan aşktır, sevgidir. Aşkın kaynağı Allah katındadır ve oradan bir parça aşk bütün evrenlere yayılmıştır. Allah'ın oluşu idare eden sevgisi bütün varlık ve olaylarının en içine, onu karakterize edecek şekilde yerleşmiştir. Varlıkların ve olayların gerçek anlamına, oradan evrenin anlamına ve Allah gerçeğine ulaşmak için, her şeyin özüne doğru gidilmelidir. "Fenâ mertebesi"ne ulaşan mutasavvıf, ancak o mertebede kendisini Allah'ın halifesi gibi görüp bütün oluşa, Allah'ın bu evren ve evrendeki varlıklara çizdiği boyutlar içerisinde, ama bütün zaman ve mekânlarda, bütün varlık katmanlarında ve hallerinde katılır. Nihayet , "sonun başlangıçla birleştiği safha" ya geçilir.
"Beli" kavlin dedik evvelki demde
Henuz bir demdir, ol vakt u bu saat
**
O Makam zaman ve mekanın olmadığı hiçlik , yokluk makamıdır ki ,orada sadece Allah vardır.
Benden benliğim gitti hep mülkümü dost yuttu
La-mekana kavm oldum mekanım yağma olsun
Anlaşılır ki bilinen tüm mekan ve zamanlar izafi ve zan imiş sadece tek bir "An" varmış.
“Sadece Allah vardı başka hiçbir şey yoktu işte bu an da o andır” Hz Ali.
ÖZETLERSEK;
Sadece O vardı. Bilinmeyi istedi bunu sevgiyle varlık hâline getirmeye karar verdi ve uyguladı. Bütün âlem, maddesi ve mânâsıyla var oldu. Mekânın yaratılışıyla zaman da yaratılmış oldu. Bâzıları buna genesis, bâzıları yaratılış, bâzıları da Big Bang der. Bu ilk yaratılış belli bir yerde olmadı çünkü ondan evvel mekân yoktu; belli bir zamanda da olmadı çünkü ondan evvel zaman yoktu. Bu sebepledir ki, bizim ölçülerimize göre değerlendirmek için zihnimizi zorlarsak, yaratılış her yerde ve her zaman oldu, olmakta ve olacak; Big Bang aslâ bitmedi, bitmeyecek, tâ ki yaratılanların farklılıkları bitip de her şey aynı hâle gelinceye kadar. Bâzıları bu farklılıkların azalması, her şeyin sürekli dağılıp gitmesi vâkıâsına entropi der. Çünkü var oluş ancak farklılıkla, izafiyetle mümkün ve farklılıklar ortadan kalkınca ne zaman kalacak, ne de mekân. Bâzıları bu mukadder hadiseye kıyamet der; ne zaman kopacağı sorulduğunda "ölçülemeyecek kadar uzun bir süre sonra" cevabını verirler çünkü o olduğunda ölçülecek zaman kalmayacaktır. Üstelik Big Bang de, kıyamet de hep var olmakta. Bütün madde ve mânâ âlemi her an yeniden yok olup varlığa kavuşmakta. Böyle olduğu için de mâzî, hâl ve âtî hep aynı, O hepsini biliyor ve her şey zâten O'nda. Bâzıları "yaratılışa ne gerek vardı, O'nun ihtiyacı mı vardı" diye sordular zaman zaman; halbuki yaratılış kaçınılmazdı çünkü bütün bu olup bitenler akl-ı hikmet, kudret ve güzellikle dolu O'nun bu vasıflarının bir yansıması, bir yanılsaması sâdece; hakikatte ne yaratılış var, ne de yaratılmış. Zâten her şey O! Bu mutlak hakikati kâlbinde hisseden Hallâc-ı Mansûr diye birisini, yaşadığı ruh hâlini konuşma lisanının kifayetsizliği içinde dile getirdi diye, dini-dar olanlar yaktılar.
O sevgi ve bilgi olduğu için, kâinatı da sevgi ve bilgi ile yönetti. Big Bang'den sonra her şey sonsuzca dağılıp yok olacağına, kümelenerek maddeyi ve enerjiyi oluşturdu. Zâten madde ile enerji denen yaratıklar aynı şeydiler. En küçük zerrelerden sonsuz bütünlüğe kadar bütün evren bilginin düzeni içerisinde sevgiyle birbirine yaklaştı. Bâzıları buna gravite, zayıf güç, çekirdek gücü gibi isimler taktılar; Einstein diye birisi hepsinin aynı gücün yansımaları olduğunu göstermeye çalıştı, hattâ “Tanrı’nın formülünü bulmak üzereyim” gibi, bâzılarına çok ters gelen lâflar etti. Nötronlar, atomlar, moleküller, gök cisimleri, yıldızlar, gezegenler oluştu. Bâzıları bunlara kapalı ve açık sistemler dediler.
En azından bir tânesinin varlığından emin olduğumuz bâzı gezegenlerde oksijen, karbon ve azot denen elemanlar öylesine sevgiyle ve bilgiyle birleştiler ki, organik moleküller teşekkül etti, sonradan bunlar bâzılarının kozervat dedikleri canlılık öncesi oluşumlar hâline geldiler. Daha sonra bunlara sevginin kaçınılmaz gereği olarak can verildi. Bâzıları buna ruh, bâzıları soul, bâzıları spirit, bâzıları başka isimler verdiler; bu isimlerin hemen hepsi soluk, rüzgâr veya gölge anlamına gelen köklerden türedi çünkü canın uçucu, ölümle cesedi terk edip giden bir cevher olduğu düşünüldü. Can, O'nun mahlûkatın bir kısmına bahşettiği bir ayrıcalıktı âdeta ama, evrimin kaçınılmaz özelliği olarak, canlılıkla cansızlığın sınırları da kesin değildi. Bâzılarının virüs, prion gibi isimler taktıkları yaratıklar bu belirsiz sınırda yerlerini aldılar. Bâzılarının canlıları en mütekâmil açık sistemler olarak tanımlamaları, yâni entropiye karşı çıkarken (negentropi yaparken) çevredeki entropiyi arttırdıklarını söylemeleri pratik açıdan çoğu kişinin işine yaradı ama ekserîsi düşünemedi ki, kâinatın kendisi en büyük açık sistemdi ve eğer canlılığın târifi buysa, hareketlilikse, reaktiviteyse, malzemeyi alıp kendi işine yarayacak şekilde kullanıp artıkları atmaksa ve eninde sonunda gene entropiye mağlûp düşüp dezorganize olmaksa, bütün bu kıstaslara en mükemmel şekilde uyan yaratık kâinatın ta kendisiydi. Yâni can her yerdeydi, ruh her şeydeydi.
Canın ne olduğu, mâhiyeti gibi suâller pek çok zihni binlerce yıl meşgûl etti. Halbuki can, mutlak hakikât olan O’ndan, sâdece ve sâdece O’ndan başka bir şey değildi. Bunu insan beyninin kavraması mümkün olmadığı için, gönderdiği kutsal kitaplarda değişik isimlerle candan bahsetti ama ne olduğunu anlatmadı; Kur’an-ı Kerîm isimli kitabında ise insanların bu mes’eleyi kavrayamayacaklarını açıkça beyan etti.
Daha güzele ve bilgiliye doğru yolculuk devam etmeliydi tabiî ki, öyle de oldu çünkü O, kendinin sûretini, yansımasını yaratmak istiyordu. Tek hücreliler, zamanla, birleşerek daha karmaşık çok hücreli canlıları, onlar da, zamanla, muhafaza edilmesi daha zor ama gelişmiş büyük canlıları husûle getirdiler. Güzelliğin ve bilginin gereği, her şeyin hep zıddıyla kâim olması gerekiyordu. Elektronun pozitronu, cansızın canlısı, dirinin ölüsü, erkeğin dişisi, hayvanın bitkisi... gibi sonsuz sayıda zıtlıklar oluştu. Bâzıları buna diyalektik dediler.
O’nun sevgi ve bilgisinin karşıtı olarak nefret ve cehâlet, hikmetinin karşıtı olarak da taassup ister istemez oluştu. Doğum ölümle, iyilik kötülükle, merhamet zulümle, sıhhât hastalıkla, barış savaşla zıtlaştı. Bütün bu kötü gibi görünen var oluşlar aslında evrimin devamı, daha iyiye ve güzele akışın temini için gerekliydi. Bu temel espriyi fark edemeyen bâzıları şeytanı O’nun rakibi zannedip perestiş ettiler, hattâ tapındılar. Halbuki bütün bunlar sâdece ve sâdece insan için mevcuttu; insansız âlemde her şey biteviyeydi, şeytan da kötülük de yoktu. Hepsi, kendi kendini aşmaya mahkûm ve muktedir tek yaratık olan insanla beraber var oldu. Bâzıları Mekke isimli şehirde taşlar atarken orada gerçekten şeytan diye bir varlığın bulunduğunu, bu sûretle onu zayıf düşürdüklerini sandılar; halbuki kendi içlerindeki kötülükleri taşlıyorlardı, kendi ruhlarını temizliyorlardı. O, aynı şehirdeki çok eski bir mâbedi (Kâbe) bütün kendisine inananların teveccüh edecekleri, ibâdet ederken yönelecekleri merkez ilân etti. Mevlâna gibi mutasavvıf denen bâzıları hâricindeki kişiler düşünemediler ki, bir an için o bina ortadan kalksa, milyarlarca kişi birbirlerine teveccüh etmekteydiler günde beş kez... Yâni insana, O’nun sûretine, yansımasına; O’na! Bâzıları bu aşkın fikir ve gönül zâviyesini, her şeyin başının ve sonunun insan olduğunu, insandan başka kıymet hükmünün bulunmadığını vehmeden hümanizm isimli felsefî akımla karıştırıp kızdılar; zâten, bu nüansı farkında olmayan pek çok kişi, bu terimi basitçe insanı sevmek anlamında kullanmaktaydı.
Bu zıtlıklar birbirlerini tamamladılar, yeni güzellikler oluşturdular. Hayvanlar âlemindeki gelişme, aynı minvâl üzre, bâzılarının memeliler, primatlar, hominidler dedikleri yaratıklara kadar ilerledi ve, sonunda, beyni bilinen bütün diğer canlılardan daha çok gelişmş, soyut düşünme kaâbiliyetine hâiz, kendi kendini aşmaya mecbur ve mahkûm, O'nun hakkında tefekkür etme mazhariyetine sahip bir varlık gelişti; bâzıları ona insan, bâzıları eşref-i mahlûkat, bâzıları homo erektus, homo sapiens, homo faber, homo ekonomikus... gibi isimler taktılar. O, sevgi ile birbirlerine yaklaşsınlar diye onları ırklara, milletlere, dinlere... böldü; farklılıklar olacaktı ki tekâmül sürsün.
Hep O'nun hikmeti, kudreti ve bilgisiyle oluşan, sevgisiyle süslenen, tâ ilk yaratılıştan insana kadar mevcut olan bu tekâmülü Darwin ismindeki bir bilim (ve, ne ilginçtir ki din) adamı gibi bâzıları kör tesadüflerle izah etmeye çalıştı, bâzıları da kutsal kitapları hatâlı tefsir edip, bağnazlıkla reddetmeye kalkıştılar.
O'nun varlığı idrak edilebilecek, kavranabilecek bir şey olmadığı için, ancak sezilebilirdi, hissedilebilirdi, özel bir hâlet-i ruhiye ile daha yakından irtıbat kurulabilirdi. Buna bâzısı mistik yaşantı, bâzısı nirvanah, bâzısı erme, bâzısı başka şey der. Bâzılarının peygamber, nebî, velî, ermiş gibi isimler taktıkları insanlar bu irtıbatan manevî kudretlerince nasiplerini aldılar. Çok özel bâzılarına ise, insanlar O’nu bâri bilgi yoluyla bilsinler diye, O’nun kelâmı olan, yazılı hâle getirildiği için de kutsal kitaplar denen bilgiler gönderildi. Bâzıları bu seçilmiş kulların ortaya koyduğu akâide din adını taktılar. Bütün bu kişilerin arkasından asırlar boyunca milyarlarca insan yürüdü; çünkü insanın özünde, hamurunda iman ihtiyacı vardı, kendini yâni O’nu arıyordu. Bütün yolların O’na, sâdece O’na çıktığını fark edemeyen, çokluktaki birliği göremeyen pek çok insan toplulukları asırlarca birbirleriyle beyhude harbetti. Çünkü dinlerin O’na ulaşmak için birer vâsıta olduğunu idrak edemeyip, birer gâye hâline getirilmesi hatâsına düştüler! Öyle olunca da, O’nun akıl, hikmet ve güzelliğine ters düşen taassup, yâni yobazlık doğdu. Şeytanın ta kendisi olan bu illet sırf din plânında tecahür etmedi zâten; bâzılarının ideoloji, bâzılarının felsefe, bâzılarının dünya görüşü dediği çeşitli inanç sistemlerinin de mutaassıpları, yobazları oluştu birbirlerinin ve kendilerinden farklı gördükleri herkesin gözlerini oymak üzere...
O, aklın, müsbet ilmin ve hikmetin rehberliğini emretti insana. “Maddî âlemin icaplarını yerine getirin, sonuna kadar mücadele edin, ne zaman ki kudretinizin sonuna gelirsiniz, o zaman bana sığının, duâ edin dedi. Bâzılarının kader, bâzılarının Karma, bâzılarının başka şey dedikleri şeyin O’nun bilgisi ve sevgisiyle oluştuğunu, O’nun kavranamaz ilmiyle düzenlendiğini, ümitsizliğe kapı olmadığını anlattı kullarına. Bâzıları bunu yanlış anladılar, ahmakça bir tevekkülle sâdece duâya, ibâdete sığındılar ve bu dünyanın gereklerini yerine getirmediler. Yenilik ve inkişaftan kaçındılar, aklın önderliğini bir tarafa atıp nakilcilik batağına düştüler. Her zerresi tekâmül için yaratılmış bu kâinatta en ufak bir terakkîye dahi karşı çıkar oldular. Bu gibilerin elinde, O’nun insana bahşettiği en ulvî ve hakikî huzur aracı olan din bir işkence mekanizmasına dönüştürüldü. Din nâmı altında sevgiden yoksun, içtihad nâmı altında tıkanmış tefsir yumaklarına dayandırılmış kör bilgiye istinad eden, hikmetten mahrum bir zulüm sistemi ortaya çıktı. Buna tepki verenlerin bir kısmı ne yazık ki din düşmanı oldular, sahte peygamberlere kapılandılar veya ümitlerini kaybettiler. Ama O her şeyi bilendi, her zehirin panzehirini de hâlk etmişti. Akılla imânı taassup batağına düşmeden birleştirebilen kullarını hep yarattı, görevlendirdi.
Zaman içerisinde zaman, mekân içerisinde mekân, sürekli yaratılış ve mahvoluş, hiçlikte heplik, her şeyin sâdece ve sâdece O olması hakikatinin kâlbden idraki ile titreyen gönül gözleri açık kişiler çalışmayı, tekâmüle ve ilme hizmeti en büyük ibâdet kabûl ettiler. Zâten O'’un da mesajı açık ve netti! En son gönderdiği ve değiştirilemezliği O’nun garantisi altında olan kitap OKU diye başlıyordu ve peygamberinin âlimlerin mürekkeplerinin şehitlerin kanından daha kıymetli olduğunu, ilmin dünyanın öte tarafında da olsa gidilip alınmasını tavsiye eden sözleriyle süsleniyordu.
Tekâmül hep sürüyordu, sürmekte ve sürecek; her şey aslına, O’na dönünceye kadar.Ve bu dönüş çoktan oldu, oluyor, olacak. Çünkü “önce”, “şimdi” ve “sonra” hep aynı.
Y Û N U S E M R E
HAYATI
Türk milletinin yetiştirdiği en büyük tasavvuf erlerinden ve Türk dili ve edebiyatı tarihinin en büyük şairlerinden biri olan Yûnus Emre'nin hayatı ve kimliğine dair hemen hemen hiçbir şey bilinmemektedir. Yunus'un bazı mısralarından, 1273'de Konya'da ölen, tasavvuf edebiyatının büyük ustası Mevlana Celalettin-i Rumî ile karşılaştığı anlaşılmaktadır; buradan da Yûnus'un 1240'larda ya da daha geç bir tarihte doğduğu sonucu çıkarılabilir. Bilinen hususlar onun Risalet-ün-Nushiyye adlı eserini H.707 (M.1308) yılında yazmış olması ve H.720 (1321) tarihinde vefat etmesidir.Böylece H.638 (M.1240-1241) yılında doğduğu anlaşılan Yunus Emre XIII. yüzyılın ikinci yarısıyla XIV. yüzyılın ilk yarısında yaşamıştır. Bu çağ,Selçukluların sonu ile Osman Gazi devrelerine rastlamaktadır. Yunus Emre'nin şiirlerinde bu tarihlerin doğru olduğunu gösteren ipuçları bulunmakta; şair, çağdaş olarak Mevlana Celaleddin-i Rumî, Ahmet Fakıh, Geyikli Baba ve Seydi Balum'dan bahsetmektedir.
Sarıköylü ve Karamanlı oluşu meselesi hala belli değildir. Yüzyıllardan beri halk arasında yaşayan inanca göre O, Sivrihisar yakınında Sarıköy'de doğmuş,çiftçilikle meşgul olmuş, Taptuk Emre adlı bir şeyhe intisap etmiş, tekkelerde yaşamış ve veliliğe erişmiştir. Anadolu'da on ayrı yerde mezarı ( daha doğrusu makamı ) olduğu ileri sürülen Yûnus Emre,halk arasındaki inanca ve bazı tarihi kaynaklara göre Sarıköy'de ölmüştür. Orada yatmaktadır. Bugün, Eskisehir-Ankara yolu üzerindeki Sariköy istasyonu yakininda, Yûnus Emre'nin türbesi ve bir müze bulunmaktadir.
Yûnus Emre, dünya kültür ve medeniyet tarihinde bir merhale olmustur. Kültürümüzün en değerli yapı taşlarındandır. Zira Yûnus Emre, sadece yasadigi devrin değil, çagimiz ve gelecek yüzyillarin da ışık kaynağıdır. Allah ve cümle yaradılmışı içine alan sonsuz sevgisinden kaynaklanan fikirleri, dünya üzerinde insanlik var oldukça degerini koruyacaktir. Yûnus Emre'nin amaci, sevgi yoluyla dünyada yasayan tüm insanlarin, hem kendileriyle hem evrenle kaynaşmasını sağlamak ve sonsuz yaşamda ebedi hayata doğmalarını sağlamaktır.
Yûnus Emre adı, her Türk ve Türk kültürünü tanıyıp seven herkes için bir şeyler ifade eder. Şiirlerinde, her devrin okuyucusu ya da dinleyicisi kendini etkileyecek bir şey bulmuştur. İlk kez Yûnus, şiirlerinde büyük ölçüde Türkçe kullanmıştır. Yûnus'la birlikte dil, daha renkli, canlı ve halk zevkine uygun bir hale gelmiştir. Gerçi şiirlerinin bir çoğunda, aruz veznini kullanmıştı, fakat en güzel ve tanınmış şiirleri Türkçe hece vezniyle yazılmıştır. Böylece, şiirleri kısa zamanda yayılarak benimsenmiş ve ilahi olarak da söylenerek günümüze dek ulaşmıştır.
YÛNUS ve HACI BEKTAŞ
O bölge köylerinden birinde,Yunus adında,rençberlikle geçinir,çok fakir bir adam vardı.Bir yıl kıtlık oldu.Yunus'un fakirliği büsbütün arttı.Nihayet birçok keramet ve inayetlerini duyduğu Hacı Bektaş'a gelip yardım etmeyi düşündü.Sığırının üstüne bir miktar alıç (yabani elma) koyup dergaha gitti.Pirin ayağına yüz sürerken hediyesini verdi;bir miktar buğday istedi.Hacı Bektaş ona lütufla muamele ederek,bir kaç gün dergahta misafir etti.Yûnus geri dönmek için acele ediyordu.Dervişler Pir'e Yûnus'un acelesini anlattılar.O da: "Buğday mı ister,yoksa erenler himmeti mi?" diye haber gönderdi.O buğday istedi.Bunu duyan Hacı Bektaş tekrar haber gönderdi: "İsterse o alıcın her tanesince nefes edeyim!" dedi.Yûnus buğdayda ısrar ediyordu.Hacı Bektaş üçüncü defa haber gönderdi: "İsterse her çekirdek sayısınca himmet edeyim" dedi.Yûnus yine buğdayda ısrar edince;emretti,buğdayı verdiler.Yûnus dergahtan uzaklaştı.Yolda yaptığı kusurun büyüklüğünü anladı.Pişman oldu.Geri dönerek kusurunu itiraf etti.O vakit Hacı Bektaş,onun kilidi Taptuk Emre'ye verildiğini isterse ona gitmesini söyledi. Yûnus bu cevabı alır almaz hemen Taptuk dergahına koşarak kendisini YÛNUS yapacak manevi eğitimine başladı.
ESERLERİ : Divan, (ö.s), 1943; Risaletü'n-Nushiye, (ö.s), 1965, ('Öğüt Kitapçığı').
YÛNUS EMRE VE TASAVVUF
YÛNUS EMRE, İslam tarihinin en büyük bilgelerinden olup yaşadığı ve yaşattığı inanç sistemi; Kuran'ın özüne ulaşarak, Tek olan gerçeğin (Allah) sırlarını keşfetme ilmi olan tasavvuf ve Vahdet-i Vücud tur.
Bu inanç sisteminde tek varlık Allah'dır. Allah bütün bilinen ve bilinmeyen alemleri kapsamıştır, tektir, önsüz sonsuzdur, yaratıcıdır. Eşi, benzeri ve zıddı yoktur.Bilinen ve bilinmeyen tüm evren ve alemler onun zatından sıfatlarına tecellisidir.Alemlerdeki tüm oluşlar ise onun isimlerinin tecellisidir. Her bir hareket,iş,oluş(fiil) onun güzel isimlerinden birinin belirişidir.
Hak cihana doludur, kimseler Hakkı bilmez
***
Baştan ayağa değin, Haktır ki seni tutmuş
Haktan ayrı ne vardır, Kalma guman içinde
Dolayısıyla evrende var saydığımız tüm varlıklar onun varlığının değişik suretlerde tecellileri olup kendi başlarına varlıkları yoktur. Bu çokluğu, ayrı ayrı varlıklar var zannetmenin sebebi ise beş duyudur. Beş duyunun tabiatında olan eksik, kısıtlı algılama kapasitesi, bizi yanıltır ve çoklukta yaşadığımızı var sandırır. Ayrı ayrıymış gibi algılanan bu nesnelerin, ve herşeyin kaynağı Allah'ın esmasının (isimlerinin) manalarıdır. Manaların yoğunlaşmasıyla bu "Efal Alemi" dediğimiz çokluk oluşmuştur. Bir adı da "Şehadet Alemi" olan, ayrı ayrı varlıkların var sanıldığı; gerçekte ise Allah isimlerinin manalarının müşahede edildiği alemdeki çokluk Tek'in yansıması,belirişidir. Bu izaha tasavvufta Vahdet-i vücud (Varlıkların birliği,tekliği) denir.
Cenab-ı Hak varlığını zuhura çıkarmadan evvel gizli bir varlıktı.Bilinmeyen bu varlığa, Gayb-ı Mutlak (Mutlak Görünmezlik),La taayyün (Belirmemişlik),Itlak (Serbestlik),Yalnız vücud, Ümmül Kitap (Kitabın Anası),Mutlak Beyan ve Lahut (Uluhiyet) Alemi de denir.
Çarh-ı felek yoğidi canlarımız var iken Biz ol vaktin dost idik, Azrâil ağyar iken.Çalap aşkı candaydı, bu bilişlik andaydı, Âdem, Havva kandaydı, biz onunla yâr iken.
Ne gök varıdı ne yer, ne zeber vardı ne zir Konşuyuduk cümlemiz, nûr dağın yaylar iken."
"Aklın ererse sor bana, ben evvelde kandayıdım Dilerisen deyüverem, ezelî vatandayıdım.Kâlû belâ söylenmeden, tertip-düzen eylenmeden Hakk'dan ayrı değil idim, ol ulu dîvândayıdım."
"Bu cihana gelmeden sultan-ı cihandayıdımSözü gerçek, hükm-i revan ol hükm-i sultandayıdım."
***
ADEM yaratılmadan can kalıba girmeden
Şeytan lanet olmadan arş idi seyran bana
Sonra Allah bilinmekliğini istemiş ve varlığını üç isimle belirlemiş taayyün ve tecelli ettirmiştir.
1.Ceberut (İlahi Kudret) Alemi: Birinci taayyün,Birinci tecelli,İlk cevher ve Hakikat-ı MUHAMMEDİYE olarak da bilinir.
Yaratıldı MUSTAFA, yüzü gül gönlü safa
Ol kıldı bize vefa, ondandır ihsan bana
Şeriat ehli ırak eremez bu menzile
Ben kuş dilin bilirim, söyler SÜLEYMAN bana
2.Melekut (Melekler) Alemi: İkinci taayyün,İkinci Tecelli,Misal ve Hayal Alemi,Emir ve Tafsil Alemi,Sidre-i Münteha (Sınır Ağacı) ve BERZAH da denir.
3.Şehadet (Şahitlik) ve Mülk Alemi:Üçüncü taayyün,Nasut(İnsanlık),His ve Unsurlar Alemi,Yıldızlar,Felekler (Gökler),Mevalid (Doğumlar) ve Cisimler Alemi diye bilindiği gibi,Arş-ı Azam da bu makamdan sayılır.
Tüm bu oluşlar Kuran'ı Kerimde "Altı günde yaratıldı" ayetiyle beyan edilirken Altı günden maksadın mutasavvıflarca ,gün değil hal'e ait olduğu kabul edilir.Bu haller Allahın insanlara lutfettiği görünmeyen şeylerden altı sıfatıdır: Semi,Basar,İdrak,İrade,Kelam ve Tekvin(İşitme,Görme,Kavrama, İrade,Konuşma ve yaratma). Cenab-ı Hakkın Zatına ait bu sıfatların Ademin kutsal varlığında belirmesi,"İnsan benim sırrımdır" sözünün bir hükmüdür.Varlığın başlangıcı ve son sınırı ise Aşk'tır.O yuzdendir ki sayılan bu alemler Aşkın cezbesiyle pervane haldedir. Cenab-ı Hak varlığını,kudret eliyle zuhura getirmiş ve üç isimle taayyün,tecelli ve tenezzül etmiştir.Buna yaratış sanatı (Cenab-ı hakkın kuvvetinden,kudretine hükmederek cemalini ve celalini eserlerinde yani varlık yüzünde göstermesi), Belirme cilvesi (Aşık olması sonucunda batının zahire çıkıp,alemlerin nurlarının ve olayların bilinmesi) ve Birlik oyunu (Zatından sıfatına tecelli etmesi ile kendi varlığını kendinde zuhura getirip,birlik ve vahdetini ahadiyet(teklik) sırrına meylettirmesi) denir. Bunda zaman ve mekan kaydı yoktur.Ancak "An" vardır.Çünki mutlak zaman içersinde batın(gizli),zahire(görünen) cıkıp farkedildikten sonra,alemlerin nurları (ışıkları) ve ilahi olaylar bilinmiştir.Daha sonra şekil ve renkler görülüp,ayrı ayrı unsurları oluşturacak şekilde birleştiğinde isimler meydana çıkmıştır(Mülk mertebeleri ,Cisimler alemi).Ve böylece zahir alem belli olup mutlak varlık bilinmiştir.
Mani evine daldık, vücuda seyran kıldık
İki cihan seyrini, cümle vücudda bulduk
Yedi gök yedi yeri, dağları denizleri
Cenneti cehennemi, cümle vücudda bulduk
Cebnab-ı Hakkın bu alemi yaratmaktan maksadı bilinmekliğini istemesidir. Ortaya çıkan şeylerin belirişine sebebse Adem(İnsan) 'i dilemektir. Varlığa ilahi sıfatlar,sırrına ise Adem denir. Adem-insan, mevcudattın bir özetidir.
Tevrat ile incili, Furkan ile Zeburu
Bunlardan beyanı cümle vücudda bulduk
Yunusun sözleri hak, cümlemiz dedik saddak
Kanda istersen anda HAK, cümle vücudda bulduk
Büyük mutasavvıflardan Sunullah Gaybi divanında geçen Keşfül Gıta kasidesinde ;
"Bir vücuttur cümle eşya, ayni eşyadır Huda,Hep hüviyettir görünen, yok Huda’dan maada... "
mısralarıyla ,Evvel ve ahirin izafiliğini, meydana gelen her şeyin ilahi tecelliden ibaret olduğunu anlattığı bu şiirde, Hüviyetin zuhurunu dile getirir ve Zâtına duyduğu aşkla güzelliğini seyretmek isteyen o Tek ve Mutlak olanın zuhura gelme muradıyla, gizli hazinesinin fetholup sırrın keşfedilir hale gelmesi için, Arşı, Kürsiyi, unsurları, nebat, ve hayvanı geçtikten sonra, en kemal haliyle kendini ancak insanda seyrettiğini anlatır.
Cisimler alemi dört ruhdan (aslında tek) oluşmuştur.1-İnsani Ruh,2-Hayvani Ruh,3-Nebati Ruh, 4-Madeni(Cemadi) Ruh. Bu alem cereyan ve deveran üzerine kurulmuştur.Deverandan cereyan,cereyandan ise hayat meydana gelmektedir. Bu bir kanundur.Böylece varlıkların her biri esmanın(isimlerin) mazharı olup,Külli iradenin hükmünü yerine getirmekte ve nefsine yani zannına göre Rabbini bilmektedir. Bu durumlar dunyada ilahi bir duzen,değişmez bir kuraldır.Allahın tezahürü böyle gerektirmekte olup,bütün varlıklar onun kader çizgisi içinde kulluk görevini yerine getirmekle yükümlüdür. “Her bir birim varoluş gayesinin gereğini meydana getirmek üzere görevlendirilmiştir. Ve kişi ilm-i ilahide, şu anda hangi hareket üzere ise o biçimde programlanmış olarak vardır. ” Hz.Muhammed(s.a.v).Aslında varlıklar bir bütündür. Fakat parçaları ile karakter taşırlar.Bütün eşya ve varlıklar insanda biraraya gelir. Evrenin başlangıç ve bitiş noktası insandır. Sonsuz varlıkların ayetleri,secdegah ve kıblesi de her an için insandır. Kelime-i tevhid de bu durum bir sır olarak ifade edilmektedir.Cenab-ı Hak : La ilahe illallah diyerek varlığını ve birliğini ortaya koymuş Muhammedün Resulullah demekle de anlam ve maksadı açıklamıştır.Biraz daha açarsak; "La ilahe" demekle sıfatının belirişinden önceki varlığını gizli olan Rablığını açıklamış,"illallah" demekle de varlığı tecelli ettikten sonraki durumu yani yaratılmışlar alemini ifade edilmiştir. Burada eşyadaki varlığı ve ilahi sıfatları ispat edilmekte olup bu da aslının yansıması olan Ceberrut, Melekut ve Mülk alemleridir.Bu alemlerdeki beliriş fanidir fakat bunların aslı bakidir.Kısaca bilinmekliğine sebebtir.Aslında bütün bu bolümlemeler ve izahatlar anlatım içindir.Aslında ayrı gayrı yoktur. "Muhammedün Resulullah" ile de varlığına delil olarak bilinmesi ve tasdik edilmesini istemiştir.Hükmünün icrasının onunla olduğu anlatılmış oluyor.Bu da onun rahmet ve şefaat edici olduğunu müjdeleyerek sanatındaki hikmeti beyan etmiş oluyor.
Zatı ve şahsıyla tanıyamadığımız Allah'ı, tecellileriyle ve sıfatları ile tanırız. Allah'ın zatı sıfatlarla, sıfatlar da varlıklar, hareketler ve olaylarla perdelidir. Varlık perdesini aralayan bir kişi hareketleri, hareketler perdesini geçen sıfatların sırlarını, sıfatlar perdesini aralayan da zatın nurunu görür ve orada erir.
"Kim bildi efalini Ol bildi sıfatını
Anda gördü ZatınıSen seni bil seni
Görünen sıfatındırAnı gören Zatındır
Gayrı ne hacetindirSen seni bil sen seni " ( Hacı Bayram-ı Veli)
Ayrı ayrı manalar izhar eden varlıkların kendilerine ait bir varlığı olmadığı, varlığın Allah'a ait olduğunu idrak Tevhid, bunu yaşam biçimine dönüştürmek ise Vahdet'tir.
İnsanı Allah'a karşı perdeleyen en büyük şey, onun kendi varlığıdır. Allah, apaçık olan bir gizli ve büsbütün gizli olan bir apaçıktır! Allah'ın zatı sıfatlarda, sıfatlar fiillerde, fiiller varlıklarda ve olaylarda ortaya çıkmaktadır. Allah bütün yarattıklarının her zerresinde her an hazır ve onları sürekli yönlendirmektedir. O "göklerin ve yerlerin nuru" (Kurân-ı Kerim 24/349) olarak her an her yerdedir. O, her an, her yerde tecelli etmektedir. "O her an yeni bir şe'ndedir." (Kur'ân-ı Kerim 55/29). Her şey her an değişmektedir ve değişim onun kudreti ve iradesinin açılımıdır. Allah bütün evrende, bir taraftan her varlığın en küçük zerresinin içinde, bir taraftan bütün evrende en büyük olayların her anını idare eden bir mutlak varlık halinde bulunmaktadır. Allah ismiyle işaret olunan, sonsuz ve sınırsız bir varlıktır Orijin yapı... Mânâ, enerji ve madde platformlarında değişik isimler alır. Allah kavramı, mânânın bile özünde mütalaa edilmelidir. Bu idrâke, Kelime-i Tevhid ile ulaşılır ve Allah isminin mânâsı rastgele bir şekilde değil, Kur'an'da ifade edildiği gibi anlaşılmalıdır;
"Feeynema tuvellu fesemme vechullah" (Bakara/115) (Her ne yana dönerseniz Allah'ın Vech'i oradadır.) Allah'ın Vech'i yani yüzü, bildiğimiz şekil, suret anlamına gelmemektedir. Zahir göz ile bu yüzü tesbit etmek mümkün değildir. Zira, Allah'ın yüzü Vahid (tek) olan mânâdır. Mânâ ise, beş duyunun ötesinde, basiretle algılanabilir. Basir isminin mânâsı, bireyin kendi Vech'ini görebilmesine vesile olur.
"Hu vel Evvelu vel Ahiru ve'z- Zahiru vel Batın” (Hadid 3)
(Sonsuz bir öncelik ve sonsuz bir gelecek sahibidir, beş duyu ile tesbit edebildiğiniz veya edemediğiniz tüm varlık O'dur)
"Ve nahnu ekrabu ileyhi min habliveriyd"
(Biz O'na (insana) şah damarıdan daha yakınız) "Ve fiy enfisukim efela tubsirun"(Zariyat 21) (Nefislerinizde, hâlâ görmüyor musunuz!)
Allah isminin işaret ettiği mânânın en güzel tarifini, İhlas Suresi yapmaktadır; "De ki, O Allah Ahâd'dır. Allah Samed'dir. Lem yelid ve lem yuled'dir. Ve lem yekun lehu küfüven Ahad'dır." .Yani sonsuz, sınırsız, bölünmesi parçalanması, cüzlere ayrılması mümkün olmayan Tek.. Hiçbir şeye ihtiyacı yoktur, ihtiyaçtan beridir. O, ancak Mahlûkatın ihtiyacını karşılar. Doğmamıştır, herhangi bir varlık O'nu doğurmamıştır. O da herhangi bir şeyi doğurmamıştır. Allah'ın benzeri ve misli yoktur, çünkü O; VAHİDÜ'L-AHAD olan varlıktır.
Gelelim Kelime-i Tevhid'in diğer yönlerine; Birinci mânâda "la ilahe" "tanrı yoktur ", ikinci mânâda ise, var olduğunu kabullendiğin varlıklar ancak Allah'ın vücuduyla kâimdir. Ayrı ayrı varlıklar görme. "Ayrı ayrı varlıklar yok, Allah var!.." demektir.
Onsekizbin alemin cümlesi BiR içinde
Kimse yok BiR den ayruk, söylenir BiR içinde
Cümle BiR onu BiRler, cümle ona giderler
Cümle dil onu söyler, her BiR tebdil içinde
***
“Her nereye baksam Allahı görürüm” Hz.Ali(r.a) ,
“Görmediğim Allaha ibadet etmem” Hz.Ali(r.a)
"..Ve iz kale rabbiküm lil melaiketi inniy cailun fil ard halife.." (Bakara 30) (Ben yeryüzünde bir halife meydana getireceğim). Halife olan varlık, vasfını ötede bir tanrıdan almamaktadır. Bu idrak, O'nun özünden gelmektedir. Esma-ül Hüsna'nın yoğunlaşması ve zuhura çıkması ile ‘Halife’ adını almıştır. Halifenin müstakil bir varlığı yoktur. Bundan ötürü, aslında mevcut olan tüm özellikler onda mevcuttur. Bu âyeti ve yapılan yorumları Et-Tin Suresindeki bir bölüm âyetle özdeşleştirebiliriz. Şöyle ki; "Lekad halaknel insane fiy ahseni takvim sümme redetnahü esfele safiliyn" (95/4-5) (Biz insanı en güzel biçimde yarattık, sonra onu aşağıların aşağısına indirdik). Esma'nın ilk zuhura çıkışı ile var olan; mükemmel şekilde yaratılan varlık, Ruhu Azam (Muhammedi cevher), diğer adıyla İnsan-ı Kâmil'dir.
Bizim bildiğimiz mânâda, bir suretle var olan ve ‘beşer’ ismini alan insan değildir. Öz Ruh'un, (İnsan-ı Kâmil'in) yoğunlaşmasıyla birimlilik âlemi ve insan meydana gelmiştir. Bilinen anlamdaki insanın, bu Ruhu tüm kemâlâtı ile algılaması, "Halife" adını almasına neden olmuştur.
Bayram özüni bildiBileni anda buldu
Bulan ol kendi olduSen seni bil sen seni. (Hacı Bayram-ı Veli)
Niyazi Mısri:
Sağı solu gözler idim, DOST yüzün görsem deyu,Ben taşrada arar idim, ol can içinde CAN imiş!..
Öyle sanırdım, ayrıyem; DOST ayrıdır, ben gayrıyemBenden görüp işiteni, bildim ol canan imiş!..
derken, benzer ifadeler aşağıdaki satırlarda, Yûnus Emre tarafından dile getirilmiştir.
"Her kancaru bakar isem O'ldur gözüme görünen “ ve "Kancaru bakar isem onsuz yer görmezem."
"Cümle yerde Hakk hazır, göz gerektir göresi"
***
"Ey dün ü gün Hakk isteyen, bilmez misin Hakk nerdedir?Her nerdeysem orda hazır, nere bakarsam ordadır”.
***
"Hakk cihana doludur, kimseler Hakk'ı bilmez Onu sen senden iste, o senden ayrı kalmaz."
***
"Çün ki gördüm ben Hakk'ımı, Hakk ile olmuşum biliş Her kancaru baktım ise hep görünendir cümle Hakk”.
***
"Nereye bakarısam dopdolusun Seni nere koyam benden içeri?"
***
Baştan ayağa değin, Haktır ki seni tutmuş
Haktan ayrı ne vardır, Kalma guman içinde
Konunun anlaşılması için bugünün bilimsel bulgu ve verilerinden de yararlanabiliriz. Şöyle ki; Bugün, bilim çevrelerince, Evrenin yapısı ve bununla direkt bağlantılı olarak, Evreni algılayan yorumlayan insan beyninin işleyiş tarzı hakkında bir takım görüşler ortaya atılmaktadır. 1940'lı yıllarda fareler üzerinde bir takım deneyler yapıldı. Farelerin beyninin bir kısmı alındı ve göstereceği tavırlar izlendi. Sonuçta fare, kendisine öğretilen yolu, beyninin bir kısmı alınmadan önceki gibi bulabilmekteydi. Yine görme merkezinin yüzde 98'i alınmış bir kedi, görme fonksiyonunu eskisi gibi yerine getirebilmekteydi. Bu durum, bilimadamlarını şaşırttı. Nörofizikçi Karl Pribram, beynin holografik özellik gösterdiğini düşünerek, bu husustaki çalışmalarına ağırlık verdi. 1960'lı yıllarda hologram prensibi ile ilgili okuduğu bir yazı, kendisinin düşündükleriyle paraleldi. Pribram'a göre, beyin fonksiyonları holografik olarak çalışmaktaydı. Beyinde görüntü yoktu, peki o zaman neyin hologramı oluşmaktaydı. Gerçek olan neydi? Görünen dünya mı, beynin algıladığı dalgalar mı, yoksa bundan da öte bir şey mi? Bugünkü fizik anlayışımıza göre Evren, birbirini kesen pek çok elektromanyetik dalgalardan meydana gelmiştir. Bu tanıma göre, uzayda boşluk yoktur, her yer doluluktur. Ünlü fizikçi David Bohm, atomaltı parçacıklarla ilgili araştırmaları neticesinde Evren'in de dev bir hologram olduğu kanısına vardı. Bohm'un en önemli tesbitlerinden biri, günlük yaşantımızın gerçekte bir holografik görüntü olduğudur. Ona göre Evren, sonsuz ve sınırsız "TEK" bir holografik yapıdır ve parçalardan söz etmek anlamsızdır.
Bilim bu tesbitleri henüz yapmamış iken, Tasavvuf ehli kişilerin çok uzun yıllardan beri, dille getirdiklerini düşündüğümüzde, esasında çok farklı şeyler söylemediklerini görüyoruz. Üstelik, onlar bunu bir hal olarak yaşarlarken, bir kısmı yaşadıkları bu hakikatı dışarıya aksettirmemiş, bazıları ise, içinde bulundukları toplumun anlayış seviyesine uygun, bir tarzda açıklamaya çalışmıştır.
Bu bir acaip haldir bu hale kimse ermez
Alimle davi kılar, Veli değme göz görmez
İlm ile hikmet ile, kimse ermez bu sırra
Bu bir acaib sırdır, ilme kitaba sığmaz
Alem ilmi okuyan, dört mezhep sırrın duyan
Aciz kaldı bu yolda, bu aşka el uramaz
Yunus canını terk et, bildiklerini terk et
Fena olmayan suret, şahına vasıl olmaz
***
Unuttum din diyanet, kaldı benden
Bu ne mezheptir, dinden içeri
Dinin terk edenin küfürdür işi
Bu ne küfürdür imandan içeri
Geçer iken Yunus şeş oldu dosta
Ki kaldı kapıda andan içeri
***
Yunus bu cezbe sözlerin cahillere söylemegil
Bilmezmisin cahillerin nice geçer zamanesi
***
Ey sözlerin aslın bilen, gel de bu söz kandan gelir
Söz aslını anlamayan, sanır bu söz benden gelir
Söz karadan aktan değil, yazıp okumaktan değil
Bu yürüyen halktan değil, halık avazından gelir
Şimdi biz bir takım bilimsel verilerin ışığı altında, onların bir zamanlar ne demek istediklerini daha iyi anlayabilmekteyiz. Hologram prensibi, tasavvufun anlatmak istediğinin, kısmen de olsa daha iyi anlaşılabilmesini sağlamıştır. Genel anlamda TÜM'ün sahip olduğu bütün özelliklerin boyutsal olarak her birimde nasıl mevcut olabildiğini açıklar. Bu ifade tarzının anlaşılması ile, bizden ayrı, ötelerde olduğu düşünülen Tanrı imajı yıkılarak, gerçek "Allah" kavramı ortaya çıkmaktadır. Bu noktada tasavvuf ile hologramın ne olduğu hakkında kısa bir bilgi verelim, sonra da birleştikleri noktaları tespit etmeye çalışalım.
Tasavvuf, tek bir varlığı ve bir hakikatı tüm boyutları ile inceleyen bir felsefedir diyebiliriz. Bu felsefenin temeli düşünceye dayanır, Düşünme neticesi tespit edilenler ise, bizzat yaşanır. Kur'an'ın ve hadislerin anlaşılabilmesi, tasavvuf erlerinin, verdikleri ipuçlarının çözülebilmesi, değerlendirilebilmesi için, bu felsefenin bilinmesi mutlak olarak zorunludur. Hologram ise, en kısa tanımıyla üç boyutlu görüntü kaydetme yöntemi'dir. Hologram tekniğinin en önemli özelliği, hologram plakasına cisimlerin görüntüsünün değil; o görüntünün elde edilmesi için gerekli bilgilerin kaydedilmesi, dolayısıyla hologram plakasının en küçük parçasının bile, Bütün'ün tüm bilgilerini içerebilecek kapasiteye sahip olmasıdır. Bu tekniği kısaca şu şekilde anlatabiliriz:
Bir lazer kaynağından gelen ışın, yarı geçirgen bir ayna tarafından ikiye ayrılır. Bu ışınlardan biri, hologram plakasına doğrudan ulaşır, öbürü ise görüntülenmek istenen cisme yöneltilir ve oradan yansıyarak hologram plakasına varır. Hologram plakasına doğrudan gelen lazer ışını ile cisimden yansıyarak gelen lazer ışını, bu plaka üzerinde bir girişim modeli oluşturur. Böylece cismin görüntüsü kaydedilmiş olur. Daha sonra, kayıt sırasında kullanılan frekansta ve aynı açıdan yeni bir lazer ışını ile hologram plakası aydınlatılacak olursa, görüntülenen cisim, üç boyutlu olarak odanın içinde canlanır. Plaka, kendisine gelen ışınları tıpkı görüntüsü saptanan cisim gibi yansıtacağı için, görüntü net ve eksiksiz olacaktır. Beyin hücreleri dediğimiz nöronlar da, tek tek birer mini hologram gibidirler ve gelen impalsları frekanslarına ayırarak algılarlar. Her bir hücrenin etkinliği, kendi içinde bir dalga boyu oluşturmaktadır. Bir sürü hücrenin dalga boylarının birbiriyle girişim yapmalarından oluşan holografik model, bizim beş duyuyla algıladığımız görüntüyü ortaya koymaktadır. İnsan beyni de pek çok mini hologramdan oluşmuş büyük bir hologram olarak düşünülebilir. Çünkü beyindeki her hücre, esasında her işlevi yapabilecek yetenek ve kabiliyette var olmuştur. Ancak, kozmik programlanmadan sonradır ki, hücreler özelleşerek kendilerine ait işlevleri meydana getirirler.
Bu açıklayıcı bilgilerden sonra, dini verilerin de ışığı altında beynin nasıl programlandığını düşünelim... Kişinin "Ayan-ı Sabite" denilen, sabitleşmiş ana programını oluşturan yüz yirminci gündeki kozmik ışınlar, meleki tesirler ile yedinci ve dokuzuncu aylarda ve nihayet doğum anında alınan tesirler ile beyin programlanmaktadır. Zaten insan, Allah isimlerinin manalarının bir terkip halinde oluşmasıyla meydana gelmiş bir birim. Ve bu kemalatın genetik verilerle insandan insana nakledilmiş olması dolayısıyla, bu doksan dokuz isim her insanda mevcut. (Bakara 30-31) Ayrıca İnsan, Zat, Sıfat, Esma ve Ef'al boyutlarını özünde bulunduran bir birim. Hologram prensibinin en önemli özelliği, her noktasının bütün cismin görüntüsünü verebilmesidir. Hologramın her noktasına cismin her tarafından ışın dalgaları gelmekte ve orada kaydedilmektedir. Bu nedenle, hologram plakası ne kadar koparılsa, kırılsa bile her parça bütünün bilgisini içinde taşımakta ve gerektiğinde bütünün tam görüntüsünü tek başına vermektedir.
Şimdi, bu verilerle şu sonuçlara ulaşabiliriz: Görüntülenmesi istenen cisimden yansıyarak gelen lazer ışınının hologram plakasına cismin görüntüsünü kaydetmesi gibi, insan beyinleri de, doğum öncesi ve doğum anında, kökeni meleklere dayanan burçlar olarak tabir ettiğimiz sayısız takım yıldızlardan gelen kozmik ışınlarla programlanmış oluyor. Nasıl benzer frekanstaki ışınları plakaya gönderdiğiniz zaman cisim üç boyutlu olarak ortaya çıkıyorsa, Burçlardan ve Güneş sistemindeki planetlerden gelen ışınlar da, o programlanmış olan insan beyinlerini etkilemekte ve kişilerden programları doğrultusunda çeşitli fiillerin, davranışların ve düşüncelerin ortaya çıkmasına neden olmaktadırlar.
Aslında plaka üzerinde görülen üç boyutlu cismin gerçekte bir varlığı yoktur, dalga boylarının oluşturduğu bir modeldir (ya da hayaldir) biz onu var gibi görmekteyiz. Bunun gibi, insan beyni de bu noktada tıpkı bir hologram gibi çalışmaktadır ve biz beş duyumuzun kapasitesi gereğince kendimizi bir birim gibi kabul edip, çevremizde gördüğümüz her şeyin de varolduğunu sanırız. Gerçekte, o hologram plakasındaki görüntünün bir gerçekliği olmadığı gibi, çevremizde görüp var kabul ettiğimiz bir takım şeylerin de bir varlığı yoktur. Fiil diye algılananlar tamamiyle manalardır. Tasavvuf erleri bu anlamda "eşyanın menşe-i"ni düşünmek tevhiddir demiştir. Her mana ise, belli frekanstaki bir dalga boyudur. Böylece beyin holografik olarak evreni algılamaktadır.
Buradan hareketle, makro plandaki Evren de tıpkı beyin hücreleri gibi, kökeni kuantsal enerjiden ibaret bir hologramik yapıdır. Mutlak manadaki Evreni bir an için, hologram plakası gibi düşünün. Sonsuz, sınırsız tek olan Allah, kendindeki manaları seyretmeyi dilemiş ve bu manaları çeşitli şekillerde terkiplendirerek sonsuz sayıda varlıkları meydana getirmiştir. Fakat bu varlıklar, o tek varlığın ilmiyle ve ilminde yoktan var ettiği ilmi suretlerdir. Bu yoktan var ettiği bütün birimler, O'nun ilmiyle, O'nun ilminden ve O'nun varlığından meydana gelmiş olması nedeniyle, o varlıklarda kendi varlığının dışında hiçbir şey mevcut değildir. Tasavvufi anlatımla da olsa evren tek bir ruhtan meydana gelmiştir ve evrende mevcut olan herşey hayatiyetini bu ruhtan alır. Ve bu ruh, aynı zamanda şuurlu bir yapı olması nedeniyle, ilme, iradeye ve kudrete sahiptir. İşte bu evrensel ilim, güç ve irade hologramik bir şekilde Evrenin her katmanındaki her birimin, her noktasında mevcuttur. Bu gerçeğe ermişlerin, "Zerre küllün aynasıdır" şeklinde anlatmaya çalıştığı konu, mutlak bir iradenin yanında bir de irade-i cüz'iyenin var oluşu şeklinde anlaşılmıştır.
Sizin vücudunuzun her zerresinde o kozmik güç, ilim ve irade aynı orijinal yapısıyla mevcut bulunmaktadır. Ve siz bir şeylerin olmasını istediğiniz zaman, ötelerdeki bir varlıktan talep etmiyorsunuz, kendi varlığınızdakinden, Öz'ünüzden istiyorsunuz. Yani Öz'ünüzde mevcut olan Allah ilmi, kendi dilemesiyle ve kendi kudretiyle isteğinizi açığa çıkarıyor. Holografik yapının önemli bir diğer özelliği ise, zaman ve mekan kavramları olmaksızın, geçmiş, şimdi ve gelecek diye bildiğimiz her şeyi yani tüm bilgileri bir arada bulundurmasıdır. Zaman, mekan, geçmiş, gelecek diye algılananların hepsinin algılayanın kapasitesinden kaynaklanan göreceli değerler olduğu, bir kez de hologram prensibi ile destek görmüştür. Tüm'ün bilgisi, her zerrede özü itibariyle mevcuttur ancak: zerrenin de o tüm bilgiyi değerlendirebilmesi, mevcut kapasiteyi kullanabildiği ya da açığa çıkartabildiği orandadır. Levh-i Mahfuz, "kesreti" yani çokluk kavramlarını meydana getiren Esma Terkiplerinin "kaza ve hüküm", bilgi ve bilinç boyutudur. Allah ilmindeki "hüküm ve takdirin" fiiller alemine yansımasıdır.
Bu platformda her şey bilgi olarak, tasarım olarak tüm varoluş gerekçesiyle mevcuttur. Burada zaman ve mekan kavramı olmaksızın ezelden ebede kadar her şey bilgi olarak mevcuttur. İşte bu Levh-i Mahfuz alemlerin aynasıdır ve evrenin geni hükmündedir. Evrende ve onun boyutsal tüm katmanlarında meydana gelmiş olan tüm varlıklar, Levh-i Mahfuz diye bilinen bir üst boyutun tafsiliyle meydana gelmişlerdir. Burada mevcut olan her birim, galaksiler, burçlar, güneşler, planetler ve dünya üzerindeki her şey varlığını Allah'ın varlığı ile vardır. Ve her biri kendi boyutunun algılayıcısına göre vardır. Gerçekte var olan, sadece ve sadece tek'tir, varlık Vahidül Ahad olan Allah'dır. Evrende mevcut olan bu mana suretlerinin hepsinin de tek'in tüm özelliklerini içermesi ve müstakil bir varlıklarının, mevcudiyetlerinin olmaması ve Allah her zerrede zatıyla, sıfatlarıyla ve esmasıyla mevcut olduğu içindir ki, evren de holografik özellik göstermektedir. Bunu tespit eden ermişler de "Alemlerin aslı hayaldir" diyerek bu gerçekliğe temas etmişlerdir. (Bu yazıda Hologram ile ilgili bilgiler, Michael Tablot’un Holografik Evren isimli kitabı ile Bilim ve Teknik dergisinden alınmıştır.)
Bu arada bir günlük gazetemizin yazarından (Türker Alkan)konuyla ilgili olduğu için alıntı yapmak istiyorum. " Kuantum fiziği atomaltı parçacıkların incelendiği bir alan. Son yıllarda bu alanda yapılan çalışmalar şaşırtıcı sonuçlar veriyor. Evrene bakışımızı kökünden değiştirecek önermelerle karşılaşıyoruz. Bildiğiniz gibi dört boyutlu bir dünyada yaşıyoruz. En, boy, yükseklik ve zaman. Olayın çarpıcı niteliğini göstermek için şöyle düşünebiliriz: Sadece iki boyutun bulunduğu ve zamanın olmadığı bir dünyada yaşayanlara üçüncü boyutu ve zamanı nasıl anlatabilirdik? İki boyutlu dünyanın insanları ne kadar 'Olmaz öyle şey' diyecekse şimdi biz de benzer bir şaşkınlık içindeyiz. Bitmedi. Kuantum fizikçilerine göre evrende 11 boyut varmış! Daha 'zaman' kavramının 'boyut' olarak ne anlama geldiğini kavrayamadan yeni boyutlarla nasıl baş edeceğiz, bilmiyorum.Kuantum fizikçilerine göre bir cisim aynı anda birden fazla yerde bulunabiliyor. Hayır, iki veya üç değil, tam 3 bin yerde bulunabiliyor! Evreni sağduyularımızla algılamanın getirdiği sınırlamaları düşünmemiz gerekiyor. Daha çarpıcı iddiaları var kuantumcuların. En şaşırtıcı önermelerden birisi, insan düşüncesiyle maddelerin etkilenebileceği, biçimlenebileceği önermesidir. Japonya'da yapılan bir araştırmada, iyi ya da kötü sözlere muhatap olan su moleküllerinin, söylenenlere paralel olarak, güzel veya çirkin biçimler aldığı görüldü. İnsanın düşüncesiyle evrenler yaratacağını, paralel evrenler olabileceğini ileri sürenler bile var. Teolojik bakımdan da önem taşıyan bir iddiaya göre ise tüm evren bir tek varlıktır! Tek bir zihindir. Bu görüşe göre 'başkasının zihnini okumak' anlamında 'telepati' yoktur. Çünkü insan zihni zaten ortaklaşa bir zihnin parçasıdır. Evrende olup bitenleri bilmektedir! İlginç buluşlardan birisi, bilim adamları tarafından gözlenen elektronların, gözlenmeyen elektronlardan farklı davrandıklarıdır. Elektronlar sanki gözlendiklerini biliyormuş gibi hareket ediyorlar! Bir atomaltı parçacığını ikiye ayırıp evrenin iki ucuna yerleştirsek, iddiaya göre, bu iki parçacık sanki ayrılmamışlar gibi, aynı hareketleri yapacaktır. Çünkü evreni oluşturan mesafe görünüşten ibarettir. Ve tabii zaman izafidir, zaman içinde seyahat mümkündür. Bunları söyleyenler rastgele kişiler olsa güler geçersiniz. Ama karşımızdakiler dünyanın en saygın bilim adamlarıdır. Kuantum fiziğinin düşündürdüğü birkaç nokta önemli. Birincisi, evrenin 'birliği' fikri ki bizi Doğu felsefesinin binlerce yıl önce söylediği düşüncelere geri götürmektedir. İkincisi, geleneksel 'materyalist' düşünceye karşı, 'idealizmin' destek bulduğu bir evreni betimlemektedir. Ki kimse fizikten böyle bir sonuç beklemezdi"
Aşk ile ister idik yine bulduk ol canı
Gömlek edinmiş giyer suret ile bu teni
**
Yunus imdi sen senden, ayrı değilsin candan
Sen sende bulmaz isen, nerde bulasın anı
Alemdeki varlıkların oluşumu her an devam etmektedir. Allah katında zamanın ve mekânın bir anlamı yoktur; Tek bir an vardır ve o an devr-i daim ederek, Allah'ın kudret ve iradesine göre şekillenmektedir. Başlangıç ve bitiş zamanı aynıdır. Oluşlar noktanın sürekli deveranıdır. Var oluş konusunda üç durum söz konusudur; Birincisi mutlak varlıktır. “Var olmak” kendisidir. Onun yüce zati sıfatıdır. İkincisi mutlak yokluktur. Sadece mutlak varlığın bilinmesi için mefhum olarak ortaya çıkarılmış durumdur. Yoktur. Üçüncüsü mümkünattır yani mevcudattır. Varlık verilenlerdir ki; var olabilirde, var olmayabilirde. Bu mevcudatın varlığı, kendinden menkul değil, varlığını verene aittir.Bu mevcudatın iki yönü söz konusudur. Birincisi varlıktan gelen ve ona ait olan varlık yönüdür. ikincisi ise varlığı kendinden olmamakla kendisine ait olan hiçlik - yokluk - çirkinlik - ayıp - terslik yönüdür. Bu mevcudatın benzeri, eşi, dengi veya zıddı olur. İlim şehrinin tanıtımı burdadır.Yokluğun ortaya çıkarılması, varlığın bilinmesi içindir. Çünkü bu boyutta (mevcudat içinde) her anlam karşıtı ile bilinir. Tasavvufta nokta, ahadiyete işaret eder. Vahidiyetin batını AHADİYET, zahiri RAHMANİYET'tir. Ne dün vardır ne de yarın! Evren her an oluş halindedir. "O her an yeni bir şe'ndedir" (Kur'ân-ı Kerim 55/29).
Varlıkların özünde Allah olunca, tabiatta iyi-kötü, hayır-şer olamayacağı gibi, ölüm diye bir şey de yoktur. Var olmak ve yok olmak aslında bir değişimdir. Varlık ve yokluk da bize göredir. Gerçek anlamda ölüm yoktur.
Koğıl ölüm endişesin, Aşıklar ölmez bakidir
Ölüm aşıkın nesidir cun nur-u ilahidir
Ölümden ne korkarsın çünkü hakka yararsın
Bil ki ebedi varsın, Ölmek fasid işidir
***
Kal u bela denmeden, Kadimde bile idik
Biz bir uçar kuş idik , vücut can budağıdır
Yunus beşaret sana, gel derler dosttan yana
Ol kimseye ol ana KULLUN YERCİ (Herşey döner -Haktan gelen hakka dönecektir-) aslıdır
Bütün oluşların temelinde Allah vardır; bize bizden yakın olması, yaptığımız her şeyi bilmesi bundandır. Bizim her şeyi kendimiz yapıyormuşuz gibi, başka varlıkların başka şeyler yapıyormuş gibi görünmeleri sadece bir hayaldir. Aslında herşeyi yapan Allah'tır; Kur'ân'da Hz. Muhammed(S.A.V) 'e "Attığın zaman sen atmadın, lâkin Allah attı." (22/17) ifadesi vardır. Burada da sûreten Hz. Peygamberin attığı, ama gerçekte işi yapanın Allah olduğu ifade edilmektedir.
Tasavvuf'da ; yaratılmış olan herşey insan içindir. Mutasavvıflar, evrenlerin yaratılışını sadece Allah'ın var olup hiç bir şeyin olmadığı "lâ taayyün" devresinden (Hz Ali “Sadece Allah vardı başka hiçbir şey yoktu"), evrenlerin kademe kademe yaratılıp insaniyet mertebesine gelinceye kadarki evrelere kadar incelerler. İnsanın yaratılmasına kadar evrende çeşitli tabiî olaylar olmuş, birçok canlı türleri gelmiş geçmiş ve tam insanın yaşayabileceği bir ortam oluşturulduktan sonra Hz. Âdem yaratılmıştır. Hz. Muhammed(S.A.V) 'in bedenen gelişi de gene insanların belli bir olgunluk düzeyinden sonradır. İnsandan önceki varlık evrenin gayesi, insanın özünü taşıyacak olan bir bedenin hazırlanması idi. İnsanlığın gayesi olan bu İnsan-ı Kamil ( Yani Hakk'ın Zahir yönünün aldığı isim ) beden peygamberimiz Hz. Muhammed (S.A.V) dir. İnsanın yaratılmasına gelince, bu hem ilk insanın hem de daha sonraki tek tek her insanın yaratılmasında önemli bir konudur. Evrenler için yer küresi (arz), onun içinde maden-bitki-hayvan üçlüsü diğerlerine göre ayrılmıştır. "Asıl"dan madenler, madenlerden bitkiler, bitkilerden hayvanlar seçilerek geliştirilmiştir ("ıstıfa"). Hayvanlar içinde birçok grup vardır ve insan da ayrı bir varlık katmanı olarak bunlardan seçilip yaratılmıştır. Bu, ilk yaratılmış insan olan Âdem'de böyle olduğu gibi, şimdi yaratılmakta olan her insanda da böyledir.("Hiçbir şeyden haberi olmayan cansızlardan gelişip boy atan bitkiye, bitkiden yaşayış, derde uğrayış varlığına, sonra da güzelim akıl,fikir, ayırt ediş varlığına geldin" Hz.Mevlana). Yeryüzündeki insan, "Allah'ın halifesi" olarak yaratılmıştır (Kur'ân-ı Kerim 2/30). Allah'ın halifesi demek, onun iradesiyle onun çok şanlı ve hayırlı yaratmalarına onu temsilen vesile olmak demektir ki bu yetkinin doğru kullanılıp kullanılmaması melekleri bile endişeye sevketmiştir. Ama Allah, "Ben sizin bilmediğinizi bilirim" diyerek insanın önemini göstermiştir. Varlık evreninin gayesinin insanı yaratmak olduğunu Yüce Allah,peygamberimiz vasıtasıyla bir Hadis-i Kutsi ile bildirmiştir.”Ben gizli bir hazine idim,bilinmek istedim. Sevdim ve bütün cevherlerimi bu alemlere saçtım.(Ademi yarattım)” .Bu hadisle Allah tüm evren ve alemleri bilinmek için yarattığını ifade etmektedir. Bu sözle varoluş şekli açıklanırken, gizli olanın evrensellik ve adem adı altında zahir olduğu da anlatılmaktadır. Evren yaratıldıktan sonra ise sıra kendisini bilebilecek özellikte bir varlığın yaratılmasındaydı. Sıradan bir varlık onu bilemeyeceğine göre ,Bu çok üstün bir varlık olmalıydı.Ve kendi özelliklerini taşıyan (Yeryüzündeki halifesi) bir varlık olarak insanı yarattı (“İnnallahe halake Ademe ala suretihi” – Allah Ademi kendi suretinde yarattı.) Tabii buradaki insan ile Insan-ı Kamil kastedilmektedir. Kişiliği yönü ile İnsan-ı Kâmil, hayatiyeti ile Ruhu Azam adını alan bu muhteşem varlık, Hazreti Muhammed(sav)’in hakikatidir. O zat, genel anlamda Rasullerinin tümünü temsil eder. O zat, tüm rasullerin temsil ettiği yüce değerlerin en üst seviyede kendisinde toplandığı, insan için zirve olan ve insanın yaratılış GAYESİNİ temsil eden bir büyük yaratılıştır. Onun hakikati, tam manası ile, “Allah için” olan, Allahtan ve Allahın olan bir Gaye ve Ruh-Rasuldür.
Tüm resullerin özelliği, onda toplanan özelliklerden birinin temsili ve ifadesidir. O zulümsüz, bütün bir nur ve mana olan asli gayedir. O, tüm mevcudatın Rasulü, sebebi, mevcudatın ve mevcudatın bir özü olan ademin yaratılış gayesidir. O, güzelin mazharı ve “Allah için” olan SEVGİLİDİR. Allah ona, “seni yaratmasaydım eflaki yaratmazdım” demiştir. Et-Tin Sûresinde, “Ahsen-i Takvim” olarak belirtilen O’dur. Yeryüzü İnsan-ı Kâmilleri ise, O’nun vekilleridir. Ve insanlara bu ozelliğe erişme yeteneği verilmiştir. Tasavvufi eğitim işte bu yeteneği geliştirerek talipleri,kendi yetenekleri ölçüsünde İnsan-ı Kamil yapma eğitimidir.
Böylece bütün evrenin, Allah isimlerinin manaları olduğunu anlayan bir mutasavvıf için, cana yönelerek Allah'ı kendi içinde bulmak, en doğru yoldur.Yunus,
"İstediğimi buldum eşkere can içindeTaşra isteyen kendi, kendi nihân içinde."
diye başlayan şiirinde, özümüzde Allah'ın bulunduğunu şöyle ifade ediyor:
"Sayrı olmuş iniler, Kur'ân ününü dinlerKur'ân okuyan kendi, kendi Kur'ân içinde.Baştan ayağa değin Hakk'tır ki seni tutmuş Hakk'tan ayrı ne vardır, kalma gümân içindeGirdim gönül şehrine, daldım onun bahrına Aşk ile gider iken iz buldum cân içinde."
İnsanın kendi benliğindeki Allah'a ulaşabilmesi için kendi benliğinde "seyretmesi" gerekir. Bu, çok güzel bir yoldur . İnsana da şah damarından daha yakın, ruhunun, canının tâ içindedir.
"İstemegil Hakk'ı ırak, gönüldedir Hakk'a durak Sen senliği elden bırak, tenden içeri candadır."
"Yunus sen diler isen, dostu görem der isen Aynadır görenlere ol gönüller içinde."
Yûnus Emre, gizli ve örtülü olanın Allah değil insan olduğunu şöyle ifade ediyor:"Yunus'tur eşkere nihan, Hakk doludur iki cihan Gelsin beri dosta giden; hûr-u kusur Burak nedir?"
"Bende baktım bende gördüm benim ile bir olanı Sûretime cân olanı kimdurur (ben) bildim ahi....İsteyüben bulımazam, ol benisem ya ben hani Seçmedin ondan beni, bir kezden ol oldum ahi....Ma'şuk bizimledir bile, ayrı değil kıldan kıla Irak sefer bizden kala, dostu yakın buldum ahi.
Nitekim ben beni buldum, bu oldu kim Hakk'ı buldum Korkum onu buluncaydı, korkudan kurtuldum ahi....Yunus kim öldürür seni, veren alır gene cânı Bu canlara hükm'edenin, kim idiğim bildim ahi"
Kişinin gönlünde HAK'kı görebilmesi için cezbe, muhabbet, sırr-ı ilahi denen üç ilke vardır. Bunlardan birincisi bütün varlıklardan yüz çevirip Allah a yönelme, İkincisi Allah'dan başka bir varlığı sevmeme, Allah ın ancak sevgiyle bilinebileceğine inanmaktır. Üçüncüsü de Allah gerçeği sırrına varmadır. Bunun da üç kuralı vardır.
a) Bütün eylemleri yok sayarak yalnız Allah ı düşünmek, bütün eylemlerde Allah dan başka bir varlık olmadığına inanmak.
b) Bütün niteliklerin Allah dan geldiğini kavramak, Allah dışında bir niteliğin bulunamayacağı kanısına ulaşmak.
c) Allah özünden başka bir öz bulunmadığı sonucuna vararak kendi varlığının yokluk olduğunu bilmek.
Benim canım uyanıktır dost yüzüne bakan benem
Hem denize karışmağa ırmak olup akan benem
***
Ben hazrete tutum yüzüm ol aşk eri açtı gözüm
Gösterdi bana kendozum ayet-i kul denen benem
***
Şah didarın gördüm ayan hiç gumansuz belli beyan
Kafir ola inanmayan ol didara bakan benem
***
Bu cümle canda oynayan damarlarımda kaynayan
Kulli dillerde söyleyen kulli dili diyen benem
Yûnus, evrenle kaynaşmıştır, her nereye baksa orada Hak'kı müşahade eder. Orada son derece dinamik, canlı, sürekli bir oluş vardır. O oluşa katılma, Allah'ın tecellilerini bir başka gözle görmektir.Evrende asıl olan aşktır, sevgidir. Aşkın kaynağı Allah katındadır ve oradan bir parça aşk bütün evrenlere yayılmıştır. Allah'ın oluşu idare eden sevgisi bütün varlık ve olaylarının en içine, onu karakterize edecek şekilde yerleşmiştir. Varlıkların ve olayların gerçek anlamına, oradan evrenin anlamına ve Allah gerçeğine ulaşmak için, her şeyin özüne doğru gidilmelidir. "Fenâ mertebesi"ne ulaşan mutasavvıf, ancak o mertebede kendisini Allah'ın halifesi gibi görüp bütün oluşa, Allah'ın bu evren ve evrendeki varlıklara çizdiği boyutlar içerisinde, ama bütün zaman ve mekânlarda, bütün varlık katmanlarında ve hallerinde katılır. Nihayet , "sonun başlangıçla birleştiği safha" ya geçilir.
"Beli" kavlin dedik evvelki demde
Henuz bir demdir, ol vakt u bu saat
**
O Makam zaman ve mekanın olmadığı hiçlik , yokluk makamıdır ki ,orada sadece Allah vardır.
Benden benliğim gitti hep mülkümü dost yuttu
La-mekana kavm oldum mekanım yağma olsun
Anlaşılır ki bilinen tüm mekan ve zamanlar izafi ve zan imiş sadece tek bir "An" varmış.
“Sadece Allah vardı başka hiçbir şey yoktu işte bu an da o andır” Hz Ali.
ÖZETLERSEK;
Sadece O vardı. Bilinmeyi istedi bunu sevgiyle varlık hâline getirmeye karar verdi ve uyguladı. Bütün âlem, maddesi ve mânâsıyla var oldu. Mekânın yaratılışıyla zaman da yaratılmış oldu. Bâzıları buna genesis, bâzıları yaratılış, bâzıları da Big Bang der. Bu ilk yaratılış belli bir yerde olmadı çünkü ondan evvel mekân yoktu; belli bir zamanda da olmadı çünkü ondan evvel zaman yoktu. Bu sebepledir ki, bizim ölçülerimize göre değerlendirmek için zihnimizi zorlarsak, yaratılış her yerde ve her zaman oldu, olmakta ve olacak; Big Bang aslâ bitmedi, bitmeyecek, tâ ki yaratılanların farklılıkları bitip de her şey aynı hâle gelinceye kadar. Bâzıları bu farklılıkların azalması, her şeyin sürekli dağılıp gitmesi vâkıâsına entropi der. Çünkü var oluş ancak farklılıkla, izafiyetle mümkün ve farklılıklar ortadan kalkınca ne zaman kalacak, ne de mekân. Bâzıları bu mukadder hadiseye kıyamet der; ne zaman kopacağı sorulduğunda "ölçülemeyecek kadar uzun bir süre sonra" cevabını verirler çünkü o olduğunda ölçülecek zaman kalmayacaktır. Üstelik Big Bang de, kıyamet de hep var olmakta. Bütün madde ve mânâ âlemi her an yeniden yok olup varlığa kavuşmakta. Böyle olduğu için de mâzî, hâl ve âtî hep aynı, O hepsini biliyor ve her şey zâten O'nda. Bâzıları "yaratılışa ne gerek vardı, O'nun ihtiyacı mı vardı" diye sordular zaman zaman; halbuki yaratılış kaçınılmazdı çünkü bütün bu olup bitenler akl-ı hikmet, kudret ve güzellikle dolu O'nun bu vasıflarının bir yansıması, bir yanılsaması sâdece; hakikatte ne yaratılış var, ne de yaratılmış. Zâten her şey O! Bu mutlak hakikati kâlbinde hisseden Hallâc-ı Mansûr diye birisini, yaşadığı ruh hâlini konuşma lisanının kifayetsizliği içinde dile getirdi diye, dini-dar olanlar yaktılar.
O sevgi ve bilgi olduğu için, kâinatı da sevgi ve bilgi ile yönetti. Big Bang'den sonra her şey sonsuzca dağılıp yok olacağına, kümelenerek maddeyi ve enerjiyi oluşturdu. Zâten madde ile enerji denen yaratıklar aynı şeydiler. En küçük zerrelerden sonsuz bütünlüğe kadar bütün evren bilginin düzeni içerisinde sevgiyle birbirine yaklaştı. Bâzıları buna gravite, zayıf güç, çekirdek gücü gibi isimler taktılar; Einstein diye birisi hepsinin aynı gücün yansımaları olduğunu göstermeye çalıştı, hattâ “Tanrı’nın formülünü bulmak üzereyim” gibi, bâzılarına çok ters gelen lâflar etti. Nötronlar, atomlar, moleküller, gök cisimleri, yıldızlar, gezegenler oluştu. Bâzıları bunlara kapalı ve açık sistemler dediler.
En azından bir tânesinin varlığından emin olduğumuz bâzı gezegenlerde oksijen, karbon ve azot denen elemanlar öylesine sevgiyle ve bilgiyle birleştiler ki, organik moleküller teşekkül etti, sonradan bunlar bâzılarının kozervat dedikleri canlılık öncesi oluşumlar hâline geldiler. Daha sonra bunlara sevginin kaçınılmaz gereği olarak can verildi. Bâzıları buna ruh, bâzıları soul, bâzıları spirit, bâzıları başka isimler verdiler; bu isimlerin hemen hepsi soluk, rüzgâr veya gölge anlamına gelen köklerden türedi çünkü canın uçucu, ölümle cesedi terk edip giden bir cevher olduğu düşünüldü. Can, O'nun mahlûkatın bir kısmına bahşettiği bir ayrıcalıktı âdeta ama, evrimin kaçınılmaz özelliği olarak, canlılıkla cansızlığın sınırları da kesin değildi. Bâzılarının virüs, prion gibi isimler taktıkları yaratıklar bu belirsiz sınırda yerlerini aldılar. Bâzılarının canlıları en mütekâmil açık sistemler olarak tanımlamaları, yâni entropiye karşı çıkarken (negentropi yaparken) çevredeki entropiyi arttırdıklarını söylemeleri pratik açıdan çoğu kişinin işine yaradı ama ekserîsi düşünemedi ki, kâinatın kendisi en büyük açık sistemdi ve eğer canlılığın târifi buysa, hareketlilikse, reaktiviteyse, malzemeyi alıp kendi işine yarayacak şekilde kullanıp artıkları atmaksa ve eninde sonunda gene entropiye mağlûp düşüp dezorganize olmaksa, bütün bu kıstaslara en mükemmel şekilde uyan yaratık kâinatın ta kendisiydi. Yâni can her yerdeydi, ruh her şeydeydi.
Canın ne olduğu, mâhiyeti gibi suâller pek çok zihni binlerce yıl meşgûl etti. Halbuki can, mutlak hakikât olan O’ndan, sâdece ve sâdece O’ndan başka bir şey değildi. Bunu insan beyninin kavraması mümkün olmadığı için, gönderdiği kutsal kitaplarda değişik isimlerle candan bahsetti ama ne olduğunu anlatmadı; Kur’an-ı Kerîm isimli kitabında ise insanların bu mes’eleyi kavrayamayacaklarını açıkça beyan etti.
Daha güzele ve bilgiliye doğru yolculuk devam etmeliydi tabiî ki, öyle de oldu çünkü O, kendinin sûretini, yansımasını yaratmak istiyordu. Tek hücreliler, zamanla, birleşerek daha karmaşık çok hücreli canlıları, onlar da, zamanla, muhafaza edilmesi daha zor ama gelişmiş büyük canlıları husûle getirdiler. Güzelliğin ve bilginin gereği, her şeyin hep zıddıyla kâim olması gerekiyordu. Elektronun pozitronu, cansızın canlısı, dirinin ölüsü, erkeğin dişisi, hayvanın bitkisi... gibi sonsuz sayıda zıtlıklar oluştu. Bâzıları buna diyalektik dediler.
O’nun sevgi ve bilgisinin karşıtı olarak nefret ve cehâlet, hikmetinin karşıtı olarak da taassup ister istemez oluştu. Doğum ölümle, iyilik kötülükle, merhamet zulümle, sıhhât hastalıkla, barış savaşla zıtlaştı. Bütün bu kötü gibi görünen var oluşlar aslında evrimin devamı, daha iyiye ve güzele akışın temini için gerekliydi. Bu temel espriyi fark edemeyen bâzıları şeytanı O’nun rakibi zannedip perestiş ettiler, hattâ tapındılar. Halbuki bütün bunlar sâdece ve sâdece insan için mevcuttu; insansız âlemde her şey biteviyeydi, şeytan da kötülük de yoktu. Hepsi, kendi kendini aşmaya mahkûm ve muktedir tek yaratık olan insanla beraber var oldu. Bâzıları Mekke isimli şehirde taşlar atarken orada gerçekten şeytan diye bir varlığın bulunduğunu, bu sûretle onu zayıf düşürdüklerini sandılar; halbuki kendi içlerindeki kötülükleri taşlıyorlardı, kendi ruhlarını temizliyorlardı. O, aynı şehirdeki çok eski bir mâbedi (Kâbe) bütün kendisine inananların teveccüh edecekleri, ibâdet ederken yönelecekleri merkez ilân etti. Mevlâna gibi mutasavvıf denen bâzıları hâricindeki kişiler düşünemediler ki, bir an için o bina ortadan kalksa, milyarlarca kişi birbirlerine teveccüh etmekteydiler günde beş kez... Yâni insana, O’nun sûretine, yansımasına; O’na! Bâzıları bu aşkın fikir ve gönül zâviyesini, her şeyin başının ve sonunun insan olduğunu, insandan başka kıymet hükmünün bulunmadığını vehmeden hümanizm isimli felsefî akımla karıştırıp kızdılar; zâten, bu nüansı farkında olmayan pek çok kişi, bu terimi basitçe insanı sevmek anlamında kullanmaktaydı.
Bu zıtlıklar birbirlerini tamamladılar, yeni güzellikler oluşturdular. Hayvanlar âlemindeki gelişme, aynı minvâl üzre, bâzılarının memeliler, primatlar, hominidler dedikleri yaratıklara kadar ilerledi ve, sonunda, beyni bilinen bütün diğer canlılardan daha çok gelişmş, soyut düşünme kaâbiliyetine hâiz, kendi kendini aşmaya mecbur ve mahkûm, O'nun hakkında tefekkür etme mazhariyetine sahip bir varlık gelişti; bâzıları ona insan, bâzıları eşref-i mahlûkat, bâzıları homo erektus, homo sapiens, homo faber, homo ekonomikus... gibi isimler taktılar. O, sevgi ile birbirlerine yaklaşsınlar diye onları ırklara, milletlere, dinlere... böldü; farklılıklar olacaktı ki tekâmül sürsün.
Hep O'nun hikmeti, kudreti ve bilgisiyle oluşan, sevgisiyle süslenen, tâ ilk yaratılıştan insana kadar mevcut olan bu tekâmülü Darwin ismindeki bir bilim (ve, ne ilginçtir ki din) adamı gibi bâzıları kör tesadüflerle izah etmeye çalıştı, bâzıları da kutsal kitapları hatâlı tefsir edip, bağnazlıkla reddetmeye kalkıştılar.
O'nun varlığı idrak edilebilecek, kavranabilecek bir şey olmadığı için, ancak sezilebilirdi, hissedilebilirdi, özel bir hâlet-i ruhiye ile daha yakından irtıbat kurulabilirdi. Buna bâzısı mistik yaşantı, bâzısı nirvanah, bâzısı erme, bâzısı başka şey der. Bâzılarının peygamber, nebî, velî, ermiş gibi isimler taktıkları insanlar bu irtıbatan manevî kudretlerince nasiplerini aldılar. Çok özel bâzılarına ise, insanlar O’nu bâri bilgi yoluyla bilsinler diye, O’nun kelâmı olan, yazılı hâle getirildiği için de kutsal kitaplar denen bilgiler gönderildi. Bâzıları bu seçilmiş kulların ortaya koyduğu akâide din adını taktılar. Bütün bu kişilerin arkasından asırlar boyunca milyarlarca insan yürüdü; çünkü insanın özünde, hamurunda iman ihtiyacı vardı, kendini yâni O’nu arıyordu. Bütün yolların O’na, sâdece O’na çıktığını fark edemeyen, çokluktaki birliği göremeyen pek çok insan toplulukları asırlarca birbirleriyle beyhude harbetti. Çünkü dinlerin O’na ulaşmak için birer vâsıta olduğunu idrak edemeyip, birer gâye hâline getirilmesi hatâsına düştüler! Öyle olunca da, O’nun akıl, hikmet ve güzelliğine ters düşen taassup, yâni yobazlık doğdu. Şeytanın ta kendisi olan bu illet sırf din plânında tecahür etmedi zâten; bâzılarının ideoloji, bâzılarının felsefe, bâzılarının dünya görüşü dediği çeşitli inanç sistemlerinin de mutaassıpları, yobazları oluştu birbirlerinin ve kendilerinden farklı gördükleri herkesin gözlerini oymak üzere...
O, aklın, müsbet ilmin ve hikmetin rehberliğini emretti insana. “Maddî âlemin icaplarını yerine getirin, sonuna kadar mücadele edin, ne zaman ki kudretinizin sonuna gelirsiniz, o zaman bana sığının, duâ edin dedi. Bâzılarının kader, bâzılarının Karma, bâzılarının başka şey dedikleri şeyin O’nun bilgisi ve sevgisiyle oluştuğunu, O’nun kavranamaz ilmiyle düzenlendiğini, ümitsizliğe kapı olmadığını anlattı kullarına. Bâzıları bunu yanlış anladılar, ahmakça bir tevekkülle sâdece duâya, ibâdete sığındılar ve bu dünyanın gereklerini yerine getirmediler. Yenilik ve inkişaftan kaçındılar, aklın önderliğini bir tarafa atıp nakilcilik batağına düştüler. Her zerresi tekâmül için yaratılmış bu kâinatta en ufak bir terakkîye dahi karşı çıkar oldular. Bu gibilerin elinde, O’nun insana bahşettiği en ulvî ve hakikî huzur aracı olan din bir işkence mekanizmasına dönüştürüldü. Din nâmı altında sevgiden yoksun, içtihad nâmı altında tıkanmış tefsir yumaklarına dayandırılmış kör bilgiye istinad eden, hikmetten mahrum bir zulüm sistemi ortaya çıktı. Buna tepki verenlerin bir kısmı ne yazık ki din düşmanı oldular, sahte peygamberlere kapılandılar veya ümitlerini kaybettiler. Ama O her şeyi bilendi, her zehirin panzehirini de hâlk etmişti. Akılla imânı taassup batağına düşmeden birleştirebilen kullarını hep yarattı, görevlendirdi.
Zaman içerisinde zaman, mekân içerisinde mekân, sürekli yaratılış ve mahvoluş, hiçlikte heplik, her şeyin sâdece ve sâdece O olması hakikatinin kâlbden idraki ile titreyen gönül gözleri açık kişiler çalışmayı, tekâmüle ve ilme hizmeti en büyük ibâdet kabûl ettiler. Zâten O'’un da mesajı açık ve netti! En son gönderdiği ve değiştirilemezliği O’nun garantisi altında olan kitap OKU diye başlıyordu ve peygamberinin âlimlerin mürekkeplerinin şehitlerin kanından daha kıymetli olduğunu, ilmin dünyanın öte tarafında da olsa gidilip alınmasını tavsiye eden sözleriyle süsleniyordu.
Tekâmül hep sürüyordu, sürmekte ve sürecek; her şey aslına, O’na dönünceye kadar.Ve bu dönüş çoktan oldu, oluyor, olacak. Çünkü “önce”, “şimdi” ve “sonra” hep aynı.
R İ S Â L E T Ü ’ N
N U S H İ Y Y E
(Öğütler Kitapçığı)
R İ S Â L E T Ü ’ N N U S H İ Y Y E
Pâdişâhın kudreti gör neyledi
Od u sû toprâğ u yele söyledi
Bismillah deyip getirdi toprağı
Ol arâda hâzır oldu ol dâğı
Toprağ ile sûyu bunyâd eyledi
Ânâ Âdem demeği âd eyledi
Yel gelip ardınca dağıttı anı
Andan olsun cism-i Âdem bil bunı
Od dahi deldi vü kızdırdı anı
Çünki kızdı cisme ulastı canı
Sûrete girmeğe can fermân olur
Pâdişâh emri anâ derman olur
Sûreti can girdi pûr nûr eyledi
Sûret dahî cânı mesrûr eyledi
Hamd û şükr etti dedi ey Zû’l Celâl
Bin benim bîğî yaratsan ne muhâl
Toprağ ile bile geldi dört sıfat
Sabr u iyi hû tevekkül mekrümet
Suyıla geldi bile dört dürlü hâl
Ol sefâdur hem sehâ lûtf u visâl
Yel ile geldi bile bil dört heves
Oldurur kizb û riyâ tizlik nefes
Od ile geldi bile dört dürlü ded
Şehvet û kibr û tama’ birle hased
Cân ile geldi bile uş dört hisâl
İzzet û vahdet hayâ âdâb-ı hâl
Gel imdî dinle sözü serh edeyim
Biri bîrin onu sânâ diyeyim
Çü şâhın hikmeti ak demden idi
Bu birkaç söze şerh Âdem’den idi
Bu muhtasar cihan iki cîhanca
Dügeli bâkar îsen yüzbin anca
Azim cihandürür gönül cîhanı
Senî izler isen bulasın ânı
Haber verirsen nefsin elinden
Ümîdin vâr ise gîdesin andan
İkı sultandurur sana havale
Diler her birisi kim mülki âlâ
Birî râhmanidir can hazretinden
Birî şeytânidir garez yatından
Gör imdî kim seni kîme taparsın
Kime kapu açar kime yaparsın
Onüç bin erdürür râhmani leşker
Zebunsuz kimselerdir key erenler
Dokuz bindir bu nefsin haşerâtı
Müdâm eğerlidir buncalârın atı
Nişanları bu kim yüzleri kara
Bu nifrînü şikâyet kanda vâra
Sakıngıl kim bulardan olmayâsın
Ki nefs dîvânına yâzılmayâsın
Kır nefsin dîleğin can besler îsen
Yerin nurcan sözüne esler îsen
Tekebbür nefsdir sultânı bilmez
Çerisînde iyi dirlik dirilmez
Key ârı can gerek şeh hazretinde
Irılmâdan dura sultan katında
Kadîmden nefstir sultâna âsî
Bir urgandır hemen ânın behâsı
Bu nefs oğlanları dokkuz kişidir
Nifâk u şirk ânların işîdir
Ulû oğlu tama’ iyi iş itmez
Cihan mülkü onun olursa yetmez
Bin er donlu durarlar kapısında
Esir etmiş cihânı tapısında
Sever dünyâyı çün oldur imânı
Susuzdur dünyaya konmaz revânı
Neyi sever isen îmânın oldur
Nice sevmeyesin sultânın oldur
Sevindir bil senî senden ileden
Ne sever isen ol yânâya yeden
Ki sevindiğinden öte menzilin yok
Asıl ma’nî budur söz kelecî çok
Bu yolda da’vi sığmaz ma’ni gerek
Neyi kim sever isen âvı gerek
Buçuk gün durmayan aklın katında
Ne lâyık ola şâhın hazretinde
Görem bir şahs gelir benzi sararmış
Tutulmuş dili aklı yâvı varmış
Gelip aklın önünde tâpı kıldı
Hak’a şükreyledi çün ânı buldu
Eğer sen akl isen gel beni göe der
Timâr eyle benim derdime er der
Ayıtmâdın göreyim bir gün ânı
Ne sordun kinseye ol kimse kanı
Tama’ tervânı ile yoldan azdım
Sanâgeldim çün ögüm sende sezdim
Bunâlıp sana geldim hâlimi bil
Mededin vâr ise gözüm yaşın sil
Tama’hapsine düştüm çıkamâzım
Katı berktir duvârı yıkamâzım
Key erenlerdürür zındânı bekler
Bahâdırlar demir yürekli erler
Bin er donlûdurur tama’ cerisi
Mûbârızdır bahâdır her birisi
Ele gireni zındâna vururlar
Ayâğınâ da demir buyururlar
Suâl ettim bulâra ne kişîsiz
Ulûnuz kimdürür kimin eşisiz
Dediler kamûsu nefs kullarıdır
Kamâsunun tama’ ulûlarıdır
Tama’dârın yeri tâmuda olur
Kaçan tâmud’olan âsûde olur
Yolumaldı benim aldadı tuttu
Bugün yârın ile ömrüm tüketti
Akıl ânın sözün çünkim işitti
Tefekkür eyleyip kendiye gitti
Çü gene geldi akl öğütler ânı
Bize gelenlerin kurtuldu cânı
Bize geldin ise endişe yeme
Ne kılam diyebeni gussa yeme
Kanâat fakr ile pes gele şimdi
Bakadur düşmene gör nide şimdi
Çağardı muştucu geldi kanâat
Harir donlar giyer biner burağ’at
Alemleri yeşil bulundu çıktı
Kimesne eslemez yavlak ınıktı
Çavuşlar yöğşirir sağdâ vu solda
Gırîv u zemzemedir değme yolunda
Ânı gördü kaçar nefs haşerâtı
Görimdi nîtedir hâlık sıfatı
Sıkıntı cümlesi gerü kayıkmaz
Döker oğlun kızın ardına bakmaz
Bunaldı cümlesi durmâdı kaçar
Kılıç lâzım değil iş oldu nâçar
Kılıçlar kanlıdır erleri gâzî
Uçar kuşlar gibi atları tâzî
Tama’dan kurtarırlar il ü şehri
Sıdılar leşkerin cebrî vü kahrî
İderler hây u hû nifrîn ü efgan
Muhâldir kimse ondan kurtarâ can
Sıyıp çerisin iline akarlar
Kovup oğlun kızın şehri yakarlar
Gazâdan geldi şeh tahtın’ oturdu
Sipâhiler kamû tâpûya durdu
Kamu şehr u kamu il rahat oldu
Nereye vârsan pür ni’met oldu
Görünmez oldu ol kızlığı u âfet
Matırbazlar olurlar cümlesi mat
Herifler cümlesi tââta meşgul
Oluptur cümlesi sultânına kul
Oturur cümlesi han meclisinde
Ferahlar u kadehler ellerinde
Ferâgat oldu bunlar hoş geçerler
Sürer sâkıy şarab dün-gün içerler
Ferah oldu bular kayguları yok
Eğinleri bütün karınları tor
Nidem dimek ırâğ oldu bulardan
Ki ömr ü rızka oldurur payandan
Çü mihman-dar kendüs’oldu sultan
Ha döşer durmadan hân üstüne hân
Nice senin gibiler yedi doydu
Bikirdürür dahi hiç eskimedi
Yenir durmaz velî zerre gidilmez
Nereden geldiği kimse bilmez
Erenlerdir bu dirliğe erenler
Yüzün ma’şûkanın mutlak görenler
Hakıykat bunlar ölmezler kalırlar
Ki her dem yeniden kısmet alırlar
YÛNUS cümle sözün senden ferîde
Çü söz senindürür ol sen işîde
Nice sözüm varırsa sâna söyle
Hâs u âm gönlünü şey’lillâh eyle
Ki zirâ cümle iş ulûlarındır
Temennâ eylegil yol bûlarındır
D E S T Â N – I K A N Â A T
Eğer dinler îsen haber vereyin
Akıl câsûsu nedir göstereyin
Kanâat geld’oturdu tahtı aldı
Harâmiler heman yollarda kaldı
Durdular dağ başında yol ururlar
Komazlar yolcuyu yolda dururlar
Akıl der câsûsa yort imdi gerü
Kanâata haber benden değirü
De otursun ki tâc ü taht anundur
İlahî devlet ile baht anundur
Nice dûra harâmî dağ başında
Girer bir gün ele yol savaşına
Geberdiler ana bulurlar ânı
Âna ûyan imansız vere cânı
Özünden gayrı kimseyi beğenmez
Yüce yerde durur âşâğıya inmez
Nice tahta binenler yire düştü
Nice benim diyene sînek üştü
Sana uğratma kibrin endişesin
Uyarsan kibre ırağa düşesin
Irak düşenlerin îmânı yoktur
Ki zîrâ setinde cânı yoktur
Gerek canlı kişi cânın sakına
Ki taksîr etmeye kendi hakına
Tekebbür eyleme kim sevrikesin
Sevrikmişler yoluna birikesin
Kapu gözet kapu ko dip gözetme
Ki devlet kapudadır koma gitme
Dilersen devleti kapuda durgıl
Umarsan hil’ati tapuda durgıl
Beğenme gel seni ayrık düşesin
Kalup dermande ucb ile kalasın
Tekebbür sözü her nereye vâra
İşîden la’net okur ol haber
Sakıngıl olmagıl kibr ile yoldaş
Kibir kandayısa ânınla savaş
Kogıl kibri vefâsâna ne kıla
Vay ol gün kim suret nakşı yıkıla
Suret yıkılmadan kibri yıkagör
Bu düşvarlık makamından çıkagör
Dene kibr ıssını hiç râhatıyok
Nereye vârırsa zahmeti çok
Hak’a giden yolu gönlü içinde
Göremez ol ânı yaddır ilinde
Unat gör Hak yolu gönlünde sırdır
Bu cümle hâslar gönülde birdir
Şular kim ol gönülden taşra kala
Nasibin aldırır ayrık ne âlâ
Gönül eri bilir gönül haberin
Kamu gönüllerin içinde vârın
Dırîga cümle ömrün hayfa vardı
Tekebbürlük seni yoldan ayırdı
Tekebbür nedir ona uyasın sen
Ümîdin yok mu Hakk’ı duyasın sen
Hemişe bâkıban seni görürsün
Görüp kendözünü magrûr olursun
Nice durmak bu hâm endişelerde
Ölürsün tövbesiz bû bîşilerde
Tekebbür kîşinin faidesi yok
Komazsa kibri düşmân olısar çok
Hüner gözle hüner ere eresin
Er île vârasın dostu göresin
Tekebbür kişiler ere eremez
Özünün düşmenîdürür göremez
Çü sensin düşmenin doştun kim ola
Ki yâvuz hûdurur sânâ havâle
Nerde sığınâsın sen bu huyla
Gönülde dirliğinden ne yuyûla
Nice bu dirliğe yoldâş olâsın
Nice gelip ilerü bâş olasın
Bu hâl ile kılınç yok hiç arâda
Acep sâna kılıncın kim yarâda
Gerek seb bîlesin düşmen kim îse
Senin devletine pişman kim ise
Uyânıklık değil yolda gafillik
Uzatmâ ko sağıncı bunca yıllık
Dırîga kibr işin yavlak gözettin
Gönüllerden seni sen taşra attın
Geri gir etmedin gönül bazârın
Can ile dinlemedin dost haberin
Nice bir nice bir dünyâ eşinde
Ki bir dem olmadın dünyâ işinde
Koya dünyâyı koma yetemezsin
Ecel bağlâdı ütemezsin
Bu beş günlük ömür bu harca yetmez
Sağır mı kulağın niçün işitmez
Kibr geldi seni bûlattı gitti
Ecel âtı seğirdir geldi yetti
Dırîga sen seni hiç bilmedin
Nasıl kulsun ki kulluk kılamâdın
Eğer sen kul isen pes kanı bâkin
Nice bir nice senin dileğin
Ne ussun var ne had bellü delîsin
Ne bunda diri ne sinde ölüsün
Bu hâl ile kalursan bîçaresin
İçin şirk ile dolmuş şûr u sersin
Gûmânın yogimişse inanaydın
Bu gaflat uykusundan uyanaydın
Nice kibr û hevâ uşâda seni
Ölüm evreni bir gün yûda seni
Hevâ-yı kibr ile ne bâşarâsın
Ecel eli uzun kanda varâsın
Takazâsı zamânın birgün îre
Ecel hırmenlerîni yele vîre
Yetişmeden sana va’de gözün aç
Hevâ vû kibr yolundan beri kaç
Beş on gün ömr içün girü kayıkma
Bu fânî dünyanın nakşına bakma
Senin bigi bini aldadı dünya
İnanmaz göre kim tuttu binye
Key çâpük oynagıl ütulmayâsın
Hevâya kibre sen tutulmayâsın
Katı tuttun ko kibri elden önden
İşitmedin tevâzu’ ne dedüğin
Tekebbürler yeri Siccîn içinde
Anun’çün k’olmadılar din içinde
Ki din tûtanların Siccîn nesîdir
Ya kibr ü kin olıcak din nesîdir
İnanmazsan banâhâlin göresin
Çü ömrü kibr ile yele veresin
Yürü imdi meded iste akıldan
Esir olmuş kişisin nice yıldan
Akıl adl ıssı bir ulu kişîdir
Meded etmek sana ânın işîdir
Bu yükten seni ol kurtârırsar bil
Saâdet yoldaşın oldu ay u yıl
Gelir akl önüne şermende olmuş
Ki kaygu yaşıyıla gözü dolmuş
Selâm vermekliğe ögin deremez
Oda köze düşüp yolun göremez
Delim geçti zaman derdi yerinde
Geçirdi ömrümü nefs bâzarında
İşit imdi ne der gör akl âna
Ki alçaklık eder derdine deva
Söze tükenmedi alçaklık erdi
Kibir gördü ânı tez gerü döndü
Kılıç tartıp gelir yer alçağından
Kibir gördü ânı kaçtı dağından
Dağ u yazı kamu gulgule doldu
Kime cennet kime Arasat oldu
Çü alçaklık erişti kibr erine
Bakadur bir kişiyi bin görüne
Tekebbür âsıdır îşe sataştı
Tutup dağ başını kışa sataştı
Gör alçaklığı aktı ırmak oldu
Aka aka denize varmak oldu
Ne denlû kuvveti olursa pınar
Eremez denize ol yere siner
Akup su alçağa suya katılır
Su suya erdi denize yitilür
Denize değin ırmağ idi âdın
Ko andan ötesin denize daldın
Deniz olanlara cevher muhâl mi
Sedefler doludürür zer muhâl mi
Ki her bir mevcde bir kân bulasın
Dûr û yâkut ile mercan bulasın
Budur sermâye ol bahre dalana
Arı dirlik gerek gevher bulana
Çü yüzbin çâpûki alçaklık uttu
Mecâlsiz berr ü bahri cümle tuttu
Ger alçak vârasın meydan senindir
Cevâhir sende biter kân senindir
Aşaklıktır yer ü göğü götüren
Yedî kat yîrden âşâğa duran
Aşaklık üzre durur yer ile gök
Öğersen cümleden alçaklığı öğ
Aşak varan kişi devlet iletti
Âna kim yetiser uzadı gitti
Aşaklık âlemin bûnyâdı oldu
Ki her ne var ise âna düzüldü
Kibir aldı eri görünmez oldu
Dahi yüksek yere binemez oldu
Aşaklık kanâat hoş yar oldu
Ne ister isen anlara var oldu
Çü ma’mûr oldu şehr ile vilâyet
Şad oldu dostumuz düşmanımız mat
Akıl dapa casus haber iletti
Gör alçaklığı gerü neler etti
Ne assı eyledi gör ahı kibri
Diri kalmadı bin arada birî
İşitti akl ânı katı sevindi
Beşâret eyledi tez tahta bindi
Şükür kıldı Hak’a ol devlet ıssı
İrürdi devlete aklı bilisi
Eğer devlet gerekse akla danış
Mürebbisiz ileri varmaya iş
Bilini gel unut sen uslu isen
Saadet gösterene hûlu isen
YUNUS alçaklığı yavlak beğendin
Kıyâs et sen seni ne kadar indin
Farizadır sana sen seni sakın
Kim ola sencileyin sana yakın
Has u âm harceye yüz yere bırak
Bunun gayrı haber bu sözden ırak
Hatâdır cümlesini harcı sanma
Sebil ol kamuya bir dem usanma
DASTÂN-I BOŞU YA’Nİ GAZEB
Gel imdi aydayın boşu haberin
Birin birin sana gönülde varın
Benim ileyime kim katkanısar
Ki hışmımdan deniz oda yanısar
Nereye kim varam başlar kesilir
Kime boşar isem olukdem ölür
Kim ola bencileyin câna kıyar
Meğer kim ben olam merdâne kıyar
Yaradılmış bana karşı duramaz
Benimle bir nefes hemhen alamaz
Hünerime benim kim birikiser
Yahud ecel evine kim giriser
Felek benim işim başaramaya
Melek benim yolu varamaya
Gözüme yüzbin er zerre görünmez
Hezâr arslan bana bere görünmez
Boşu derler bana key bahadurım
Düzenlik bozmağa her dem kâdirim
Nereye kim varam ot bitmez onda
Çü nakd oldu kime dert yetmez anda
İşidenler kaçar benim sözümden
Ki ben de korkarım uş kend’özümden
Sakın bâna uyup sen gafil olma
Benim sözüm tutup imansız ölme
Dek ayruğa değil benim kılıncım
Beni dahi tutar benim kuluncum
Boşu kimdeyise imânı gider
İmân gerek ise vârını gider
Boşu gelinceğiz imân ne olur
Od’a düşer yanar yâ can ne olur
Boşu işi heman küfr ü dalâldır
Neûzû billâh ol ayrıksı hâldir
Sakıngıl boşudan ki gizlidir ol
Nerede sezmesen anda vurur yol
Göresin bir kişi sâkin surette
Ne bilir kimse ânı ne sıfatta
Boynunda taylasan eline âsa
Çöpü depretmeye yer şöyle bâsa
Göresin ansızın ol çıkagelir
Üzüp tesbih imâme yıkagelir
Uşattı asâyı koptu dırâka
Yüzü kalmadı hiç kimseye baka
Sual ettim sufi bu nice hâldir
Senin gibi kişiden bû muhâldir
Özür gösterdi kim ben bir kişîyim
Fâlan derler banâ fülan eşîyim
Bilirim ânı iyi âdı yoktur
Ki şerde hiç ânın irşâdı yoktur
Benim gibi kişiye izzet etmez
Cevap verir banâ öğüt işitmez
Asâna urdum u yâkâmı tuttu
Banâ karşı durur Hakk’ı unuttu
Nideyim boşu tutup almış ânı
Ki mahkûm eylemiş boşu divanı
Özünü izlemez ayrığı sınar
Ki doğru kim varısa ânı kınar
Sakın hazırdurur dâim boşûdan
Ki dost esrik idik boşu unûdan
Kişi kim ma’şukaya esrimeye
Dalâlet almış ânı ne demeye
Arı dirlik gerek dost ileyinde
Buguz boşu nolur ma’şuk yolunda
Kaçan dost gele deyi hâzır olgıl
Sarâyını düzetgil hâzır olgıl
Olup hod-bin oturma döşeğinde
Mûdâmî kayım olgıl eşiğinde
Gafil olma evûne oğrı gele
Katı uyur isen duvârı dele
Ev ıssı uykuda oğrı kıvanur
Tutar ta’cil işin ûyâna sanur
Nice geldi ise uyanmadı ol
Bilür bellü ki kolayıncadır yol
Ki her kim geldise bildiğün işler
Kimi yaylar u kimi ânda kışlar
Ev ıssız olıcak oğrı kekince
Girer çıkar bakınmaz kolayınca
Evini kandayidin oğrı aldı
Yer içer oturur ev onun oldı
Olursun taşra sen ol içerü hoş
Yakındır iş ucu uş göresin uş
Bu ne hâldir sana zulmet içinde
Nice uyuyasın gaflet içinde
Geçirdin ömrünü sen boşu ile
Heman zulmetdesin işbu huy ile
Eğer senden boşu gitmeye kala
Azrâil ol damarda cânın ala
Nidiverir sanâ elün yuduğun
Senî unutturur mı okuduğun
Sanır mısın öğüdümü dak içün
Nasihattır sana cümle Hak içûn
Dışın seccâde vu tesbih u destâr
İçin murdâr u can belinde zûnnâr
Bu vech ile nicesi olısar hâl
Ki hiç eyü amel yok doludur kaal
Geçirmez seni taşrağı tâatın
Arı olmaz ise gizli sıfâtın
Çü bâtın evlerini oğrı aldı
Zahirdeki amel taşrada kaldı
Kamûsından sana ol ola yiğrek
Ki dosta tâatın gizlisi yiğrek
Nicesi olısar bû iş müyesser
Çü sultan sözü sındı oldu ebter
Ki sultânın önünde od ölümdür
Eğer zerre ise suçtur delümdür
Gele bir iki tanışık edelim
Ki halvet kandasa âna gidelim
Eyâ uslû kişi sen bir haber ver
Nerede var bize gizlenecek yer
Ki gezdim yeri göğü bulamâdım
Ne var zerre isem dolunamâdım
Niçün bîgânesin sen îki baştan
Gerekse sâğışın et îki beşten
Ne böyle cümbüş ile ola dirlik
Ne böyle dirlik ile ola birlik
Ömür geçti hicâbı yırtamâdın
Çü kullûğa edeble yortamâdın
Söz ayrıksı gerek sultan katında
Kim ona lâyık oldur hidmetinde
Kaçan şol bir sipâhî ma’zûl olur
Ki sultan kulluğunda ol kul olur
Nasihat ne diyeyin gayrı bundan
Kulum diyemeye kulluk unudan
Eğer kul olasın sermâye yeter
Zihî rif’at yedi kat gökten üter
Tamâm olası işin yer gök senindir
Ne kim diler isen dilek senindir
Ki âlem cismine sen cân olasın
Yer ü gök ma sensiz olmaya
Ger öyle olmadın pes kanı ol iş
Gümân ü vehm ile geçti yaz u kış
Nice devran ki anda rıhlı urdun
Okuyup aşr u âyet yolda durdun
Nice ilm ü amel sen bu tapûda
Nice yıldan beri sen bu kapûda
Sözüm kend özümdedir nükte değil
Bilin can birliğ’ikilikte değil
Hayıf ol kişiye kala bu yoldan
Edinsin çâre kurtulsun bu halden
Gafilliktir bizî bû yolda koyan
Nite gâfil olur ma’şûku duyan
Süpürmedin sarâyı gele bize
Ne ferraş isteriz kim gele düze
Niçün geçmez acep bû arâdan
Boşu aldı yolu bil her yanâdan
Boşu hayli zamandır yolu almış
Kimesn’izlemeyip gizlenükalmış
Akıl câsuslara söyler divanda
Yürün bûlun düzenlik safı kanda
Dedi câsus düzenlik hâlin âna
Boşudan dağılıptır değme yâna
Çü câsus bu sözü akla irûrdi
Nice kim vâr haber değûrdi
Çü hiç söz kalmadı ulaştı akla
Boşuyu dutmağa iş düştü akla
Akıl fikreyleyip söyledi haber
Buyurdu çavuşa cem’oldu leşker
Divanda söylenür ne buncadır gün
Şikâyet boşudandur sözde hergün
Sabır hani boşu kekince olmuş
Düzeng ile safâ andak bozulmuş
Ayıdın sabra kim tez tutsun anı
Harâb etti il ü şehri diyarı
Çıkageldi sabır âna oluk dem
Sanâsın boşuyu İbrâhim Edhem
Görülmez oldu ol izî belirmez
Nice îzi ki hiç tozu belirmez
Bu kez gördüm düzenlik ü safâ hoş
Oturup ayş ederler nûş ola nûş
Şunun kim dünyede sabr ola yârı
Safâ vü zevk olur her lahza kârı
Fidâ cânım sanâ ey sabr iyesi
Ki sabr oldu benim cânım gıdası
Kaçan kim olasın bû sabr ile sen
Acebdür olâsın sonra pişman
Kime sabr olsa dünyada müyesser
Âna Hak veriserdir mülk-i diğer
Sabır ahvâlini dinle diyeyin
Sabr al ver kamu bu dünye mâlin
Anunçün sabrdur atâyî devlet
Ki sabr eyler kamû müfsidleri mat
Sabır kandayısa iylikdir îşi
Mûdâm âzâd eder yâd u bilişi
Sabırlı devleti dâim olısar
Nasîbi sabr olanlar ûluyısar
İşittin Yûsuf’u ol çâh içinde
Duruldu sabr ile ol mâh içinde
Bilinmezdi ne denlidir uzûnu
Çığırsa taşra çıkmaz Yûsuf ünü
Yukarı bakar ol çâh ağzı ırak
Aşağada makâmı taş u toprak
Nice çağırdısa ün taşra çıkmaz
Kodu çağırmağı ayruk çağırmaz
İlâhi ben bu kulun sûçu var ola
Ki bu iş ben kulun ile yâr ola
Çü toprak kılmaz isem ne başaram ben
Sabır kılmaz isem ne başaram ben
Der öyle gözleri yukarı bakar
Yenilmez gözyaşı sel gibi akar
O sâatte gerü önünü derdi
Dişürdü kendüyi vü sabrı gördi
İrürdi devlete ol sabr-ı âlî
Ki sabr ile hoş oldu cümle hâli
Yapıştı koğaya tarttılar ânı
Dedi erişti uş devlet nişânı
Çü çektiler koğayı çıktı taşra
Zihî devletli kim sabrı başara
Göre sabırla Yûsuf neye erdi
Ki sabrın âcısı helvâya erdi
Sabır ıssı bilir ol ne idiğün
Saâdetli tutar sabrın dediğin
Sabır kimdeyise ol arşa sunar
Ki sabr içre bulunur dürlü hüner
Çü her hâlesana sabır gerek hoş
Sabır ider bu cümle âğuyı nûş
Sabır gerek sana her hâl içinde
Sabırsızlar kalırlar kaal içinde
Ki her kimde olursa sabr hâli
Olısar hayr ile ânın meâli
Bırak cümle işi kıl sabr tedbir
Eren gönlünde olur sabr ile yîr
Nebîdir ger velî yol sabra uğrar
Eğer sen de varırsan sabr ile var
Gözet sabrı ki tâ sen kân bulâsın
Sabr bekler isen mercân bulâsın
Sabırsız kişilerin dirliği hâm
Ki sabr ile iyi olur ser-encâm
Öğüt gerek ise sabr ile iş et
Uzâyın derisen sabır ile bit
Ne sarp iş olsa onu bitirir
Kamû yerde saâdetler getirir
Emânet el-emânet koma sabrı
Bulâsın sabr ile Mi’râc’u Tûr’u
Sabırla vardı ol Mi’râc’a varan
Dirî iken ölür sabrı başaran
YÛNUS sen sâdık isen gîr sabra
Katî sâbır gerek sabr ile dura
Sabırla dûranın boşusu kalmaz
Çü sâbır oldu yâvuz hûsu kalmaz
Saâdet istesen sabrı Güzin gör
Ki “Vallâhu mu’înus-sâbirin” gör
İşittin sabr hâlin tâ nihâyet
Tutânın cânına olsun beşâret
Usan olmâ niceme yol emindir
Harâmi çok bu yolda pür kemindir
Eğer dinler isen diyem nasîhat
Hasedle hıkddan sâkın begaâyet
Kadimden bû ikîdir mir-i leşker
Yürüyüp her biri bildiğin işler
Hasud bir kişidir dâim o rencûr
Vücûdu sağ iken renc ile makhûr
Mazarrattan niceme kim o kaçar
Eved tohumunu bitmez yere saçar
Ne iş kim işleye kendüye ziyan
Kim ola kendözüne öyle kıyan
Şeker yer ise dadı-dalı yokdur
Ki tatlu dirliği ile hâli yokdur
Hasud eli onunçün ermez işe
Kime kim kuyu kazsa kendü düşe
Diyem sânâ bahillik neyidüğin
Sakınır kendinden kendi yediğin
Kazancın kendinin kendüye vermez
Eli bağlı durur hayr işe ermez
Bu ne hâldir sanâ ey faydasız can
Ki yokdur gayretin ey kaydasız can
Göre ne hâldedir cânın u cismin
Ne kimsesin sen ü yâ nedir ismin
Bu ne kûteh-nazar yâ ne ferâset
Ki bir dem olmadın kendinle halvet
Muhâldür âkıl olmalık bahıldan
Ne kimse alkış eder âna dilden
Ko sevme dünyeyi kim kala senden
Dilersen dilemezsen âna senden
Süleyman’dan ilerü olmayâsın
Hakıykattir cihanda kalmayasın
Bahîl olmak seni Hak’tan ayırdı
Kanı gayret hamiyet kanda vardı
Hasedden kişi ne fâide görür
Neye kim lâyık ise Tanrı verir
Ne neye gerek ol bîle gerek
O kâdirdir verir kîme ne gerek
Nasîbine senin sen nazar eyle
Anâ göre yarak kıl hazer eyle
Zekâtsız hayvan u sadakasız mâl
Ne berhudar ola bunun gibi hâl
İnamazsan bana sen kendin özle
Benim dediğimi kendinde gözle
Ne hâcet ben demek çok çıktı fi’lin
Nişânı oldurur bağlanmış elin
Suçu yok kişinin bağlanmaz eli
Dolaşır kendiye hem kendi fi’li
Çü suçun bilmez isen bildireyin
Tutup ogrıyı eline vereyin
Çün oğrı yoldaşı başını verir
Hasudluk bil seni yavlak düşürür
Şu kim yoldâşına hıyânet eyler
Kime yoldâş olursa la’net eyler
Sanâ yoldâş olânı sen bilirsen
Seni kurtarasın doğru gelirsen
Doğruluk besleyene bahl ermez
Hased hod kibirdir hiç onu görmez
Hasûdun kanda sa belli bazarı
Anın gitmez olur hiç gönlü dârı
Anın çün darlığı nîdem içinde
Olur bin kez helâk bir dem içinde
Yıl onîki ay anın şadlığı yok
Yese ger yemese kaygu ile tok
Ne söz söyler ise havsalası dar
Ne dense darlığından bin dahî var
Hased odu onunçün yaktı ânı
Yürürken sağ-esen döküldü kanı
Hasudluktan hasûda faide ne
Gönülden taşra düştü ne idi ne
Hasûd ile bahîl sağışda değil
Red oldular bular hiç işde değil
Bulârın birliğe ıkrârı yokdur
Bulara her ne olsa ârı yokdur
Bulârın şâhdan korkusu yokdur
Kimesne beğenesi hûsu yokdur
Nerede olsa halk ürker sözünden
Kimesne assı eylemez özünden
Bahîlin gözlerinde ibret olmaz
Kimesneye bulardan himmet olmaz
Ganîdir pâdişeh olânı görmez
Çeker buhl elini nesneye ermez
Yenir ni’metleri şâhın bayâğı
Hiç eksilmez duru dane darâğı
Nice yıldan berü ol ni’meti yer
Hak’a bir derse dahî şirk ile der
Gelir hergün yeni nüzül yeni hon
Yeni gelenlere verir yeni don
Yeni subh u yeni ahşam yeni hâl
Yeni devran yeni dem yeni visâl
Kadeh yeni yeni mey yeni meşreb
Yeni ayş u yen’işret yeni mutrâb
Nedir bir kişi belki cümle âlem
Nasîbini alır ne bîş û ne kem
Bahil kandayısa Karun’la kopar
Ki ol da ancılayın mâla tapar
Diyelim dinle Kârûn’un zevâlin
Verip îmânını vermedi mâlîn
Çü Kârûn’a mal için buyruk indi
Zekâtı vermedi vü dîni döndi
Eder feryâd yere kov arâyın
Ki boynumdan vebâlin indireyin
Koyıcak yer malın öşrünü şetçi
Kıyâmaz vermeğe cânına geçti
Ayıttı bunca mâlı verimeyim
Yiğ ol kim yeryüzünde yürümeyim
Ko bu mâl eksilince ben öleyim
Gözüm görür iken nîce vereyim
Zekâtını vermedî devleti döndü
Haber bû olıcak gene sundu
Tutup eklett’onu beline değin
Verir kendi evet onun dileğin
Görür evren değil Kârûn sureti
Doyamaz ol azâba işi katı
Gerü feryât eder bû kez beni kon
Bolay ki olayıdı tali’im ön
Katî şart eyledî öşrini vire
Bî çârelik nasîbin kim gidere
Koyıcak yer ânı gerü yuyuldu
Vay ol kişiye kim ol dar buruldu
Peşîman olıcak yer gene tuttu
Boğazına değin Kârûn’ı yuttu
Boğazına değin tutuldu durur
Kıyâmaz mâla can terkini urur
Katılıktan işi yavlak uzattı
Gözü bâkar iken mal yere battı
Batar kendi dahî mâlı sonunca
Gider hergün yere kendü koyunca
Kıyâmete değin yer yutu gider
Gör imdi kim kıyâmet âna nîder
Ki oddan zencir eder(ler) malını
Kamû âlem göre onun halini
Olup zencir mal boynûna düşer
Halâyık âm u hâs hep âna düşer
Diyeler ehl-i mahşer ol bu hâlde
Boyun zencirlü kalmıştır vebâlde
Zekâtın vermeyenin hâli budur
Olur boynuna zencir mâlı bûdur
Ne çâredir ki buhlı göre canı
Geçip boynuna dâr oldı cihânı
Gınâdan faide olmaz bahîle
Geçer yohsul gibi yüzbin mal ile
Erin bâğlığı mâl ile değildir
Nice mallıya yohsul deyu gül dur
Meğer kim gönlünü ıldurum urdu
Ki çevre yanına karunu durdu
Hudâ’dan mühr oruldu himmetine
Gelip kim dinlene onun katına
Nasîhat bin olursa biri sinmez
Küfür söyler dili hiç ağzı dinmez
Çü âciz kendü dâhı kendözünden
Ki şâd olan olur gussa yüzünden
Özünün öz ile yoktur hisâbı
Meğer yok âhıretten feth-i bâbı
Nedir lâ ye belî ol hîc bilmez
Ki bunlâra yarâşır îş kalmaz
Bahıl kandâyısa Kârûn iledir
Güman tutmayasın mutlak biledir
Kişi kim Hak yolundan taşra dura
Tutup boynuna kendü zencir ûra
Kamu buhl ehlinin işi bu ola
Kadimden kısmetidir bû nevâle
Kimin kim buhl olduyısa hâli
Elin urmâğa mâla yok mecâli
Kimin kim kendisiyle kadri yoktur
İki gözleri kördür yârı yoktur
Bahil olmuştu ilm ü hüner ıssı
Esirgedi özün ol nazar ıssı
Diler kim buhl elinden kurtula ol
Ayân ola ona Hak’tan yâna yol
Gelip akl önüne yüz yere urdu
Eser etmişti ona buhlun odu
Çü âğâz etti kim sözünü diye
Kulak tuttu akıl ol keleciye
Öküştürür ma’siyet endîşe dâîm
Dilerem buhiden ben kurtulâyım
Ömür geçti dırîga geç uyandım
Banâ bû dünye bâkî kala sandım
Dilerim kim banâ feryâd iresin
Güç olmuş kişiye sen dâd iresin
Gör imdi akl âna ne deyîser
Bize gelen hasedden el yuyısar
Akıl bir kîşidir Allâh’a bâkar
Uyarsan akla uy ol buhlu yakar
Akıl aydur gele bir gözlerin aç
Sahâvet kandayısa ol yanâ kaç
Elin âla sahâvet gide bile
Göresin Hak yolun hoş tertib ile
Denince söz sahâvet dahı erdi
Atâya perde olânı götürdü
Ol kadem cümle mâlin yâğmalattı
Bu dünyâ cîfesin ardına attı
O murdar çünkim andan taşra düştü
Bahiller it gibi çep-cevr’uluştu
Şu kişî kim bugün dünyası terkdir
Yakın bilgil onun îmânı berkdir
Sevemez dünyeyi merden kişiler
Bâkî dirlik nedir onu dilerler
Bâkî âlem göründü gözlerine
Oturdu aşk tozu gözlerine
Anınçün gözleri Hakk’a açıldı
Hudâ’dan cânına rahmet saçıldı
Nesi kim vâr ise terk etti yola
Bu yol ile varan ma’şûku bula
Kamû ilm û amel bir terke değmez
Ki terki olmayan bir berke değmez
Velîye vû nebîye terk buyurdu
Helâldır terk ona can terkin urdu
Eğer izzet sevene terk muhâldir
N’ola sızmazsa bunda onda kâldür
Nice perdedurur dostu görenler
Ye neye kayıka gönül verenler
Kayıkmaz nesneye hiç gönül eri
Kabûl etmeyeler terksiz bulârı
Han ü man bekleyen görmeye ânı
Komâyınca tamam fâni cihânı
Eli doyup kodu sahâvet ıssı
Çün öyle buyurur yolun ulusu
Ki yüzbin yöğrüğü cömerd er tuttu
Bu meydan öndülün ol aldı gitti
Ki yüzbin da’vi kılan ona ermez
Onun izi tozunu kimse görmez
Sahi bir kişidir uçmağa bakmaz
Ki tâc ü hulleye hûriye akmaz
Onu dûyanlara ne cennet ü hûr
Ki terke gîrene ne hur ne kusur
Onunçün kim tecelli balkır ona
Kayıkmaz zerrece ol değme yana
Müşâhede gören neye kayıksın
Ne var ondan iyi ye neye baksın
Nider iki cihânı doste gîden
Işıktur semaye gel bâzar îden
Âraz sermâye olmaz dost katında
Edebdir varlığın şeh hazretinde
Sahâvet îder isen ışk alâsın
Tamam terk olıcak ışkta kalasın
Sahâvet ıvazını ışk bağışlar
Bulunur ışk içinde aceb işler
Aşık olâna ne sermâye vü mâl
Dilek îki gönül bir bû ne muhâl
Güzaf yerde değil bû sen dediğin
Bulursun sen seni sen istediğin
Seninle sen danış gör ne kandasın sen
Senin devletine behânesin sen
Seni senden kim iyi bilebîle
Geçirdin ömrünü bû dirlik ile
Ne ise dirliğin oldur ölümün
Bu günkü gündürür yarınki günün
Hak’ı duyanlara bugün yarın yok
İşin bugün bitir gözleme ayruk
Hisâbı her kimin yârına kaldı
Tut öyle kim balığı tâşa saldı
Kimin ahvâli kim yârına kaldı
Eliyle bâşına ol koydu odu
Ki zirâ pâdişahın bunda hâzır
Ne işin var diye ferdâda âhır
Gözün görür iken gel Hak yoluna
Komagıl nefsini kendiliğine
Niçün korsun seni düşvar saate
Kanı aklın göyersin kıyamete
Kamû çiğ işinî hep bunda pişir
Yol ûzaktır yükûnü bunda devşir
Ki bunda bitmeyen iş onda bitmez
Sağır mı kulağın niçün işitmez
Cömertler duydu bunda ol zevâli
K’ olâra vâsıl oldu Hak visâli
Sehâya sen YÛNUS verdin ise erk
Ayıt imdî bu yolda neyledin terk
Vücûhun yoğısa gönüllere git
Boyun vermez damarlarına sâgit
Gönül erîni önden koma elden
O kurtarır senî dürlü fiilden
Öğüt tûtar isen koma eteğin
Tac eyle bâşına âyâğı hâkin
DÂSTÂN-I AKIL
Gel imdî aydayın birkaç nasîhat
Bu akl-ı cüz’îden sâna iyi baht
Kalır taşra bu şardan Akl-ı Ma’ış
Bakar bû yola Akl-ı Cüz’i bakış
Onunçün dost yüzünden gözün ırmaz
Buçuk sâat bu onsuz hiç dem urmaz
Çü dost onun olupdur her nefeste
Ki dostsuz can kuşu durmaz kafeste
Öğüt alır isen sen bû haberden
Gerek hâriciler sürüle şardan
Ki bin er şehr içre el bir etti
Haricîler sürülüp el bir etti
Şehir bizim olup düşmen sınıktı
Bize tâpu eden yavlak ınıktı
Eğerçi işlenir bûhtân u gaybet
Ser-encam oldular bunlar melâmet
Ki gıybet cân ile kadimî değil
Ki gıybet kandasa âdemi değil
Çü gıybet mertebesi küfre girür
Nasîbi neyise ol ânı alur
Kişinin hayzıdır ağzında gıybet
Ki gıybet söyleyen bulmaya rahmet
Eğer var ise aklın gıybeti ko
Ki gıybet koyanın haznesi dolu
Padişah haznesinde mennâ’öküş
Uykûdan ûyanıp tut sözüme gûş
Kişî k’ol kapuya hâcata vardı
Neyîse maksudu onu başardı
Çü buğz u gıybet ile gîde tâat
Gerek bû îkiden etmek ferâgat
Gerek fânî cihandan dartınâsın
Muhâlif işlerden hep yunasın
İçeri gizlidir cümle yavuz hû
Gider gösterme kimseye onu yu
Gerek sen zengi vû pâsı yuyâsın
Sanâ lâyık mıdır onu koyâsın
Sakın katran kabına koyma bâlı
Ki nâzik yerdedir dostun visâli
Damarlârına cümle saykal urgıl
Ki her birine bir kulluk buyurgıl
Nice hâlden hâle gerek düşesin
Geçe çok rüzgâr ondan aşâsın
Kaçan geng bûlasın yer kazmayınca
Ye kalp sâfî mi olur kızmayınca
Eğer genc gerek îse renc iletgil
Öğüt tûtâr isen gel gence gitgil
Beri gel genci sanâ buldurâyın
Sanâ buldurmayânı bildireyin
Bulâyım der isen kayyûm u hayy ol
Hazîneye vara bevvâb tâ bul
Dûr û gevher alâsın haznelerden
Bulana cümle sende kân u ma’den
Kolay tertîb ile kim bûla genci
Çün öyle varâmazsın ko sığıncı
Sıgınc ile şeker kim yedi ye bal
Bahâsın vermeyince ermedi el
Yükün kim bağladı raygân şekerden
Haber âlâyıdık olsa bulardan
Şeker değildürür bu sözüm ûcu
Ne yediğim bilir ma’nî bilîci
Olur ma’nî sözü şekkerden ırak
Bulayın der isen sükkeri bırak
O şekker sevme kim Mısır’da biter
Yine lâyık ise ara ki yeter
Neyi sever isen gözlersin ânı
Sanâ görünmedi şekker cihânı
Dağ u taş oldu bîze külli şekker
Dokuzbin kişi onu herdem öğer
Bu âlem şekkerine benzemez ol
Sebildir cümleye ânda şeker bol
Göreyin der isen ko bû cihânı
Tuta öğüdüm ol kim ola cânı
Sanâ ko dediğim gıybetdür ü kin
Bu îki düşmeni dost sanma miskin
Bu düşmenlerinin sözünü dinle
Ona göre yürü dirliğin eyle
Kamû doğan günün geceye benzer
Neye benzedeyin ye neye benzer
Gözü yok yer içer dünyayı görmez
Doğar ay u güneş ol ânı görmez
Anunçün gözleri hicâp içinde
Kalır zulmât ile ol hâb içinde
Kulağı îşiden şeklîni görmez
Ki görmek âdı ona uyuvermez
Onu göstermeyen kin ile gıybet
O sağınçtan sanâ heyhât heyhât
Gözüm görmez der isem kakıyâsın
O damardan benî hod dokuyâsın
Nice göz ağrısı senin içinde
Yer içer oturur seninle günde
Bakar ölü gibi gözün nuru yok
Özünü görmeyen ne göre ayruk
Sana âkıl deme seni unuttun
Ne dese kîn ü gıybet onu tuttun
Ne işin var sesin senden farîza
Amel eyle amel seninle gide
Nice bir görmemek açgıl gözünü
Od içinde kodun sen kend’özünü
Kişi kim ola ol kendiye düşmen
Kegez değil kim onu koya düşmen
Gözü görmez kişi sevgiden ırak
Kanı dost kandasın sen gözün aç bak
Göremeden gözün n’anlaya gönül
Kabûl etmezse göz neyleye gönül
Kamu sevgi dedin evvel göz alır
Pes ondan sevgiyi gönülde kalır
Gözü görme zkişinin sevgisi yok
Gözü olandurur sevgi ile tok
Koyan kıymet göz olur her neseye
Ki kıymetsiz kim ola baha saya
Gözü yok kişi neye kıymet ede
Soğulmuş kuyudan kim sû ilede
Gönül kabil göze fâiz de mutlak
Erer piş-keş cana öyle olıcak
Gözü yok kîşinin sevmek nesîdir
Gönül kul olsa gözün fitnesîdir
Sûret gözü değil bû göz dediğim
Bilirim ben neden ne istediğim
Göz oldur kim mûdâm ol canı göre
Farizâdır kula sultânı göre
Bu baş gözü değil ol can gözüdür
Kimin cânı var ise onu görür
Olar kim olalar can yumuşunda
Kaçan hergiz olâ dünyâ işinde
Ulu dirlik gerek ol emr-i câna
Ne dünyâ âhıret onu duyâna
Canı yok kişinin uykusu kanmaz
Ki canlı parmağın uykuya banmaz
Ömür geçti dahî uyanmağın yok
Kin ü gıybet sûyuna kanmağın yok
Üçyiz altmış damarın uykuladı
Gidip kervan yükün yâbanda kaldı
Dahı yuyulmadı ol kin damârı
Yolunda aybının harcoldu varı
Dîlersen gıybeti ben bildireyin
Şakavet perdesini kaldırayın
Demek gördüğünü gıybet bu mutlak
Ki perdelilere sâbit değil Hak
Dese görmese bühtân-ı azimdir
Buyuran böyle Kur’an-ı Kadimdir
Farîza her kişiye kendü sözü
Bakar kendü yolune kendü gözü
Kaçan kim göz gönülden doğru bakâ
İşitmez kulağına Hakk’ı çâka
Çü Hak’tan gayrı sözü yoktur ayruk
Hak’ı duyan kişiler Hak ile tok
Kogıl ayruk sözü sen seni gözle
Senin suçun ile sen seni yüzle
Kimesne sûçıla kimse kınanmaz
Kişi ayruk suçunu sûç sanmaz
Sanâ bîgâne sûçundan hatâ yok
Meyil yok kimseye âtâ anâ yok
Ayrığı söyleyen kendin unutur
Ki zirâ suçludur âsî kuludur
Söze yol yokdurur kim söylene boş
Meğer söz hak olâ hem hak olâ gûş
Nice söyler isen sen hakkı söyle
İcâzet yokdurur ayruksı meyle
Nice sözün var ise sanâ söyle
Sanâsın haklısın sengle gamınla
Ne hâcettir sanâ kimse haberi
Farîza cümleye kendi bazârı
Özünü gözleyen kimseye bakmaz
Dahı ne iş dersen ol yâna akmaz
Ko ayruklar sözünü sen seni güt
Kınâma kimseyi sen işit öğüt
Sana kimse suçu bir zerre ermez
Sana ayruk yediği çeşni vermez
Sen ayruk yediğiyle doymayâsın
Onunla cism ü ömrü yuymayâsın
Nice âvârelikle sâna böyle
Bir iki gün n’olâ olsan seninle
Dahî bir gün sana sâtaşadın sen
Dahî bir gün dağından aşmadın sen
Nolâ bir gün eğer küfrün yenesin
Seni şerheyleyip senî bilesin
İğen âvâresin dölenmeğin yok
Ki kendü kendüni hiç anmağın yok
Eğer görseyidin kendü zevâlin
Kimesne anmağa kalmazdı hâlin
Eğer görsen yarâğın kılayıdın
Hisâbını senin sen âlayıdın
Saâdet olsa Hak verse basîret
Görydin ne kılur sâna bu gıybet
Nice yıl bir kişî gıybete uymuş
Ser-encâm âkıbet kendüyü duymuş
Peşîmân oldu vu dil-teng ü gam-kîn
Neler etmiş ona bû gıybet ü kîn
Deyüp ahvâlini derdin yenîler
Akıl şahenşehinden çare diler
Kamû vasfı vu arz-ı hâli oldu
Akıl ne dedise göz yumdu kaldı
İşi doğruluğa buyurdu akıl
Yürü imdi bunâ ta’cil yarî kıl
Kığırdı doğruluk yârenlerini
Özüyle sapmasız varanlarını
Gör imdi doğruluk bir neler eyler
Yıkar gıybet evin karâ yer eyler
Doğruluk cümlesinden yüksek üzer
Doğruluk besleyenler arşta gezer
Mahal mi arş yâ ferş doğrulara
Verir kendûliğini şeh bulâra
Aşıktır doğruluğa doğru canlar
Doğruluğu bulur dostu sevenler
Sadıkdur doğrulukta iyü kîşi
Doğruluk eyü ider yâvuz işi
Öğüdü cümle doğruluktan olur
Doğruluk dirliği ebedi kalur
Fidî cânım sanâ ey doğru vâran
Müşâhede bulur onu başaran
Ezel ebed ne olâ doğrulara
Zahir bâtın hicâb olmaz bulâra
İki âlem bir oddur bir nazarda
Ki birdir doğruya imrûz u ferdâ
Ki doğru hâlini yarına koymaz
Bugün yarın demek ol hâle uymaz
Neyîse zâhirin bâtının oldur
Neyise endişen ol yana yoldur
Kamûya doğru drsin doğruyısan
Bulunmaz doğruluk sen eğriyîsen
Yolâ gitme sen eğri ey yegâne
Senin dirliğine sensin behâne
Kamûlar göz gibîdir sen bakıcı
Senin gözündürür seni çakıcı
Neye kim bâkar isen ol yüzündür
Kime ne sanur isen kend’özündür
Eğer bin yıl kaçâsın senden ûtmez
Amelindir bile kancasna gitmez
Doğruluk hil’atin ol vakt giyesin
Has u âm hâceye doğru diyesin
Doğruluk göstere göz bâkışına
Ki senden cümle yâvuz iş taşına
Çerâğı yakıcak karanu kaçar
Özü göyner bize nur bâbın âçar
Söze târih yediyüz yediyîdi
YÛNUS canı bu yolda fidiyîdi
Çerâk yandı delil doğru bulundu
Ev aydın oldu ve uğrı bulundu
Çerâk dedüğüm îman nûr-ı mutlak
Îmanlıya didârın gösterir Hak
Ol uğrı dediğim Şeytan’dır azar
Ki dem be-dem içinde fitne düzer
Makâmını yıkarsın tâat île
Murâdına eresin devlet île
İy gâfil bilmedin ömrün geçesin
Ecel eli kamû aybın açasın
Azın azın bu ömrün geçesîdir
Sorarsın sen bu ayın nîcesîdir
TEMMETÜ’R-RİSÂLETÜ’N-NUSHİYYE Bİ AVNİLLÂHİ’L-MELİKİ’S-SAMEDİYYE HÂMİDEN VE MUSALLİYEN LİLLAH
YÛNUS
EMRE
DİVANI
FATİH NUSHASI
Sensiz yola girer isem çârem yok adım atmağa
Gövdemde kudretim sensin başım götürüp gitmeğe
Gönlüm canım aklım bilim senin ile karâr eder
Can kanadı açık gerek uçuban dosta gitmeğe
Kendiliğinden geçeni doğan eder ma’şuk ânı
Ördeğe kekliğe salar süre eriben tutmağa
Bin Hamza’ca kuvvet vermiş kadir Çalap aşk erine
Dağları yolundan ırar kasdeder dosta gitmeğe
Yüzbin Ferhad külüng alıp kazar dağlar bünyâdını
Kayalar kesip yol eder Âb-ı hayat akıtmağa
Âb-ı hayat’ın çeşmesi âşıkların visâlidir
Sohbeti aşk ile eder susamışları yakmağa
Âşık mı direm ben ona Tanrı’nın uçmağın seve
Uçmak hod bir tuzakdurur eblehler canın tutmağa
Âşık olan miskin olur Hak yoluna teslim olur
Her ne dersen boyun tutar çâre yok gönül yıkmağa
Bildik gelenler geçtiler gördük konanlar göçtüler
Aşk şarabın içen canlar uymaz göçmeğe konmağa
Tutlmadu YÛNUS canı geçti tamudan uçmağı
Yola düşüp dosta gider ol aslına uyakmağa
Aşktan da’vi kılan kişi hiç anmaya hırs u hevâ
Aşk evine girenlere ayrık ve meyl u ne hevâ
İzzet ü erkân kamusu bunlardır dünyâ sevgisi
Benim cevâbım sen ayıt aşka izzetimdir bahâ
Dili ile aşk diyenler bilmezler aşk n’eylediğini
Aşktan haber ayıtmasın kim dünya izzetin seve
Her kim izzetten geçmedi aşıklık bühtandır âna
Geçemez dost döşeğine at u katır yahut deve
YÛNUS’a âşık deyiben zinhar özenip gelmegil
Çok bezirgân pişman olur varıcağız uzun yola
Bir gün yüzün gören kişi ömrünce hiç unutmaya
Tesbihi sensin dilinde artık nesne ayrıtmaya
Tâata duran zâhidin gözleri seni görürse
Tesbihini unutup ol artık secde de etmeye
Ağzına şakar alıban gözleri sana duş olan
Unuda ol şekerini artık çiğneyip yutmaya
Ben seni sevdiğim için eğer bahâ derler ise
İki cihan mülkün verem dahı bahası yetmeye
İki cihan dopdolu bag u bostan olur ise
Senin kokundan iyi gül bostan içinde bitmeye
Gül ü reyhan kokusu âşıklara ma’şuk yeter
Âşık olanın ma’şûku hergiz önünden gitmeye
İsrâfil sûrun urıcak mahlûkat durugelicek
Senin ününden artık hiç kulağım işitmeye
Zühre yere inibeni sazım nuvaht eyler ise
Aşıkın işreti sensiz gözü ol yana gitmeye
Ne ederler han ü mâni ya sensiz iki cihanı
İki cihan fidî sana kimesne güman tutmaya
Sekiz uçmağın hûrisi eğer bezenip geleler
Senin sevginden özgeyi gönlüm hiç kabul etmeye
Bu dünyada ne ola kim âhirette ol olmaya
Hûrile gılman gelicek âşık elin uzatmaya
YÛNUS seni seveliden beşâret oldu cânına
Her dem yeni dirliktedir hergiz ömrüm eskitmeye
İki cihan zından ise gerek bana bostan ola
Artık bana ne gam gussa çün inayet dosttan ola
Varam ol dosta kul olam hem açılıban gül olam
Hem ötüp bülbül olam durağım gülistan ola
Dost yüzünü gördü gözüm erenlere toprak yüzün
Söz anlayana bu sözüm gerek şekeristan ola
Her da’viden geçen kişi dosttan yana uçan kişi
Aşk şerbetin içen kişi ne esrik ne mestan ola
Sensiz iki cihan benim zından görünür gözüme
Senin aşkınla bilişen gerek hass’ül hastan ola
Aşka doyamadı özüm keksizin söylerim sözüm
YÛNUS senin işbu sözün âlemlere destan ola
Aşk eteğin tutmak gerek âkıbet zevâl olmaya
Aşktan oluyan bir kimseden sual olmaya
Aşk dediğin duyar isen aşka candan uyar isen
Aşk yoluna candır fidî ana fidî mal olmaya
Asılzedeler nişanın eğer bilmek diler isen
Özü oğlan da olursa sözünde vebâl olmaya
Âriflerden nişan budur her gönülde hazır ola
Kendiyi teslim eyleye sözde kıyl ü kaal olmaya
Görmez misin sen arıyı her çiçekten bal alır
Sinek ile pervânenin yuvasında bal olmaya
Dürr ü cevher ister isen âriflere hizmet eyle
Câhil bin söz söyler ise ma’nide miskal olmaya
Miskin YÛNUS zehr-i katil aşk elinde tiryak olur
İlm ü amel zühd ü tâat pes aşıksız helâl olmaya
Ey âşıklar ey âşıklar mezhep ü din aşktır bana
Gördü gözüm dost yüzünü yas kamu düğündür bana
Ey pâdişah ey pâdişah uş ben beni verdim sana
Genc ü hazinem kamusu sensin benim önden sona
Evvel dahı bu akl u can senin ile asl-ı mekân
Âhır yine senin mekân us varıram senden yana
Senden sana varır yolum senden sana söyler dilim
İllâ sana ermez elim bu hikmete kaldım tana
Ayruk bana ben demeyem kimseneye sen demeyem
Bu kul o sultan demeyem işidenler kala tana
Dost aşka ulaşıladan dünya âhıret bir oldu
Ezel ebed sorar isen dün ile bügündür bana
Artık bize ya solmaya hiç gönlümâz pas olmaya
Zira Hak’tan gelen avaz savulmaz düğündür bana
Ben aşkından ayrılmayam dergâhından ırılmayam
Eğer benden gider isem senin ile varam bana
Ol dost beni veribidi var bu dünyâyı gör dedi
Geldim gördüm hoş arayiş seni seven kalnmaz âna
Kullarına va’deyledi yarın uçmak verem dedi
Ol dostların sevindiği yarınım bugündür bana
Bu âh ile bu zar ile bu hikmeti kim ne bile
Bilse dahi gelmez dile tuttum yüzüm senden yana
Sensin bana can ü cihan sensen bana genc i nihan
Senindürür assı ziyan ne iş gele benden bana
YÛNUS sana tuttu yüzün unuttu cümle kendözün
Cümle sana söyler sözün söz söyleten sensin bana
Anma mısın sen şol günü cümle âlem hayran ola
Nidesini bilemeyip bî hod u ser-gerdân ola
İsrâfil sûrunu ura hep mahlûkât yerden dura
Deriliben haşre vara kadı anda Sübhân ola
Zebâniler çeke tuta ilete tamuya ata
Deri yana süngük tüte katı ulu efgan ola
Mâlik çağıra tamuya çekip meydana getire
Tanrı korkusundan tamu zârî kılıp nalan ola
Dağlar yerinden ırıla gökler heybetten yarıla
Ildızlar bağı kırıla düşe yere galtân ola
Yazıklar müzdler dartıla anca perdeler yırtıla
Bilmediğin günahların anda sana ayân ola
YÛNUS aydur işbu sözü erenlere toprak yüzü
Diler Hakk’ı göre gözü inâyet ger andan ola
Gider idin ben yolun sıra yavlak uzamış bir ağaç
Böyle lâtif böyle şirin gönlüm aydur bir kaç sıf aç
Böyl’uzamak ne ma’nidir çünkü bu dünyâ fânidir
Bu fuzulluk nişânıdır gel beri miskinliğe geç
Böyle lâtif bezeniben böyle şirin düzeniben
Gönül Hakk’a özeniben dilek nedir neye muhtaç
Ağaç karır devran döner kuş budağa bir kez konar
Dahî sana kuş konmamış ne güvercin ne hod duraç
Bir gün sana zevâl ere yüce kaddin ine yere
Budakların oda gire kaynamaya kazan kıza saç
YÛNUS imdi sen bir nice eksikliğin yüzbin anca
Kur’ağaca yolsorunca teferrüclen yoluna geç
Sen bu cihan mülkünü kaftan kafa tuttun tut
Ye bu âlem malını oynayıban uttun tut
Süleyman’ın tahtına şâd olup oturdun bil
Dive perîye düpdüz hükümleri ettin tut
Fir’avn’ın hazinesin Nûşin-revan genciyle
Karun malına katıp sen malına kattın tut
Bu dünya bir lokmadır ağzında çiğnenmiş bil
Çiğnenmişe ne yutmak ha sen onu yuttun tut
Ömrün senin ok gibi yay içinde dopdolu
Dolmuş oka ne durmak ha sen onu attın tut
Her bir nefes kim gelir keseden ömr eksilir
Çün kese ortalandı sen onu tükettin tut
Çün denize garkoldun boğazına geldi su
Deli gibi dalpınma ey biçâre battın tut
Yüz yıllar hoşlugıla ömrün olusa YÛNUS
Sonuncu bir nefesdir geç ondan da üttün tut
Niteliğim soran işit hikâyet
Su vu toprak od u yel oldu sûret
Dört muhâlif nesneden bu dört duvarın
Sâzıkâr eyledi verdi kerâmet
Yel ile toprağı kıldı muallâk
Su içinde odu tuttu selâmet
Rızkı ömrü tamam eyledi henüz
Şeş cihet olmadan tuttuğu kisvet
Rûhundan kimsene haber veremez
Emrdir kâdirliği verir haerkât
Bâki tertiplerimi şerhedeyim
İnâyet mevcûdu sem’u basâret
Aklımın haberi bugünkü değil
Onu er derisen evvelki âyet
Suâl cevap kelecisi buna değindir
Bundan böyle cihânım bî nihâyet
YÛNUS ile buna denli nasîbim
Gönül dost durağı dilim şahâdet
Aşk imandır bize gönül cemâat
Kiblemiz dost yüzü dâimdir salât
Dost yüzün göricek şirk yağmalandı
Anınçün kapıda kaldı şeriat
Gönül secde kılar dost mihrâbında
Yüzün yere koyup kılar münâcât
Münâcât gibi vakt olmaz arad
Kim ola dost ile bu demde halvet
Şerîat aydır sakın şartı bırakma
Şart ol kişiye kim ded hıyânet
Erenler nefesi devletli rumûz
Onunla fitneden olduk selâmet
Belî kavlin dedik evvelki demde
Henüz bir demdir ol vakt bu saat
Derildi beşimiz bir vakte geldi
Beşi bir eyleyip kim kıla tâat
Doğruluk bekleyen dost kapısında
Gümansız ol bulur ilâhî devlet
YÛNUS ol kapıda kemîne kuldur
Ezelden ebede dekdir bu izzet
Din ü millet sorar isen âşıklara din ne hâcet
Âşık kişi harâb olur harap bilmez din diyânet
Âşıkların gönlü gözü ma’şuk diye gitmiş olur
Ayrık sûrette ne kalır kim kılısar zühd ü tâat
Tâat kılan uçmak için din tutmayan yamu için
Ol ikiden fâriğ olur neye benzer bu işâret
Her kim dostu sever ise dosttan yana gitmek gerek
İşi gücü dost olunca cümle işten olur âzat
Onun gibi ma’şûkanın haberini kim getirir
Cebrâil ü mürsel sığmaz şöyle olundu işâret
Soru hesâp olmayısar dünyâ âhıret koyana
Münker ü Nekir ne sorar terkolunca cümle murat
Havf u recâ gelmez onda varlık yokluk bırakana
İlm ü amel sığmaz onda ne terâzi var ne sırat
Ol kıyâmet pazarında her bir kula baş kayısı
YÛNUS sen âşıklar ile hiç görmeyesin kıyâmet
Dün gider gündüz gelir gör nicesi uz gelir
Padişah hükmü ile âlemde düpdüz gelir
Karanlıklar sürülür âlem münevver olur
Işıdı nur kandili havaya az az gelir
Bir bakgıl sağa sola kayıkma değme yola
Dinile kuş ürünü nice türlü saz gelir
Kuş hod yumurta idi yuvada yerdeyidi
O hod kudret ünüdür bilmeyene kaz gelir
Söz ıssı sözün alır sûret toprakta kalır
Her kim bu hâli bilir kendözünden vazgelir
Aşk benliğim iletti akıl dört yana gitti
YÛNUS’a yükü yetti bilmeyene az gelir
Ey beni ayıplayan gel beni aşktan kurtar
Elinden gelmez ise söyleme fâsid haber
Hiç kimesne kendinden hâlden hâle gelmedi
Cümlemizin hâlini ma’şuk eder mukarrer
Âşıkların her hâli ma’şuk katında biter
Sözün var ona söyle benim arada nem var
Her kim aşk kadehinden içti ise bir cur’a
Ona ne yad ne biliş ona n’esrik ne humar
Dost yüzünden nikabı her kim giderdi ise
Hicab kalmadı ona artık ne hayr ü ne şer
Şeriat edebinden korkarım söylemeğe
Yokısa aydayıdam dahı ayrıksı haber
Dost kılıcından YÛNUS ölür ise gam değil
Dost göğünden uyanan ma’şuk burcundan doğar
Aşk ile biliş canlara ezel ebed olmayısar
Güm-râh olup bu cihanda kim bâki kalmayısar
Bir dona kan bulaşınca yumayınca mısmıl olmaz
Gönül pisin yumayınca namaz revâ olmayısar
Gönül pisin yumadınsa kibr ü kini komadınsa
İkrar bütün olmayınca erden nazar olmayısar
Murdar dünyâya bulaşan devşirübeni duruşan
Erden himmet olmayınca ömür geçer yunmayısar
YÛNUS imdi sen Hakk’a er dün ü gün gönlün Hakk’a ver
Gönül gözü görmeyince hiç baş gözü görmeyiser
Aşk makâmı âlîdir aşk kadim ezelîdir
Aşk sözünü söyleyen cümle kudret dilidir
Deyen ol işiden ol gören ol gösteren ol
Her sözü söyleyen ol sûret can menzîlidir
Sûret söz kanda buldu söz ıssı kaçan oldu
Sûrete kendi geldi dil hikmetin yoludur
Bu bizim işretimiz oldur bu lezzetimiz
İçip esrediğimiz aşk şerbeti gölüdür
Onun ki dersin onun söyleyen ol söz onun
Ol bizimdir biz onun bu gayr tesbih dilidir
YÛNUS sözünde yalan görmedi mü’min olan
Ömrün zülmete salan ma’rifet yoksuludur
Bir kişiye söyle sözü kim ma’niden haberi var
Bir kişiye ver gönlünü canında aşk eseri var
Şunun kim dışı hoşdurur bil onun içi boşdurur
Dün gün öten baykuşdurur sanma bütün duvarı var
Bir devlengiç yuva yapar yürür ilden yavru kapar
Doğan ileyinden sapar zir’elinde muradı var
Yoktur doğanla birliği ya Hakk’a lâyık dirliği
Şol kişiden um erliği onun safâ nazarı var
Sûret ile çoktur âdem değmesinde yoktur kadem
Evvel âhır ol piş-kadem Muhammed din serveri var
Erenler yoludur meşe meşe kolaydır kolmaşa
Meşe olan yerde paşa harâmi çok Anter’i var
Şeyh ü dânişmend ü velî cümlesi birdir er yolu
YÛNUS’tur dervişler kulu Taptuk gibi serveri var
Ey aşk eri aç gözünü yer yüzüne eyle nazar
Gör bu lâtif çiçekleri bezeniben geldi geçer
Bunlar böyle özeniben dosttan yana uzanıben
Bir sor ahî sen bunlara nereyedir azm-i sefer
Her bir çiçek bin naz ile öğer Hakk’ı niyâz ile
Bu kuşlar hoş âvâz ile ol pâdişahı zikreder
Öğer onun kâdirliğin her bir işe hâzırlığın
Evet ömrü kasırlığın anacağız benzi solar
Rengi döner günden güne toprağa dökülür gene
İbretdürür anlayana bu ibreti ârif duyar
Ne gelmeğin gelmekdürür ne gülmeğin gülmekdürür
Son menzilin ölmekdürür duymadınsa aşktan eser
Her bir sözü duyayıdın ye bu gamı yiyeyidin
Yürürken uyuyayıdın gideydi senden kâr-ü bar
Bildik gelen geçer imiş bildik konan göçer imiş
Aşk şarabın içer imiş bu ma’niden her kim duyar
YÛNUS bu sözleri kogıl kend’özünden elin yugıl
Senden ne gele bir değil çün Hak’tan gelir hayr ü şer
Söylememek harcısı söylemeğin hasıdır
Söylemeğin harcısı gönüllerin pasıdır
Gönüllerin pasını ger sileyim der isen
Şol sözü söylegil kim sözün hülâsasıdır
“Kuli’l Hak” dedi Çalab sözü doğru diyene
Bugün yalan söyleyen erte utanasıdır
Cümle yaradılmışa bir göz ile bakmayan
Şer’in evliyâsıysa hakıykatte âsıdır
Şeriât haberini şerh ile aydam işit
Şeriât bir gemidir hakıykat deryâsıdır
Ol geminin tahtası her nice muhkem ise
Deniz mevci kat’olsa tahta uşanasıdır
Bundan içeri haber işit aydayım ey yâr
Hakıykatin kâfiri şer’in evliyâsıdır
Biz tâlib-i ilmleriz aşk kitâbın okuruz
Çalab müderris bize aşk hod medresesidir
Evliyâ safâ-nazar edeli günden beri
Hâsıl oldu YÛNUS’a her ne kim olasıdır
Bu yokluk yoluna bugün bize yoldaş olan kimdir
İlimize günilelim sorun kardaş olan kimdir
Ne kaldık işbu iklimde ağır yüklerin altında
Bu yükleri bu yapları döküp haldâş olam kimdir
Seni bunda veribidi teferrüc eyle gel dedi
Sen ev yaparsın ey hoca evi târâş olan kimdir
Bu ferşi gördük aldandık henüz arşa eremedik
Bu arşa ferşe ey hoca göre ferrâş olan kimdir
Geliniz gidem gelim ki Yûnus göçtü gönüldü
Ayaklara düşer YÛNUS bu yola baş olan kimdir
Benim sahib-kıran devrân benimdir
Benim uş pehlivan meydân benimdir
Harâmiden benim korkum kayım yok
Bu zûr u bû kuvvet Hak’tan benimdir
Ebû Bekr ü Ömer ol din ulûsu
Aliyy-i Murtazâ Osman benimdir
Kim ala bu topu çengânımızdan
Top uran meydanda çevgân benimdir
YÛNUS’um ben Yûnus işbû cihânda
Benim sultân kulu sultan benimdir
Sahhâ ol âşık canına kim dost ile visâli var
Canı birdir ma’şuk ile dahı ne türlü hâli var
Cân u gönül akl u fehim nisâr olsun ma’şûkuna
Pes âşıkın ondan ayrı dahı ne mülk u mâlı var
Bu yer ü gök ü arş u ferş aşk dadı ile kaimdir
Bünyâd aşktır âşıkta her bir arada eli var
Âşıkların ne ki varı tecrid gerektir arada
Her nesneye ol hükmeder her yol içinde yolu var
Bâkî dirlik seven kişi gerek tuta aşk eteğin
Aşktan artık her nesnenin değiştirilir zevâli var
Âşıklara işbu sûret meselâ gönlek gibidir
Yüzbin gönlek eskidirse âşıkların muhâli var
Niceler aydır YÛNUS’a çün kocaldın aşkı kogıl
Ruzigâr uğramaz aşka aşkın ne ay u yılı var
İşidin ey ulu kişi size benim haberim var
Zihî devlet benim bugün kim şunun gibi yârim var
Yürür isem önümdesin söyler isem dilimdesin
Oturursan yanımdasın ayrıkta ne pazarım var
Ne yürüyem ne hod erem ne uzak sefere varam
Çünkü dostu bunda buldum ayrık neye seferim var
Irak yola bezirgânlar assı etmeğe giderler
Çün gevher elimde durur de ayrık ne seferim var
Miskin YÛNUS’un bu canı şol dosta ulaşıdan
Dem-be dem artırır aşkı ulu yerden tımarım var
Ey sözlerin aslın bilen gel de bu söz nerden gelir
Söz aslını anlamayan sanır bu söz benden gelir
Söz kılar kayguyu şad söz kılar bilişi yad
Eğer horluk eğer izzet her kişiye sözden gelir
Söz karadan aktan değil yazıp okumaktan değil
Bu yürüyen halktan değil Hâlık avazından gelir
Ne elif okudum ne cim varlığından kelecim
Bilmeye yüzbin müneccim tâalüm n’ıldızdan gelir
Şu’le bize Ay’dan değil aşk eri bu soydan değil
Rızkımsa bu evden değil deryâ-yı ummandan gelir
Biz bir behâne arada ayrık de elden ne gele
Hak çün emir eyler cana bu keleci ondan gelir
YÛNUS bir derd ile âh et kahr evinde neyler rahat
Bu derde derman kefâret bir âh ile suzdan gelir
Can bir ulu kimsedir beden onun atıdır
Her ne lokma yer isen bedenin kuvvetidir
Ne denli yer isen çok ol denli yürürsün tok
Cana hiç assı yok hep sûret maslahatıdır
Bu can ni’meti hani gelin bulalım onu
Aşâyış kılan canı evlîya sohbetidir
Sohbet canı semirdir hem âşıkın ömrüdür
Hak Çalab’ın emriyle erenin himmetidir
Erenin yüzü sulu himmeti arştan ulu
Kimi görsen bu hulu eren inâyetidir
İnâyet onun işi anlamaz değme kişi
Bilgil bu hümâ kuşu âşıklar devletidir
YÛNUS’un yanar içi kamudan gönlüdur kiçi
Suya sayılmamak suçu hep erenin himmetidir
Canını aşk yoluna vermeyen âşık mıdır
Cehdeyleyip ol dosta ermeyen âşık mıdır
Dost sevgisi gönülde can ile berkitmeyen
Tûl-i emel defterin dürmeyen âşık mıdır
Aşka tanışık sığmaz değme can göğe ağmaz
Pervâneleyin oda yanmayan âşık mıdır
Nefs arzusundan geçip aşk kadehinden içip
Dost yoluna er gibi durmayan âşık mıdır
Dün gün riyâzat çekip halvetlerde diz çöküp
Sohbetlerde baş çatıp yanmayan âşık mıdır
YÛNUS imdi ol dostun cefâsına sabreyle
Yüreğine aşk odun urmayan âşık mıdır
Seni Hak’tan yığanı her neyise ver gider
Ne beslersin bu teni sinde kurd kuş yer gider
Ölene bak gözün aç dökülür sakal u saç
Ilan çıyan gelir aç yeyip içer sîr gider
Bize bizden ulular iğen iyi hulular
Şol iyi amelliler haber şöyle der gider
Kesgil haramdan elin çekgil gıybetten dilin
Azrâil el’ermeden bu dükkânı dir gider
Ecel erer kurur baş tez tükenir uzun yaş
Düpdüz olur dağ u taş gök dürülür yer gider
Çün can ağdı Haret’e yarak et âhırete
Tanla duran tâate Tanr’evine er gider
Miskin YÛNUS ölücek sini nurla dolucak
Îman yoldaş olıcak âhirete şîr gider
Ey bana iyi deyen benem kamudan kemter
Şöyle mücrimim yolda mücrimler benden server
Benim gibi mücrim kul dahî isteye bul
Dilimde ilm ü usûl dileğim dünya sever
Zâhirim iyi yerde gönlüm fâsid haberde
Bulunmaya Bağdad’da bencileyin bir ayâr
Dışım göynü içim ham dirliğim budur müdam
Yol varmadan bir kadem arştan veririm haber
Dışım biliş içim yad dilim hoş gönlüm mürted
İşim yavuz iyi ad böyle fitne kanda var
Kime öğüt verdim ol Hakk’a erdi gördüm
Bana benim öğüdüm hiç eylemedi eser
Takındım şeyhlik adın kosum ma’şuk tâatın
Verdim nefsin muradın kanı Hakk ile Pazar
Yayıldı YÛNUS adı suçtur cümle tâatı
Çalab’ım inâyeti şuçun geçire meğer
İsteyelim iş ıssını bulup görelim kandadır
Can kulağı açık ise işbu sözüm turvandadır
Alıgörün turvandaden aşk eridir onu tadan
Bundan boynunu buran Hak katında dermandadır
Kişi gerek bile onu hem uyanık ola canı
Bilirsim dünya seveni baykuş gibi yabandadır
Baykuş çağırır vîrandan kimse murad almaz ondan
İyi amel iltegörün ol hak terâzi andadır
Varıcağız tarâziye Hak kendi bakar yazıya
Görücek dağlar eriye ol zebâniler andadır
Biti sunula eline ettiğin gele yoluna
Tanıklar bile buluna dostun düşmanın andadır
Terkedesin taht u tacı bulasın ettiğin gücü
Muhammed hak yalvarıcı şefâatimiz andadır
YÛNUS eğer âşık îsen varlığın değşür yokluğa
İman kuşağın berk kuşan de hep eksiklik bendedir
Kogıl ölüm endişesin âşıklar ölmez bâkîdir
Ölüm âşıkın nesidir çünkü nûr-ı ilâhidir
Ölümden ne korkarsın çünki Hakk’a yararsın
Belk’ebedi varasın ölmek fâsidler işidir
Nazar kıl bu gevhere bu gizli gence nura
Nur kaçan yayıvara kendi nazargâhıdır
Kalû belâ denmeden kendimde bile idik
Key anlagıl neydiğinbilişin kandağıdır
Ezeli biliş idik birliğe bitmiş idik
Mevcûdat düştü ırak vücud can yatağıdır
Bu ezeli birliği ye cihanda dirliği
Ya (bu) gönül birliği can kudret budağıdır
Yatlık yoktur bilene dirlik tutagelene
Bilelik söyleyene vuslat yolu kavidir
Hükmü revan mülküne ol işin kendi bile
Çün iş geldi hâsıla bu mülk varlık evidir
YÛNUS beşâret sana gel derler dosttan yana
Ol kimseye ol ana KULLUN YERCİ aslıdır
Vuslatı olan kişiye bu derd ile fırak nedir
Dostu yakın gören kişi bu baktığı ırak nedir
Vuslat eri olan kişi gerek varlıktan el yuya
İşbu yola giden kişi bir görelim yarak nedir
Vuslat eri oldun ise gör hitâbın bildin ise
Dostu ayan dördün ise bu varlığı bırak nedir
İlim hod göz hicâbıdır dünya ahıret hesâbıdır
Kitap hod aşk kitabıdır bu okunan varak nedir
Zinhar gözünü açagör nefs tuzağını seçegör
Dost menziline göçegör ondan yeğrek duran kimdir
Aydırsın kim gözüm görür da’viyi ma’niye irür
Gündüzün gün şu’le verir gece yanan çırak nedir
YÛNUS’tur eşkere nihân Hak doludur iki cihân
Gelsin beri dosta giden hûr u kusûr burak nedir
Hakıykatin ma’nisin şerh ile bilmediler
Erenler bu dirliği riyâ dirilmediler
Hakıykat bir denizdir şerîattır gemisi
Çoklar gemiden çıkıp denize dalmadılar
Bunlar geldi tapıya şerîat tuttu durur
İçeri giribeni ne varın bilmediler
Dört kitabı şerh eden âsıdır hakıykatte
Zira tefsir okuyup manîsin bilmediler
YÛNUS adın sâdıktır bu yola geldin ise
Adın değşirmeyenler bu yola gelmediler
Koyup nakş u nigârı nakşa yol verme zinhâr
Nakş ile yola giren âkıbet dünyâ sever
Dünyâyı bırak elden dünyâ geçmez bu yoldan
İki aşk bir gönülden asla geçmez bu haber
Ya sevgil dünyâ tutgil ya sevgil yol iletgil
İki da’vi bir ma’ni bu yolda sığmaz derler
Geç mahluk tâatından göz ırma dost katından
Aldanma fâni nakşa fâni nakşı niderler
Kalma bu değme renge yüzbin yıllık fersenge
İki cihan bir adım şaşırmadan adarlar
Bu devrandan ötegör kervan gitti yetegör
Korku var sağda solda kayıkmadan giderler
Yaban yolun gözetme yol evde taşra gitme
Can yolu can evinde can râzını can duyar
Can râzını can bile cân vermez râzın dile
Gerçek âşık dost ile yelen yabanda söyler
Evvel kademden beri gerçek yönü ileri
Geldi gider içeri YÛNUS taşra bî haber
Aşksız adem dünyâda belli bilin ki yoktur
Her birisi bir nesneye sevgisi var âşıktır
Çalab’ın dünyâsında yüzbin türlü sevgi var
Kabûl et kendözüne gör hangisi lâyıktır
Biri Rahmân-ı Rahîm biri Şetân-ı racîm
Onun yazığı müzdi sevginse taallûktur
Dünyâda Peygamber’in başına geldi bu aşk
Tercemânı Cebrâil ma’şukası Hâlık’tır
Ömer ü Osman Ali Mustafâ yârenleri
Bu dördünün ulusu Ebû Bekr-i Sıddıyk’tır
Âlem fahri Muhammed mi’râca ağıcağız
Çalab’tan dilediği ümmetine âzıktır
YÛNUS sana hakîkat budurur buyurduğu
Gözünle gördüğüne dönüp bakma yâzıktır
Gelin soralım canlara sûretinde n’oldu gider
Dün gün seninim der iken sebep neyi buldu gider
Acep değil gider ise sûreti terk eder ise
Yanlış yalan gıybet değil dosttan haber geldi gider
Hani onun mülk ü malı terkeylemiş cümlesini
Ol pâdişah dergâhında hemen amel aldı gider
Öyle ki dost olmuş idi ol işler düzülmüş idi
Belli bilin can sûretin sakalına güldü gider
Eyler idi satı-pazar bir pul için gene bozar
Olmuş bu dünyâdan bîzar yensiz gömlek giyer gider
Bini değer bini gider buyruk böyle geldi meğer
Kim ola dünyâya doyar peymânesi doldu gider
Erte gece söyleşirler Hakk’ı bulalım deyiben
YÛNUS aydır miskin olan Hakk’ı bunda buldu gider
Dervişlik dedikleri bir acâyip duraktır
Derviş olan kişiye evvel dirlik gerektir
Çün erde dirlik ola Hakk ile birlik ola
Varlığı elden koyup ere kulluk gerektir
Kulluk eyle erene bakıp Hakk’ı görene
Senden haber sorana key miskinlik gerektir
Hak ere benim dedi varlığın erde kodu
Erenlerin himmeti yerden göğe direktir
Bu dervişlik berâtın okumadı müftiler
Onlar ne bilsin onu bu bir gizli varaktır
YÛNUS sen ârif isen anladım bildim deme
Tut miskinlik eteğin âhır sana gerektir
Sen hod bize bizden yakın görünmezsin hicâp nedir
Çün aybı yok görklü yüzün üzerinde nikâp var
Sen ayıttın ey pâdişâh “Yehdillahu limen yeşâ”
Şerikîn yok senin ey şah şuçlu kimdir itâp nedir
Levh üzere kimdir yazan azdıran kim kimdir azan
Bu işleri kimdir düzen bu suâle cevâp nedir
Rahimdürür senin adın rahimliğin bana dedin
Mürşidlerin muştuladı “lâ taknetû” hitâp nedir
Bu işleri sen bilirsin sen verirsin sen alırsın
Ne kim kıldım çün sen bilirsin ya bu soru hisâp nedir
Hani bu mülkün sultânı bu ten ise hani cânı
Bu göz görmek diler onu bu merhûma meâp nedir
YÛNUS bu göz onu görmez görenler hod haber vermez
Bu menzile akıl ermez bu koduğun serâp nedir
N’oturursun dış kapıda gör içeri neler gezer
Tama’artırır dâimâ saf bağlamış fitne gezer
Gel imdi gel kanâata usan tutmaz tez bin ata
Olmaoa kim ecel yete fâsid ola satı Pazar
Sen kanda isen teslim ol kamulardan aşağa dur
Edeb tâcın başına ur gör müfsid nicesi kızar
Yaramazdır buhl ü haset kibir mübârizdir gayet
Kökünü kaz yabana at fârığ otur ey gam-güzâr
Kogıl bu dünyâ bâbını öğret dostluk edebini
Bulursan ustabânını öne varan kaldan zarar
Kibr ü menîdir subaşı delim kişidir yoldaşı
Sen olmagıl onun eşi ona uyan yoldan azar
Var dediğim yerlerde dur hıkd u hasedi oda ur
İhlâs gelir cümleyi yur YÛNUS yolu yavlak durur
İşit sözümü ey gafil tanla seher vaktinde dur
Öyle buyurmuş ol kâmil tanla seher vaktinde dur
İşit ne der horozunuz tanla verilir rûziniz
Dost dergâhına tutgil yüz tanla seher vaktinde dur
İşit sözümü ey sağır tâ terâzin gele ağır
Yalvar Çalb’ına çağır tanla seher vaktinde dur
Yatanların yatlı hâli hiç nesneye ermez eli
Seher eser rahmet yeli tanla seher vaktinde dur
Kuşlar ile durgıl bile kıl namazı imâm ile
Yalvar günâhını dile tanla seher vaktinde dur
Okuna Kur’ân u Yâ Sîn kulak urup dinleyesin
Dağca günâhlar yuyasın tanla seher vaktinde dur
Okuna hadîs ü kelâm diyeler aleyhisselâm
Âşık isen belli bilem tanla seher vaktinde dur
Helâl ola sana uçmak uçmakta huriler koçmak
Kevser şarabını içmek tanla seher vaktinde dur
Miskin YÛNUS aç gözünü uyar gafletten özünü
Tâ bilesin kendözünü tanla seher vaktinde dur
İşbu vücud şehrine bir dem giresim gelir
İçindeki sultânın yüzün göresim gelir
İşidirim sözünü göremezem yüzünü
Yüzünü görmekliğe canım veresim gelir
Ol sultan halvetinin yedi hücresi vardır
Yedisinden içeri seyran kılasım gelir
Her kapıda bir kişi yüz bin çerisi vardır
Aşk kılıçın kuşanıp cümle kırasım gelir
Erenlerin sohbeti artırır mâ’rifeti
Bî dertleri sohbetten her dem süresim gelir
Leylî-i Mecnûn benim şeydâ-yı Rahman benim
Leylî yüzün görmeğe Mecnûn olasım gelir
Dost oldu bize mihman bunca yıl bunca zaman
Gerçek İsmâil gibi kurbân olasım gelir
Miskin YÛNUS’un nefsi dört tabiat içinde
Aşk ile can sırrına pinhân olasım gelir
Yandı yüreğim tutuştu bağrım ciğerim kebabdurur
Âşıkların şerbetleri bu derdime sebebdürür
Bir niceleri aşk düzer bir niceleri aşk bozar
Bir niceleri esrik gezer öyle kim var harapdurur
Aşk ile çalındı kalem aşka esirdürür âlem
Âşıklar arasında Cebrail dahî hicapdurur
Medreseler müderrisi okumadılar bu dersi
Şöyle kaldılar âciz bilmediler ne harapdurur
Azâzil da’vî kıldı da’vîsi yalan oldu
Yalan da’vî kılanın pes cezâsı azapdurur
Ölmez aşk bilişleri esrik meclis hoşları
Dâim bunlarınişi çeng ü şeş-tâ rebapdurur
YÛNUS imdi miskin ol hem miskinlere kul ol
Zirâ miskin olanları arzulayan Çalap’durur
Pâdişahlık senindir heybetin var
Yarattın yerı ü göğü kudretin var
Bî nişansız nişânın kmse bilmez
Eğerçi bî nihâyet âyetin var
Cümle ins ü melek vuhûş ı tuyûr
Kamûnun üstüne ibâdetin var
Na dünyâ âhıret ne kâf u kâf
Bular katre deryâ melekûtun var
Ne reng ü ne şekil ne kad ne kâmet
Ne cevher ne araz ne sûretin var
Senindir arş u kürsî levh u kalem
Döner çerh yer durur hoş hikmetin var
Bu yüz yiğîrmi dört bin nebîye
Gece mi’rac gündüz münâcâtın var
Dörtyüz kırk dört tabakat evliyâya
Verilmiş onlara kerâmetin var
Altı bin altıyüz altmış altı
Okunur halk üzere âyetin var
Bu amele YÛNUS nîce geçîser
Rayigân cümleye çok rahmetin var
Benim gönlüm gözüm aşktan doludur
Dilim söyler yarı yüzüm suludur
Ödağacı gibi yanar vücûdum
Tütünüm görene seher yelidir
Çukal cevşen aşkın oduna doymaz
Oku cana batar katı yalıdır
Okurum şâhımı kendi dilimce
Şâhım aydır bana her dem gelidur
Seni sevenlerin ola mı aklı
Bir dem uslu ise her dem delidur
YÛNUS sen toprak ol eren yolunda
Erenler menzili arştan uludur
Ey dost seni severim canımda yerin vardır
Gece gündüz uyanmaz aceb ahvâlim vardır
Gülü göredururken dikene sunmaz elin
Korkma düşmanlarından çün doğru yerin vardır
Düşmanlar aydır bana söz demek nerden sana
Söz demek nerden bana illâ üstâdım vardır
Ele getir dügeli harceyle miskinlere
Dünyâyı kimse tutmaz sonucu ölüm vardır
Bundan kendözün giden oldurur yolda kalan
Benim bir karıncaya vallah istâdım vardır
YÛNUS miskin kendözün toprak eylegil yüzün
Ma’şûkaya yaraşık bir miskinliğim vardır
Senin benim cânım canı sensiz karârım yokdurur
Uçmakta sen olmaz isen vallah nazırım yokdurur
Baksam seni görür gözüm söyler isem sensin sözüm
Seni gözetmekten gayrı yeğrek şikârım yokdurur
Çün ben beni unutmuşum şöyle ki sana gitmişim
Sen kalde ne halde isem bir dem karârım yokdurur
Eğer beni Cercis’leyin yetmiş kez öldürür isen
Dönem geri sana varam zîrâ ki ârım yokdurur
YÛNUS dahî âşık sana göster didârını ona
Yârim dahi sensiz benim ayrık nigârım yokdurur
Muştulanız âşıklara bu aşk ulu devlet olur
Aşk kime kim değdi ise cânında bil işret olur
Her sevdiği terkin ura kayıkmaya değme yana
Her dem onun seyran gehi hem zât u hem sıfat olur
Seyri içinde çâpük-bâz fikri daim nâz u niyâz
Çün saâdet oldu hem-râz hhezâran münâcât olur
Müşâhede kapar onu hem bi karar olur canı
Her dem da’visiz ma’nî bu dert ile rahat olur
Ol bî nişandır cahandan ne diyelim dilimiz ondan
Ol âlim-i deyyân zât her zât içinde zât olur
Buhl u tama’ sığmaz ona izzetde kaldı bir yana
Yol bulamaz hırs u hevâ kimde ki bu devlet olur
Ol işlere eli eren Hak aşkına gönül veren
Dostunu göze göz gören cümle varlıktan mât olur
Kim ideyse ol nüzûl ona gelir cümle usûl
Ta’ziyete varır ise ol ölüye rahmet olur
YÛNUS erdir nihâyetsiz aşk ondan dahî gayetsiz
Ne gayet var ne nihâyet kamusu bir hazret olur
Bu semâ’a girmeyen sonra pişîmân olur
Erişir bizim ile ser-be ser düşmân olur
Dosttur bizi okuyan üstümüze şakıyan
Şimd’üç buçuk okuyan derin danışman olur
Danışmanın câhili unamaz dervişleri
Derviş ile danışman yavlak üleşgen olur
Bir nicenin gönlüne şeytanlar dolupdurur
Erenler semâ’ına ona erişgen olur
Dânişmend oldu geldi okuduğunda buldu
Ehl dervişlere canı katı karışgan olur
Hey biçâre danışman ayt dervîş-i dervîşan
Dervişlere erişen işine pişman olur
YÛNUS aydır Mevlânâ epsem otur yerinde
Bu sohbete doymayan sonra sevişgen olur
Aydıverem ne kıldığın benim ile ol dil-periz
Her dem yeni şîve ile beni yine kılar esir
Her nereye bakar isem odur gözüme görünen
Ne havsala ola bende yahut ona lâyık basir
Nice ömrüm olur ise azadlığım muhâldürür
Seyyâdın elindedürür tuzağa tutulan nahcîr
Âkılâna hoştur nefes niteliğin sorma onun
Nice nişan aydıverem ol mislî yoktur bî nazîr
Va’de kesildi kamuya ki yarın göreler onu
Benim yarınım bugündür bunda göründü ol kadîr
YÛNUS’un cümle bakımı garkoldu dost dîdârına
Hiç kalmadı onsuz ara dolu göründü cümle yır
Eğer gerçek âşık isen boynundaki menşur nedir
Hak yoluna sadık isen yanlış sanı tezvir nedir
Sımak gerek gönlün bütün fâsiddır kamû tâatın
Gecmeyince ibâdetin Hak’tan ma’zur nedir
Çünkü adın oldu filân hep dirliğin oldu yalan
Gelsin bize ma’nî bilen hakîkatte mestur nedir
Terkeylegil ten tertibin gider senden benlik adın
İçin imâret olmadan dışındaki mamûr nedir
Aydırırsın kim gözüm görür da’vîyi ma’nîye irür
Gündüzün gün şule verir bu gece yanan nûr nedir
Günde yer gök gidedurur komşun sefer ededurur
Ecel bir bir yutadurur bu dünyâya mağrur nedir
Mü’min isen gel gel beri cebbâr ola burc u bârû
Fahredelim erenleri malûm olan münkür nedir
Bunda belî diyen kişi onda tamâm olur işi
Bizden nişan isteyene ol Hallâc-ı Mansûr nedir
YÛNUS imdi söyle hakı Allah oldu sana sâki
Gider gönlündeki şeki elindeki menkur nedir
Ârifler ortasında sofuluk satmayanlar
Çün sûfiye ihlâs oldu aşka riyâ katmayanlar
Ya gel bildiğinden ayıt yahut bilenlerden işit
Teslîmin ucunu tutup hiç sözü uzatmayalar
Mumsuz baldır şerîat tortusuz yağdır hakıykat
Dost için balı yağa ne için katmayalar
Kıymetin duyar isen neye değer iş bu dem
Erenlerin ma’nîsin bilmeze satmayalar
Miskin Âdem yanıldı uçmakta buğday yedi
İşi Hak’tan bilenler Şeytan’dan tutmayalar
Şirin hulklar eylegil tatlı sözler söylegil
Sohbetlerde YÛNUS’u hergiz unutmayalar
İşidin ey ulular âhır zaman olısar
Sağ Müslüman seyrektir ol da güman olısar
Dânişmend okur tutmaz derviş yolun gözetmez
Bu halk öğüt işitmez sağır hemen olısar
Gitti beyler mürveti binmişler birer atı
Yediği yoksul eti içtiği kan olısar
Ya’nî er koptu erden elin çekmez murdardan
Deccal kopısar yerden onlar uyan olısar
Birbirine yan yana ettiğim kalır sana
Yarın mahşer gününde cümle âyan olısar
Ey YÛNUS imdi senin aşk ile geçsin günün
Sevdiğin kişi senin canına can olısar
Aşk erinin gönlü dolu pâdişahtan nevâledir
Aşksız âdem nic’anlasın çün şeriat havâledir
Aşkdur ‘ur’ âşıkın canı aşka fidî hân ü mânı
Aşk erinin armağanı aşksız kişiye belâdır
Kimi avret oğlan sever kimi mülk hân ü man sever
Kimi sermaye dükkân sever bu dünyâ hâlden hâledir
Âşık dünyâyı ne eder âkıbet bir gün terk eder
Aşk eteğin tutmuş gider her kim gelirse salâdır
Ezeliden ol pâdişah elime sundu bir kadeh
İçelîben kılarım ah bilmezem ne piyâledir
Ey miskin YÛNUS nişânın aşktan esirdi bu canın
Dergâhında her dem onun vâluh u hayran kaldur
Ey dün ü gün Hakk’isteyen bilmez misin Hak kandadır
Her kandasam onda hâzır kanda bakarsam andadır
İstemegil Hakk’lı ırak gönüldedir Hakk’a durak
Sen senliğin elden bırak tenden içeri candadır
Gir gönüle bul andadır benliğin defterini dür
Ol has gevher bil andadır sanma kim ol ummandadır
Ol ummanda yüzbin gevher bir zerreden oldu kemter
Ol cana zevâl mi erer zevâl canı hayvandadır
Eylegil sûretin vîran can sırrıdır ona eren
Bâtın gözüdür dost gören zâhir gözü yabandadır
Kim ki gaflet içre geçer canı zevâl suyun içer
Derviş sırrı arştan geçer eğerçi yer yüzündedir
YÛNUS EMRE gözün aç bak iki cihan doludur Hak
Gümânı sıdkı oda yak söyl’eşkere nihandadır
Ey dost bunca kıyl ü kal ne maksud hod bir haberdürür
Ya bunca cüst ü cû nedir görene hod bir nazardürür
Dağlar aşıp berye geçip ey uzak sefer edenler
İstediğin sende iken aceb bunca seferdürür
Hiç kılmagıl ırak sefer ömür geçer ecel erer
Dost sendedir halvet sever bu galebe haşerdürür
Gel ırak isteme onu canından içeri canı
Seninle bile duranı görmeyen bî basardurur
Sen uyursun ol uyanık eksiğini kılar bayık
Dahî nice bulam tanık daim seninle yardürür
Mescid ü medrese sende sen dört yana perâkende
Ne kaldın sen bu erkende işin katı düşvardürür
Bu tevhîd donunu giyen varlığın yokluğa sayan
İşbu yolda kâyim duran belli bilin ol erdürür
Ol işler tamam olunca ol dirliği dirilince
Gözün hicâbın silince yer gök dolu dîdardürür
Miskin YÛNUS onu gördü gönlü vü canı sevindi
Kamusunu yere saldı ma’şûka intizarıdır
Bize dîdâr gerek dünyâ gerekmez
Bize ma’nî gerek da’vâ gerekmez
Bize Kadir gecesidir bu gece
Ko erte olmasın seher gerekmez
Bize aşk şerbetinden sun i delî
Bize uçmakta Kevser gerekmez
Badyalar dolu dolu içelim biz
Biz esrik olmayız humar gerekmez
YÛNUS esrîyiben düştü susakta
Çağırır Taptuğ’una ar gerekmez
Kelece bilen kişinin yüzünü ağ ede bir söz
Sözü pişirip diyenin işini sağ ede bir söz
Söz ola kese savaşı söz ola bitire başı
Söz ola ağulu aşı yağ ile bal ede bir söz
Kelecilerin pişirgil yaramazını şeşirgil
Sözün us ile düşürgil demegil çağada bir söz
Gel ahî ey şehriyârı sözümüzü dinle bârî
Hezâran gevher dînârı kara toprağ ede bir söz
Kişi bile söz demini demeye sözün kemini
Bu cihan cehennemini sekiz uçmağ ede bir söz
Yürü yürü yolun ile gâfil olma bilin ile
Key sakın ki dilin ile canına dağ ede bir söz
YÛNUS imdi söz yatından söyle sözü gayetinden
Key sakın o şeh katından seni ırağ ede bir söz
Hiçbir kişi bilmez bizi biz ne işin içindeyiz
Ne hırsımız baydır bizim ne nefsimiz içindeyiz
Bir kimsenin devletine ta’ediben biz gülmeyiz
Ne münkiriz âlimlere ne Tersâ’nın hacındayız
Biz bunun neliğin bildik dünyânın nesine kaldık
Arzumuz nefs için değil dünyâ teferrücündeyiz
YÛNUS aydır hey sultânım özge şâhım vardır benim
Ko dünyâ altın gümüşün ne bakır u tuncundayız
Hak cihâna doldurur kimsene Hakk’ı bilmez
Onu sen senden iste o senden ayrı olmaz
Dünyâya inanırsın rızka benimdir dersin
Niçin yalan söylersin çün sen dediğin olmaz
Ahret yavlak ıraktır doğruluk key yaraktır
Ayrılık sarp firaktır hiç varan geri gelmez
Dünyâya gelen geçer bir bir şerbetin içer
Bu bir köprüdür geçer cahiller onu bilmez
Gelin tanşık edelim işi kolayın tutalım
Sevelim sevilelim dünyâya kimse kalmaz
YÛNUS sözün anlarsan ma’nîsini dinlersen
Sana eyi dirlik gerek bunda kimsene kalmaz
Nidem ben gönül ile benimle bile bir dem durmaz
Ma’şûk yüzün gördü meğer öğütleyip ökün dermez
Tanrı’yiçin ey uslular gönlüm bana buluverin
Vardı dost ile buluştu bana geri boyun vermez
Bunun gibi gönül ile nice dirlik iltebilem
Bıraktı yabana beni bir dem gelip hâlim sormaz
Gönül bana yoldaş iken zühd ü tâat kılar idim
Yıkıldl bu tertiplerim gönülsüzüm elim ermez
Gönül içeri dost ile ben kapıda feryâd ü zar
Bin yıl zârî kılar isem işbu nedir diye sormaz
Aydır isem eyâ gönül hani farîza yâ sünnet
Aydır yok teşvişi koya bu seviye amel sığmaz
Eğerleyin aydır isem gör boynumda borç kalmasın
Kakır boşar söver bana aydır ki ey Hakk’ı görmez
Ağız ağızdan kutludur ola ki sözünüz tuta
Ben yüzbin yıl söyler isem sözüm kulağına girmez
Gönlüm dahî canım dahî el bir etti şol ikisi
Yüzbün YÛNUS’tan ferâgat dost yüzünden gözün ırmaz
Ey bana iyi diyen benim kamuda yavuz
Alnımı ay bilirim bu gözlerimi yıldız
Bu vücudum şehrinde buçuk pulluk assım yok
Amelim mahalleri ser-be ser kalmış ıssız
Hücrede ve bucakta Hakk’a lâyık amel yok
Kimde derd ü firak var kimlerde eserli söz
Halk hep ayağın durur ben seğirdim oturdum
Geçtim sadır yerine döşek kalın yerim düz
Bunun gibi sâlûsluk çünkim elime girdi
Artık n’işime yarar âh u firak vâh u suz
Ben bir kitap okudum kalem onu yazmadı
Mürekkep eyler isem yetmeye yedi deniz
Ben oruç namaz için süci içtim esridim
Tesbîh u seccadeyçin dinledim çeşte kopuz
YÛNUS’un bu sözünden sen ma’nî anlar isen
Konya menâresini göresin bir çuvaldız
Niceler bu dünyâda günâhını yuyamaz
Ömrü geçer yok yere ey dırîga duyamaz
Bir nice kişilerin gaflet gözün bağlamış
Hak yoluna derisen bir yufkaya kıyamaz
Bu dünyâ bir gelindir yeşil kızıl donanmış
Kişi yeni geline bakıbanı doyamaz
Ey nice arslanları alır aktarır ölüm
Azrail pençesine bir yoksulca duyamaz
Var imdi miskin YÛNUS uryân olup gir yola
Yüz çukallı gelirse yalıncağı soyamaz
Aşk erine dünyâda ne harîr ü ne palas
Zira kim gönlü onun kibr ile tutmadı pas
İş amel ile biter lâyık olursa yeter
Gerekse uryan yürü gerek ise giy atlas
Diler isen eresin ferâgat menziline
Var kanâat dârında nefsi boğazından as
Nefs-i cüz’î varlığın akl-ı külle ulaşır
Varlığın yoğa değişir kalmasın sende heves
Bu kamu tâatların başı miskinlik imiş
Gel imdi miskin YÛNUS tamâ’ın yayını yas
Dosttan haber geldi gene dostlar yarak etsin demiş
Dirgensinler meşâyihe er eteğin tutsun demiş
Ben severim şol kulumu yoksul ola sabreyleye
Benden ona yol eyledim mi’râcıma ersin demiş
Şol kahr ile kazananlar güle güle yedirenler
Götürdüm perdelerini didârıma baksın demiş
Her bir kişi dosta vara armağanın dosta vere
Anda bizi anmayanlar bunda da utansın demiş
Fâni dünyadan geçeriz bâki mülküne göçeriz
Armağan gerektir dosta yüklü yükün tutsun demiş
Aydın YÛNUS’a dursun yüzünü toprağa sürsün
Öğüdün kendiye versin okuduğun tutsun demiş
Bilenlere sormak gerek bu tendeki can neyimiş
Can hod Hakk’ın kudretidir damardaki kan neyimiş
Fikir yumuş oğlanıdır endişe kaygu kânıdır
Bu âh u vah aşk donudur taht’oturan han neyimiş
Şükür onun birliğine yok iken uş var eyledi
Çünkü asıldan biz yoğuz mülk ü han ü man neyimiş
Çalap viribidi bizi var dünyâyı görün diye
Bu dünya hod bâki değil mülke Süleyman neyimiş
Sorun Taptuk’lu YÛNUS’a bu dünyadan ne anladı
Bu dünyânın karârı yok sen neyimiş ben neyimiş
Canım erenler yolu inceden inceymiş
Süleymân’a yol kesen şol bir karıncayımış
Gönlüm aydır varayım sana geri geleyim
Gönlüm uyduğu bana dostu buluncayımış
Götürmedi kimsene kimsenenin gücünü
Güç götürürüm diyen eli erinceyimiş
Âşıkın gözü yaşı dün ü gün durmaz akar
Âşık kan ağladığı ma’şûk soruncayımış
Aydırlar idi bana âşık âvâre olur
Geldi başına gördüm ol söz yerinceyimiş
Dört kitabın ma’nîsin okudum hâsıl ettim
Aşka gelincek gördüm bir uzun heceyimiş
Ben dervişim diyenler harâmı yemeyenler
Harâmın yenmediği ele girinceyimiş
Aydırlar fülân öldü mülkiyle malı kaldı
Ol malın irkildiği ıssı ölünceyimiş
İki kişi söyleşir YÛNUS’u görsem diye
Biri aydır ben gördüm bir âşık kocayımış
Ol ben sevdiğin nigâr nidem ol benden fârığ
Ne varıp hoş görünem iki cihandan fârığ
Kimden kime varayım ahvâlim söylemeğe
Sözüm kime diyeyim sözden lisandan fârığ
Cihanda kim diriser bu işin arasına
Ya kim hükmedebile sultân u handan fârığ
Gerek Müslüman olam bin yıl ibâdet kılam
Gerekse kâfir ola küfr u îmandan fârığ
Gerekse ehl-i millet farîzasın bekleyim
Gerekse şöhret kovam şöhret-u dinden fârığ
Gerekse illiyende yüzbün kez minber uram
Gerekse şirk besleyem sıdk u gümandan fârığ
Nice ticâret ile kesb gösterem ben ona
Şöyle kâdirdir ol kim sûd u ziyandan fârığ
Nicesi kulluk ile sevlibilem ben ona
Hâs u âm onu sever ol hep sevenden fârığ
Onun gibi ma’şûka kim gönül verdiyise
Tertibden geçmek gerek ol andan-bundan fârığ
YÛNUS sen sever isen hakîkat ma’şûkayı
Fârığ ol cümlesinden kevn ü mekândan fârığ
Şükür Hakk’a kim dost bize ayıttı dost yüzüne bek
Açtım ben de gönlüm gözüm sultânımı gördüm mutlak
Çünkü gördüm ben Hakk’ımı Hak kike oldum biliş
Her nereye baktım ise hep görünendir cümle Hak
Açık duvacık kapısı dostları için ol Hakk’ın
Dostu olmak diler isen dostlardan oku bir sebak
Hicâbdasın bugün seni göstermezler belki sana
Hicâb dediğimi anla dünyalıktır gözden bırak
Sen seni bilmeyince eren nazar kılmayınca
Senliği bu ara yerden gidermezsen oldu tuzak
Yedi deniz ü dört ırmak seni mısmıl eylemeye
Çünkü işin ol Hakk ile olmadısa kaldın ırak
Evliyâdır Hak kapısı YÛNUS’durur kapucısı
Aşk ile geldi bu yola aşkı edindi hem durak
Ey çok kitaplar okuyan sen mi tutarsın bana dak
Tâ bilesin sırrı ayan gel aşktan oku bir sebak
Ger sen seni bildin ise sûret terkin urdun ise
Sıfat nedir bildin ise ne kim edersen bana hak
Bilmeyesin bed-nâm u nâm bir ola sana has u âm
Bildim ise ilmi tamam gel aşkdan oku bir sebak
Okumagıl ilmin yüzün ilme amel gerek güzin
Aç gönülden bâtın gözün âşık ma’şûk hâline bak
Bakgıl âşık ne işdedir ma’şûka ol cünbiştedir
İkisi bir teşviştedir iki sanıp bakma ırak
İkilikten geçemedin hâli hâlden seçemedin
Dosttan yana uçamadın fakılık oldu sana fak
Cübbe vü hırka tâc ü taht verse gerekti aşka baç
Dörtyüz mürîd ü elli hac terkeyledi Abdülrezzak
Onun gibi din ulusu hâc öptü çaldı nâkûsu
Sen dahî bırak nâmusu gel beri putun oda yak
Âşık ma’şûk birdir bile aşktan gelir her söz dile
Bîçâre YÛNUS ne bile ne kara okudu ne ak
Biz kime âşık isek âlemler ona âşık
Kime değil diyelim bir kapıdır bir tarîk
Biz neyi sever isek ma’şûka onu sever
Dostumuzun dostuna yad endişe ne layık
Sen gerçek âşık isen dostun dostuna dost ol
Bu hâlde kalır isen dosta değil yaraşık
Kime az bakar isen aslı yüce yerdedir
Bun yerinde durana sığını geçer ferik
Yetmiş iki millete kurban ol âşık isen
Tâ âşıklar safında tamam olasın sâdık
Sen Hakk’a âşık isen Hak sana kapı açar
Ko seni beğenmeyi varlık evini bir yık
Hâs u âm mutî âsı dost kuludur cümlesi
Kime aydıbilisen gel evinden taşra çık
YÛNUS’un bu danışı genc-i nihan sözüdür
Dosta âşık olanlar iki cihandan fârık
Kerem et bir beri bak nikab yüzünden bırak
Ayın ondördü müsün balkurur yüz ü yanak
Sol ağzından keleci yüzbin şükrâne ile
Destur gelsin taşraya söyleyin dil ü dudak
Otuz iki mirvarı mercana dizmiş gibi
Kıymetî dürden olmuş yaraşır inciden ak
Sıfatın arılığı bulgur u nohut gibi
İki kaşın ay alnın genc aya verir sabak
Gören pervâneleyin nice oda düşmesin
Gözlerinin bakışı can alır iki çırak
Aşkın zemzemesinden âşık boynu zincirli
Azaldık istemez(ler) şöyle kaldılar tutsak
Hangi bir nesneni ki dil nice şerheylesin
İlâhi sen beklegil yavuz gözlerden ırak
Boynun yuvuk boynundan hiç farkeyleyemedim
Gümânâ veren beni küpeli iki kulak
YÛNUS Hak tecellîsin senin yüzünden gördü
Çâre yok ayrılmağa çün sende göründü Hak
Dost yüzüne bakmağa key safâ nazar gerek
Dost ile bilişmeye can gözü bîdar gerek
İzz ü nazdan geçiben tertipler terk ediben
Varlıklar terk ediben yüzbin ol kadar gerek
Varlıktır hicâb katı kim yıka bu hicâbı
Dost yüzünden nikabı götürmeye er gerek
Hicâb oldun sen sana ne bakarsın dört yana
Kaykımaz öne sona şuna kim dîdar gerek
Gel imdi hicâbın yık hırs evinden taşra çık
Hak bağışlaya tevfik kasd ile hüner gerek
Âşıka izzet ü âr vallah bedi’ bu haber
Âşık isen cansız gel ne ser ü destar gerek
Sen seni elden bırak dost yüzüne sensiz bak
Mansur’layın “ene’l-Hak” dahî sebük bar gerek
Kim dost ile bilişe lâcerem derde düşe
Âşık canı hemîşe sermest ü humar gerek
Dost ile bilişen can oldur kendıne yakın
Varlık leşkerin kıran dahî çapük er gerek
Terkeyle kıyl ü kâli dosta vergil mecâli
Yokluktadır visâli kamudan güzer gerek
Akıl erdeği değil bu göz gördüğü değil
Dil söz verdiği değil bî lisan bî ser gerek
İşit işit key işit dost katına sensiz git
Dosta gidene önden kendisiz sefer gerek
Boncuk değil sır sözü gel gidelim ko sözü
Dostu görmez baş gözü ayrıksı basar gerek
YÛNUS imdi yavıvar bulamasın il ü şar
Kim Hak desin kim bâtıl derviş bürd ü bar gerek
Ger uluya vardın ise sûret nakşı nendir senin
Ma’nîye yol buldun ise işbu dünyâ nendir senin
Sen dünyânın terkin urgıl gelip aşk oduna girgil
İlerki menzile ergil geri kalmak nendir senin
Bu vücûdun sermâyesi od u su vu toprak değil
Her biri aslına gider gâfil olmak nendir senin
Büt-hâne vü şarap-hâne mescid oldu gerçek cana
Bir pulun varmaz ziyana yalancılık nendir senin
Çünkü ahrete kavisin ko bu yalancı da’vîsin
Mal ü hazîne sevisin âşık isen nendir senin
Benimdir diye derersin Hak’tan da’vî mi edersin
Padişah suçuna bakmaz güm-râh olmak nendir senin
Dün ü gün kaygılar yersin nidelim yoksulum dersin
Ol cömerttir rızkın verir kaygı yemek nendir senin
Yegil yedirgil bîçâre eksilirse Tanrı vere
Bir gün tenin yere gire geri kalan nendir senin
YÛNUS ol aşk badyasından sen igen esrik olmuşsun
Bî hod iken erdin Hakk’a ayık olman nendir senin
Nideriz hayat suyun canı yağmaya verdik
Gevheri sarraflara mâden yağmaya verdik
Benim ol bezirgân kim hiç assı gözetmedim
Çünk’assıdan da geçtik ziyan yağmaya verdik
Bu yolun ârifleri geçirmezler mataı
Şöyle uryan gideriz cihân yağmaya verdik
Küfr ile îman dahî hicâb imiş bu yolda
Safâlaştık küfr ile îman yağmaya verdik
Yüz bin yıllık fikirle henüz kuşluk olmadan
Geçtik bitmez sağnıçyan gümân yağmaya verdik
Payanlı devr-i zaman nic’eğlesin YÛNUS’u
Payansız devre erdik devran yağmaya verdik
Müslümanım diyen kişi şartı nedir bilse gerek
Tanrı’nın buyruğun tutup beş vakt namaz kılsa gerek
Tanla durup başın kaldır ellerini suya daldır
Tamudan azadlı oldur kullar azad olsa gerek
Öğle namazın kılasın her ne dilersen bulasın
Nefs düşmanın öldüresin nefs hemişe ölse gerek
Ol ikindiyi kılanlar arı dirlik dirilenler
Olardır Hakk’a erenler dâim Hakk’a erse gerek
Akşamdurur üç farida dağca günahın arıda
İyi amellerin sana şem’u çerağ olsa gerek
Yatsı namazın ol hâzır hâzırları sever Kâdir
Îmanın eksiğin bitir îman piş-rev olsa gerek
Her kim Müslüman olmadı beş vakt namaz kılmadı
Bil ki Müslüman olmayan ol tamuya girse gerek
Görmez misin Mustafâ’yı nice bekledi vefâyı
Ümmet için ol safâyı ümmet ona erse gerek
Bekler isen din gayretin vermegil nefse murâdın
YÛNUS Nebî salavâtın aşk ile değirse gerek
Ne söz kelece der isem dilim seni söyleyecek
Nerde yürürsen yürürüm senden yana kaçar dilek
Haktır seni sevmezlere cansız sûrettir der isem
Onun için canlılara senin gibi ma’şuk gerek
Söyledin cümle âleme henüz nikâb içindesin
Bir dem perdesiz yürüsen iki cihan olur helâk
Div ü perî ins ü melek sever seni her mahlûkat
Hayran olup ileyinde durmuş olur hûr ü melek
Nûştur senin elin ile zehr-i kâtil içer isem
Bilmezim ne ma’nîsi var ol olur cânıma tiryak
Ger şehd ü şekker yer isem sensiz ağudur canıma
Çü canımın sensin dadı nerde bulam senden yeğrek
Yüz bin eğer cevr ü cefâ uğrar ise sûretime
Hiç eksilmez şadılığım cünlesin yur seni sevmek
Ne var eğer YÛNUS dahî aşk içinde zerre ise
Aşk dâdıyla kâim durur yer ile gök çerh-i felek
Dünyâya gelen kişiler yola bile gelmek gerek
Ölümünü anıbanı dün ü gün ağlamak gerek
Bu dünya kahır evidir hem bâki değil fânidir
Aldanıban kalma buna tez tövbeye gelmek gerek
Nedür(ür) dünya çokluğu eşkeredür(ür) yokluğu
Varlık sarayın hakîkat âhıreti bilmek gerek
Gel imdi dur bu fâniden mahrum kalmadan bâkîden
Tâat kılıp bu düyadan kul nasîb(in) almak gerek
Korkar isen (sen) tamudan (gel) alçak olgıl kamudan
Ol günü ince sırattan kamular(la) geçmek gerek
Geçip gitmek diler isen (ye) düşmeyeyim der isen
Şol kazandığın malını Tanrı için vermek gerek
Kazandığın veriben yoksulları hoş görüben
Hak hazretine varıban oddan o kurtulmak gerek
Kur’ân aydır ki “vattakû” gene aydur ki “tazra’û”
Kâhil olup oturma (gıl tez) tevbeye gelmek gerek
YÛNUS’un sözü şiirden ammâ aslı(dır) kitaptan
Hadîs ile denene key (bilgi) sâdık olmak gerek
Evvel bize vâcib budur iyi hulk u amel gerek
İslâm adı konucağız yoldaşımîz îman gerek
İsrâfil sûrun urunca cümle mahluk uyanınca
Soru hesap sorulunca Arap dili lisan gerek
Gök perdelerin açalar iyi yavuzdan seçeler
Ol dem nereye kaçalar baş kurtarası yer gerek
Terezi kurup otralar sermâyemiz getireler
Ol siyâset meydânında bu tertipleri bil gerek
Çağrışalar ata ana kardaş kardaştan usana
Yalvaralar ol Sübhân’a niyaz kılası er gerek
Dügelinden bu aşk yakın YÛNUS hâta kılma sakın
Aşktan nasip sunulunca cevap veresi hâl gerek
Mâ’nî eri bu yolda melûl olası değil
Mâ’nî duyan gönüller hergiz ölesi değil
Ten fânidir can ölmez gidenler gene gelmez
Ölür ise ten ölür canlar ölesi değil
Gevher seven gönüller yüz bin yol eder ise
Hak’tan nasib olmasa nasîb olası değil
Sakıngıl yârin gönlün sırçadır sınmayasın
Sırça sındıktan geri bütün olası değil
Çeşmelerden bardağın doldurmadan kor isen
Bin yıl anda durursa kendi dolası değil
Şol Hızır ile İlyas âb-ı hayat içtiler
Bu birkaç gün içinde bunlar ölesi değil
Yarattı Hak dünyâyı Peygamber dostluğuna
Dünyâya gelen gider bâkî kalası değil
YÛNUS gözün görürken yarağın eyle bugün
Gelmedi anda varan geri gelesi değil
Kul pâdîşahsız olmaz pâdîşah kulsuz değil
Pâdîşahı kim bileydi kul etmese yort savul
Sultan hemişe sultan kul hemişe kul idi
Ol kadim paşa idi usûl içinde usûl
Tanrı kadim kul kadim ayrılmadım bir adım
Gör kul kim Tanrı kimdir anla ey sâhib-kabûl
Bize birlik sarayın goğru beşâret ayın
Geç ikilik fikrinden kogıl beğliği yâ kul
Gör imdi gizli seyri seyir içinde sırrı
Kul bilmez bu tedbiri kime değdi bu nüzûl
Ayıt ayıt kamusun ne kân ü ne mâdensin
Sûret-i pür ma’nîsin pâdişahı sende bul
Gel imdi hicâbın aç senden ayrıl sana kaç
Sende bulasın mi’râc sana gelir cümle yol
Kanca vardın ey âkıl bir ağızdan cümle dil
Cüz’iyyât-ı müselsel haber verir akl-ı küll
YÛNUS bak neredesin ne yerde ne göktesin
Bekle edeb perdesin gel imdi sen tapı kıl
Yavlak acâyip geldi bana dünyâ’çinde iş bu hâl
Gece konuk olan kişi gene sabah göçer fil hâl
Eğer gerçek konuk isen aç gözün uyanık isen
Sen bu söze tanık isen geri kalır mülk ile mal
Malını beriki(si) yer sen onda hesabın ver
Senindür(ür) bir adım yer gör nice(si) urulur kal
Kendin görürken ye yedir yoktur diye etme özür
Bu dünyâda hâsıl nedir hâyr ile pazarı ver al
Ben diyeyim sözün hakkın işit unutma key sakın
Uş kıyâmet geldi yakın gönülden geçmesin hayâl
Andan İsrâfil sûr ura ölenler yerinden dura
Geçse devrân-ı rüzigâr böyle yazmış Celle Celâl
Sultan u kullar bir ola anda katı haller ola
Dahı ayrıksı sır ola korkulu iş anda muhâl
Bunda korkmaz isen YÛNUS anda korkuturlar seni
Eğer dirliğin hak ise sırâtı geçesin sehel
Ata belinden bir zaman anasına düştü gönül
Hak’tan bize destûr oldu hazîneye düştü gönül
Anda beni can eyledi et ü sünğük han eyledi
Dört on günü deyiceğiz değritmeye düştü gönül
Yürür idim anda pinhan Hak buyruğu vermez aman
Vatanımdan ayırdılar bu dünyaya düştü gönül
Beni beşiğe vurdular elim ayağım sardılar
Önden acısın verdiler tuz içine düştü gönül
Günde iki kez çözerler başına akça dizerler
Ağzıma emcek verdiler nefs kabzına düştü gönül
Bu nesneyi terkeyledim yürümeye azmeyledim
On’ki sünğügün yazarlar elden ele düştü gönül
Oğlan iken sultan kopar kim elin kim yüzün öper
Akıl bana yoldaş oldu sultanlığa düştü gönül
Bu çağ ile sakal biter görenin dülreği tutar
Güzeller katında biter sev-seviye düştü gönül
Hayırdan şerri çok sever işlemeğe becid iver
Nefsinin dileğin kovar nefs evine düştü gönül
Kırkbeşinde sûret döner kara sakala ak biner
Bakıp şeybetin görünce yoldurmaya düştü gönül
Yola gider başaramaz yiğitliğe eli varmaz
Bu nesneleri koyuban yuvanmaya düştü gönül
Oğl’aydır bunadı ölmez kız aydır yerinden durmaz
Hiç kendi hâlinden bilmez hâlden hâle düştü gönül
Su getirirler yumağa kefen saralar komağa
Ağaç ata bindireler teneşire düştü gönül
Eğer var ise amelin genğ olısar senin sinin
Eğer yok ise amelin oddan şarap içti gönül
YÛNUS anlayıver hâlin şuna uğrayısar yolun
Bunda elin erer iken hayr işlere düştü gönül
Gerekmez dünyayı bize çünkü bâkî bünyad değil
Bir kul bin de yaşar ise ölünce bir saat değil
Bu dünya kahır evidir nice ömürler eritir
Uçmakta huy satın kişi yalan yanlış gıybet değil
Şol senin mü’min kulların dünya zındanı onların
Bu dünyada mü’min olan hurrem oluban şad değil
Bunda zâlimlik eyleyen nefsîni hırsla toylayan
Yüzleri kara kopısar öz canları rahat değil
Kimdürür kim eren ona dün gün tâat kılan ona
Verilir uçmak onlara zira biliştir yad değil
YÛNUS miskin mestânesin sen seni gör ko bunları
Dünyâda riyâla dirlik kişiye iyi ad değil
Aşksızlara verme öğüt öğüdünden alır değil
Aşksız âdem hayvan olur hayvan öğüt bilir değil
Boz yapalak devlengice emek yeme erte gece
Onun işi göz sepektir salıp ördek alır değil
Şah balaban şahin doğan zihî övmüş onu öven
Doğan zayıf olur ise doğanlıktan kalır değil
Kara taşa su koyarsan elli yıl ıslatır isen
Heman taş gene bayağı hünerli taş olur değil
YÛNUS olma câhillerden ırak olma ehillerden
Câhil ne var mü’min ise câhillikten kalır değil
Dervişlik makâmı hâl içinde hâl
Ferâgatlık makâmı derviş olana muhâl
Derviş ayrılamaz evvelki demden
Hiç firkat olmadı nasibdir visâl
Dervişler fitne kabın bunda uşattı
Hareket etti bunda olmadı battâl
Dervişlik dirliği sırat üzredir
Hisâbı ettiler zerre-i miskâl
Derviş “ene’l-Hak” derse n’ola aceb mi
Hep varlık Hakk’ındır alâ külli hâl
Derviş ırma gözün evvelki demden
YÛNUS giripdür hem âhır hem evvel
Kodıl dünyâ bezeğini bu dünyâ yedir ya hayâl
Ne kılısar bize vefâ çünkü pusudadır zevâl
İsteme ömr-i fânîyi dünyâ kime kaldı bâkî
Yüzbin melik yüzbin sultan râyegân kodu mülk ü mâl
Nice uzun endişeler yoldaş idi bizim ile
Dost fikretinden artığı cümleten fânîdir battâl
Algıl kendi elin ile gene kendi hisâbını
Yoksa serhengler elinde katı yaramaz olur hâl
Öldür nefsin dileğini ilet teneşir üstüne
Yoksa keksiz ölüceğiz ferman olur sana gassâl
Her kim sana sorar ise i’tikadın nedir Hakk’a
Öpgil elini ayağın budur cevâbına suâl
YÛNUS sana farîzâdır işbu sırât-ı müstakîm
İleyinde haşre-neşre Hakk’al-yakîn gerek visâl
Aklın ererse sor bana ben evvelde nerde idim
Diler isen deyiveren ezelî vatanda idim
“Kâlû belâ” söylenmeden tertip düzen eylenmeden
Hak’tan ayrı değil idim ol ulu dîvanda idim
Eyyûb ile derde esîr iniledim çektim ceza
Belkîs ile taht üzere mühr-i Süleyman’da idim
Yûnus ile balık beni çekti deme yuttu bile
Zekeryâ’yla kaçtım bile Nûh ile tufânda idim
İsmâil’e çaldım bıçak bıçak bana kâr etmedi
Hak beni âzâd eyledi koç ile kurbanda idim
Yûsuf ile ben kuyuda yattım cefâ çektim bile
Ya’kûb ile çok ağladım bulunca figanda idim
Mi’râc gecesi Ahmed’in döndürdüm arşta na’lînın
Üveys ile urdum tacı Mansurla urganda idim
Âlî ile urdum kılıç Ömer ile adl eyledim
Onsekiz yıl Kaf dağında Hamza’yla meydanda idim
Ezelîden dilimde uş Tanrı birdir haktır Resûl
Bunu böyle bilir iken sanma ki gümanda idim
Yere bünyâd urulmadan Adem dünyâya gelmeden
Öküz balık eylenmeden ben ezelî anda idim
YÛNUS senin âşık canın ezelî âşıklar ile
Mülke bünyâd urulmadan seyrân u cevlânda idim
Bu ile garip geldim ben bu ilden bezerim
Bu tutsaklık tuzağın demi geldi üzerim
Çünki ben bunda geldim ben ânı bunda buldum
Mansûr’um dâra geldim uş kül oldum tozarım
Çün aşkın kitabını okudum tahsil ettim
Ne hâcet kim karayı ak üstüne yazarım
Dört kitabın ma’nîsi bellidir bir elifte
Bi dedirmegil bana ben bu yoldan azarım
Bir çeşmeden sızan su acı tatlı olmaya
Edebdir bize yermek bir lüleden sızarım
Yetmiş iki millete suçum budur hak dedim
Korku hiyânetidir ya ben niçin kızarım
Şerîat oğlanları nice yol ede bize
Hakîkat deryâsında bahri oldum yüzerim
Dost bana gelsin demiş benim kaydımı yemiş
Ben yüzüm karasından teberrükler düzerim
YÛNUS bu kuş dilidir bunu Süleyman bilir
Gerçek âşık bu yolda ne kılasın sezerim
Ben bu cihana gelmeden sultân- cihanda idim
Sözü gerçek hükmü revan ol hükm-i sultanda idim
Halâyık bunda gelmeden gökler melâil dolmadan
Bu mülke bünyâd olmadan mülkü yaradanda idim
Yüz yirmi dört bin hası dört yüz kırk dört tabakası
Devlet makâmında ol gün ulu hânedanda idim
Gussa beni görmez idi kaygu ile ermez idi
Endişe şehirden taşra bir yüce mekânda idim
YÛNUS bu cümle varlığın dost katında zerre değil
Guft ile kelâmda idim hem bunda hem onda idim
Uş yine geldim ben bunda sır gözün ayân eyleyem
Bir söz ile yeri göğü cümlesin beyân eyleyen
Diler isem ten eyleyem diler isen can eyleyem
Gönlümü Tûr canım Mûsa taht-ı Süleyman eyleyem
Dirlik bana karşı gele ben dirliğin boynun uram
Ölüm eğer vâcip ola cânımı kurbân eyleyem
Azrâil ne kişidürür kasdedebile cânıma
Ben onun kasdını gene kendiye zındân eyleyem
Ya Cebrâil kim ola kim hükmede benim âhıma
Yüzbin Cebrâil gibiyi bir demde perrân eyleyem
Bu bizden önce gelenler ma’nîyi pinhân kılanlar
Ben anadan doğmuş gibi geldim ki uryân eyleyem
YÛNUS senin gönlün evi Hak varlığı dopdoludur
Uş geldim ki âşıklara varlıktan ihsân eyleyem
Nite kim ben beni bildim yakın bil kim Hakk’ı buldum
Hakk’ı buluncadı korkum şimdi korkudan kurtuldum
Hiç artık korkmazam bir zerre kayırmazam
Ben şimdi kimden korkayım korktuğum ile yâr oldum
Azrâil gelmez canıma sorucu gelmez sinime
Bunlar beni ne sorsunlar onu sorduran ben oldum
Ya ben onca kaçan olam onun buyruğun buyuram
Ol geldi gönlümüz doldu ben ona bir kân oldum
Aşklılar bizden alalar aşksızlar hod ne bileler
Kimler ala kimler vere ben bir ulu dükkân oldum
YÛNUS’a Hak açtı kapı Yûnus Hakk’a kıldı tapı
Bâkî devlet benim imiş ben kul iken sultân oldum
Haber eylen âşıklara aşka gönül veren benim
Aşk bahrîsi olubanı denizlere dalan benim
Deniz yüzünden su alıp sunuveririm göklere
Bulutlayın seyran edip arşa yakın varan benim
Yıldırım olup şakıyan gökte melâik dokuyan
Bulutlara hüküm süren yağmur olup yağan benim
Gördüm göğün meleklerin her biri bir işte imiş
Hak Çalab’ın zikrin eden İncil benim Kur’ân benim
Gördüm deyen değil gören bildim deyen değil bilen
Bilen oldur gösteren ol aşka esîr olan benim
Sekiz uçmak âşıklara köşk ü saraydır bilene
Mûsâ’layın hayran olup Tûr dağında kalan benim
Kalem çalınacak görgil haber böyledürür bilgil
“Kâlû belâ” kelecisin bunda haber veren benim
Deli oldum idim YÛNUS aşk oldu bana kılavuz
Hazrete değin yalınız yüz sürüyü varan benim
Ne der isem hükmüm yürür elimde fermân tutaram
N’ider isem hükmüm revan çün hükm-i sultân tutaram
İns ile bu cinn ü perî divler benim hükmümdedir
Tahtım benim yel götürür mühr-i Süleyman tutaram
İblîs ü Âdem kim olur yâ âza vu yâ azdıra
Cümle benim iyi yavuz kamusunu ben tutaram
Dünyâ benim rızkımdurur kavmi benim kavmimdürür
Her dem benim yargım yürür yargımı candan tutaram
Senin gibi can vâr iken Âb-ı hayât isteyeni
Karanlığa gireni ben onun hayvan tutaram
Onsuz olursam ölüyem onunla diri oluram
Siz sanmanız ki dirliği hemişe candan tutaram
Dînim îmanım oldurur onsuz olursam dünyâda
Ne puta haça taparım ne dîn ü îman tutaram
YÛNUS aydır ben ol venin az görmegil ben ol venin
Ben ne desem ol dost tutar dost dediğin ben tutaram
Bin yıl eğer vasfın diyem bir zerresin tüketmeyim
Bir katrede yüzbin deniz bir katresin ayıtmayım
Ne mesel bağlamam olur ne hod gönül karar bulur
Kim benzede misl ü misâl hâşa ki ben benzetmeyim
Kim ide bir nakş u sûret nakş u sûretten sen âzad
Nice akıllar sende mat nice özrü gözetmeyim
Akıl çün fenâya vara deli olan ne başara
Delilere sensin çâre deli oldum pes nitmeyim
Öğret imdi dil ne desin şart oldur seni söylesin
Tevfîk yâri kılar ise gayrı dile söyletmeyim
Ne kim der isen de bana koma beni benden yana
Benim hâcetim oldurur seni bana istetmeyim
Çün pâdişah güçlü ola pes kul fuzul işli ola
Ben seninim bana ne gam ge suç edem geretmeyim
Çünkü girdim bir denize ne kenar var ne cezîre
Çün dört yanımdan mevc ura duram kavi hiç batmayım
Benim değil bu keleci devlet senin YÛNUS neci
Çün dilimde kâdir sensin sensiz dilim uzatmayım
Canım ben andan bunda ezelî âşık deldim
Aşkı kılavuz tutup ol yola düştüm geldim
Değilim kâl u kîlden ya yetmiş iki dilden
Yad yol bana bu ilden anda bilişip geldim
Geçtim hod-bin ilinden el çektim dügelinden
Ol ikilik bâbından birliğe bitip geldim
Dört kişidir yoldaşım vefâdar-ı râz-daşım
Üçile hoştur başım birine boşup geldim
Ol dördün birisi can biri dîn bir îman
Biri nefsimdir düşman yolda savaşıp geldim
Bir kılı kırk yardılar birin yol gösterdiler
Bu mülke gönderdiler ol yola düşüp geldim
Aşk şarabından içtim onsekiz ırmak geçtim
Denizler bendin deştim ummandan taşıp geldim
Ben andan geldim bunda geri varırım anda
Ben anda varasımı anda danışıp geldim
Azrâil ne kişidir kasdedesi canıma
Ben emanet ıssıyla anda bitrişip geldim
İmdi YÛNUS’a ne gam âşık melâmet bed-nam
Küfrüm îmana şol dem anda değişip geldim
Sensin Kerîm sensîn Rahîm Allah sana sundum elim
Senden artık yoktur emin Allah sana sundum elim
Ecel geldi va’de erdi bu ömrüm kadehi doldu
Kimdir ki içmeden kaldı Allah sana sundum elim
Gözlerim göğe süzüldü canım göğüsten üzüldü
Dilim tetiği bozuldu Allah sana sundum elim
Uç biçildi kefen donum Hazrete yönelttim yönüm
Acep nice olur hâlim Allah sana sundum elim
Urdular suyum ılındı kavim kardeş cümle geldi
Esen kalsın kavim kardaş Allah sana sundum elim
Geldi salacam sarılır dört yana selâ verilir
İl namazıma derilir Allah sana sundum elim
Salacamı götürdüler makberime yetirdiler
Halka olup oturdular Allah sana sundum elim
Çün cenâzeden şeştiler üştüme toprak eşdiler
Hep koyubanı kaçdılar Allah sana sundum elim
Yedi tamu sekiz uçmak her birinin vardır yolu
Her bir yold yüzbin çarşû Allah sana sundum elim
Geldi Münker ile Nekir her birisi sordu bir dil
İlâhi sen cevap vergil Allah sana sundum elim
Görün acib oldu zaman gönülden eyleniz figan
Ölür çün anadan doğan Allah sana sundum elim
YÛNUS tap uzat bu sözü Allah’ına tutgıl sözü
Dîdardan ayırma bizi Allah sana sundum elim
Benim bunda kararım yok ben bunda gitmeğe geldim
Bazirgânım metâım çok alana satmağa geldim
Ben gelmedim da’vî için benim işim sevi için
Dostun evi gönüllerdir gönüller yapmağa geldim
Dost esriği deliliğim âşıklar bilir neliğim
Dervişiben ikiliğim birliğe bitmeğe geldim
O hocamdır ben kuluyum dost bahçesi bülbülüyüm
Ol hocamın bahçesinde şâd olup ötmeğe geldim
Bunda biliş olan canlar anda bilişirler imiş
Bilişiben hocam ile hâlim arzetmeğe geldim
YÛNUS EMRE âşık olmuş ma’şûka derdinden ölmüş
Gerçek eren kapısında hâlim arzetmeğe geldim
Gökte Peygamber ile mi’râcı kılan benim
Ashâb-ı Suffa ile yalınacak kalan benim
Sabr ile kanaâti hoş veriptir anlara
Kırk kişi bir gömleğe kanâat kılan benim
Kırkından birisine çaldım idi neşteri
Kırkından kan akıdıp ibret gösteren benim
Ömer-i Hattâb ile hem adl ü dâd işledim
Oğluyla fısk eyleyip hadde basılan benim
Abdü’rrezzak ol derviş yoldaş edindi beni
Hallac-ı Mansûr ile dâra asılan benim
İbrahim Edhem baktı tâc u tahtı bıraktı
Hak yoluna uyaktı ol sırrı duyan benim
Mûsa Peygamber ile binbir kelime kıldım
İsâ Peygamber ile göklere çıkan benim
Adımı YÛNUS taktım sırrım âleme çaktım
Bundan ileri dahî dilde söylenen benim
Dost elinden ölür isem hiç gümânsız geri gelem
Ganîmet görüp bu demi can şükrâne veri gelem
Canın dirliğ tutan kişi dost katından ırak düşer
Fidî kılam yüzbin canı ıraklıktan beri gelem
Cercis’leyin ol dost beni yetmiş kez öldürür ise
Bin kez dahî ölür isem yüzbin kez ileri gelem
Yüzbin kez doğam uyağam dost burcunda cevlâ kılam
Hem bunda olam hem anda bunda anda varıgelem
Yavıkılındım ne çâre yürürüm dün gün âvâre
Soranlara cevap budur isteyiben sorugelem
Bin yıl toprakta yatarsam ben komayam Enel-Hakk’ı
Ne vakt gerek olur ise aşk nefesin urugelem
İnanmayan gel sinime dost adını ayıt çağır
Kefen donun pâre kılıp toprağımdan durugelem
Bundan böyle nolasını geğme akıl şerhetmeye
YÛNUS aydır âşıklara dost haberin verigelem
Hak Çalab’ım Hak Çalab’ım sencileyin yok Çalab’ım
Günâhlarımız yarlığa ey rahmeti çok Çalab’ım
Ben eydürem kim ey ganî nedir bu derdin dermanı
Zinhar esirgeme beni aşk oduna yak Calab’ım
Kullar senin sen kulların günâhları çok bunların
Uçmağına koy bunları binsinler Burak Çalab’ım
Ne sultan ne baylardasın ne köşk ü saraylardasın
Girdin miskinler gönlüne edindin durak Çalab’ım
Ne ilmim var ne tâatım ne gücüm var ne tâkatım
Meğer senden inâyetim kıla yüzüm ak Çalab’ım
Yargılagıl sen YÛNUS’u günahlı kulların ile
Eğer yargılamaz isen key katı firak Çalab’ım
Benim canım uyanıktır dost yüzüne bakan benim
Hem denize karışmağa ırmak olup akan benim
Irmak gibi ben çağlarım geh gülerim geh ağlarım
Nefsin ciğerin doğrarım kibr ü kîni yakan benim
Kırdım bu nefsin çerisin bir ettim burc u bârusun
Pâk eyledim içerisin milketini yuyan benim
Ben hazrete tuttum yüzüm ol aşk eri açtı gözüm
Gösterdi bana kendözüm âyet-i kül denen benim
Şah dîdârın gördüm ayân hiç gümansız belli beyan
Kâfir ola inanmayan ol dîdâra bakan benim
Benimdürür bu cümle iş hikmetim ile yaz u kış
Ben bilirim yad u biliş ırılmadan duran benim
Bu cümle canda oynayan damarlarında kaynayan
Küllî dillerde söyleyen küllî dile deyen benim
Nemrud odun İbrâhim’e ben bağ u bustan eyledim
Küfür yüzünden doğuban gene odu yakan benim
Ol Hallâc-ı Mansûr ile söyler idim Enel-Hakk’ı
Benim gen’onun boynuna dar urganın takan benim
Ol Hak habîbi Mustafâ mi’râca edince sefer
Ol dem canım hâk eyledim ol sırrını duyan benim
Şimdi adım YÛNUS’durur ol demde İsmâil idi
Ol dost için Arafât’a kurban olup çıkan benim
Çerh benim hükmümdedir(ür) her kanda ben oturmuşum
Mülk benim elindedir(ür) yıkan benim yapan benim
Sa’d benim saîd benim YÛNUS dahî benimledir
İlm’i ledündür üstâdım ol esrârı (duyan) benim
Aldı benim gönlümü n’olduğumu bilmezem
Yavıkıldım ben beni isteyip bulamazam
Gönlüsüz girdim yola hâlimden gelmez dile
Bir dem derdim demeye bir dertli bulamazam
Şâkirim derdim ile satştım güle güle
Dertliler bulucağız ben seni bulamazam
Aydırlar ise bana senin gönlün kim aldı
Nice haber vereyim ağlarım aydımazam
Bu benim gönlüm alan doludur cümle âlem
Nereye beker isem onsuz yer göremezem
Ayık olup oturman ayaksızlar getirmen
Severim aşk esriğin ben ayık olamazam
YÛNUS’a kadeh sunan Enel-Hak demin vuran
Bir cur’a sundu bana içtim ayılamazam
Evvel benim âhır benim canlara can olan benim
Azıp yolda kalmışlara Hızır meded eren benim
Bir karâra tuttum karar sırrımı benim kim duyar
Gözsüz beni kaçan görür gönülde gizlenen benim
Çün deminde katre uran bir nazarda dünyâ duran
Kudretinden han döşeyip aşk nöbeti uran benim
Düz döşedim bu yerleri çöksü urdum bu dağları
Sayvan eyledim gökleri geri tutup duran benim
Dahî aceb âşıklara ikrâr ü din îman oldum
Halkın gönlünde küfr ile İslâm ile îman benim
Halk içinde dirlik düzen dört kitabı doğru yazan
Ağ üstünde kara dizen ol yazılan Kur’ân benim
Dost ile birliğe biten buyruğu ne ise tutan
Mülk yaratıp dünya düzen ol bahçıvan heman benim
Hamza’yı Kaf’tan aşıran elin ayağın şirşiren
Simurg-u Kaf ardındaki ol ağulu yılan benim
YÛNUS değil bunu diyen kendiliğidir söyleyen
Kâfirdürür inanmayan evvel âhır heman benim
Aceb değil senin için bin can fidî kılar isem
Senin varlığın can yeter hoştur cansız kalır isem
Senin ki derdin olmaya gözün aceb kelecidir
Ne canım var ne aydıram bir dem sensiz olur isem
Nice ki ben seni sevem ecel eli ermeyiser
Kaçan sunar Azrâil el ben seni canlanır isem
Ger sûretim düşer ise nice zevât ere bana
Ol kadîmi kimse benim nice düşüp durur isem
Dahî Elest belirmeden ben âşık idim ol ma’şûk
Gözümü yüzüne tutam yüzbin kaba girer isem
Dahî cihana gelmeden canım onu sever idi
Minnet değil YÛNUS sana nice tapı kılar isem
Ey yârenler ey kardaşlar sorun bana kanda idim
Aşk denizine dalıban deryâ-yı ummanda idim
Ol ki beni bekler idi her kandaysam saklar idi
Aşk urganı ucundaki kahdildeki can da idim
Yere bünyâd urulmadan yer gök halâyık dolmadan
Levh u kalem çalınmadan mülkü yaratanda idim
Yüz yetmiş bin feriştehler saf bağlayıp durucağız
Cebrâil’i gördüm anda ol ulu dîvanda idim
Dört kitabı okumadan ayırıp seçmek olmadan
Ben okudum sabakımı Kur’ân’da hânende idim
Kaygu eli bana ermez gussa hergiz beni görmez
Endişe şarından taşra bir ulu makamda idim
Doksan bin Hak kelâmını eyleyince Habib ile
Otuz bini sır olunca ol vakit ben anda idim
Benim gibi miskin kulu yüzbin gelirse az ola
Benim gelişim şimdidir uçmakta Rıdvan’da idim
Ben bu sûretten ileri adım YÛNUS değil iken
Ben ol idim ol ben idim bu aşkı sunanda idim
Tehî görmen siz beni dost yüzün görüp geldim
Bâkî devr-i ruzigâr dost ile sürüp geldim
Oldur söyleyen dilde varlık dostundur kulda
Varlığım hep ol ilde ben bunda garib geldim
Bezirgânım matâım çok dest-gîrim üstâdım Hak
Ziyanım âssıya cümle anda değişip geldim
Yer ü gök yaratıldı aşk ile bünyâd oldu
Toprağa nazar kıldı aksırdı durup geldim
Gördüm yedi tamusun anda sekiz uçmağın
Korkudan günâhımı anda sızıp geldim
İsâ oldum kudretten behânem bir avretten
İnâyet oldu Hak’tan ölü dirgörüp geldim
Âdem olup durmadan nefsin boynun burmadan
Yanıldım buğday yedim uçmaktan sürlüp geldim
Musâ’yla Tûr’a çıktım binbir kelime kıldım
Bu halk bizi ne bilsin anda bilinip geldim
Nûh oldum tûfân için çok duruştum dîn için
Duymayanın takadan suya boğdurup geldim
Yalan değildir sözüm bak yüzüme aç gözün
Dah’örtülmedi izim uş yoldan erip geldim
Cerciş olup basıldım Mansur oldum asıldım
Hallaç pamuğu gibi bunda atılıp geldim
Eyyûb oldum tenime cefâ kıldım canıma
Çığırdım Sübhân’ıma kurtlar dürüyüp geldim
Zekeryâ oldum kaçtım erdim ağaca geçtim
Kanım dört yana saçıp tepem deldirip geldim
Yalnız Sübhân idi peygamberler canıydı
YÛNUS hod pinhân idi suret değiştirip geldim
Erenlerin himmetini ben bana yoldaş eyledim
Her nereye varır isem cümle işim hoş eyleyim
Koyam bu dünyâyı gidem çün âhrete sefer edem
Ol uçmakta hûrilerden ben bana yoldaş eyleyim
Taze ve yumuşak giymeyim cümlesinden fârığ olam
Ger döşeğim toprak ise yastığımı taş eyleyim
Uram yıkam nefs evini oda yana hırs ü hevâ
El götürem şimden geri nefs ile savaş eyleyim
Tenim dahî canım dahî hiç bilmedi “Ene’l-Hakk”ı
Şimdiye dek bilmediyse şimden geri tuş eyleyim
Bugün gülen kişi bunda yarın ağlayısar anda
Revan dökem gözyaşımı yastığımı yaş eyleyim
Miskin YÛNUS çağırıp der âşıkıyım miskinlerin
İçim miskin değil ise miskin taşum uş eyleyim
Evvel kadîm önden sona zevâli yok sultan benim
Yedi ıklîme hükmedip diri tutan Sübhan benim
Ben bu yeri yaratınca yer üstüne gök durunca
Ulu deniz mevc urunca Nûh’a tufân veren benim
Dur dedim göklere durdu gökler dahî karar kıldı
Yüzbin türlü âdem geldi getirip gideren benim
Yûsuf ile çâha inen terâziye altın uran
Kafesini basaduran Mısr’ın ıssı sûltan benim
Sûfî ile sûfî olan sâfî ile sâfî benim
Bel bağlayıp tâat eden ol Kerim ü Rahmân benim
Kaf’tan Kaf’a hükmeyleyen divleri hükmüne koyan
Yele binip seyran kılan bu mülke Süleyman benim
YÛNUS değil bunu diyen kudret dilidir söyleyen
Kâfir ola inanmayan evvel âhır heman benim
Andan berü gönüldüm dost ile bile geldim
Bes bu âleme çıktım bir aceb hâle geldim
Ol dost açtı gözümü gösterdi kendözümü
Gönlümdeki râzımı söyledim dile geldim
Gör ne yuvadan uçtum bu halka râzım açtım
Aşk tuağına düştüm tutuldum ele geldim
Tuzağa düşen gülmez âşıklar rahat olmaz
Söylerem dilim bilmez bir aceb ile geldim
Ben bunda geldim bu dem geri ilime gidem
Sanma ki bunda beni altuna mala geldim
Değilim kîl ü kâlden ya yetmişiki dilden
Hâlim ahvâlim nedir bu mülke sorageldim
Ne haldeyim ne bilem tuzaktayım ne gülem
Bir garibce bülbülüm ötmeğe güle geldim
Gül Muhammed teridir bülbül d’onun yâridir
Ol gül ile ezeli cihanda bile geldim
Mescidde medresede çok ibâdet eyledim
Aşk oduna yanuben ondan hâsıla geldim
Kudret sûret yapmadın feriştehler tapmadın
Âlem halkı dönmedin ileri yola geldim
Yina YÛNUS’a sordum aydır Hak nûrun gördüm
İlkyaz güneşi gibi mevc urup toğageldim
Hiç bilmezem kezek kimin aramızda gezer ölüm
Halkı bostan edinmiştir dilediğin üzer ölüm
Bir nicenin belin büker bir nicenin mülkün yıkar
Bir nicenin yaşın döker var gücünü ezer ölüm
Biridir alır kardeşin revan döker gözün yaşın
Hiç onarmaz bağrı başın habersizin gelir ölüm
Yiğidi koca olunca komaz kendini bilince
Birini koyup gelince gözlerini süzer ölüm
Hani onun sevdik yâri kıl tâatın arı yürü
Miskin YÛNUS niye durur ejderhalar yutar ölüm
Bu fenâ mülkünde ben nice nice hayran olam
Nice bir handân olam yâ nice bir giryân olam
Geh feleklerden meleklerden dilekler dileyem
Gâh arş u şemste gerdûn olam gerdân olam
Adımım attım yedi dört onsekizden ben öte
Dokuzu yolda kodum şâh emrine fermân olam
Dost ferah kıldı terahtan ben teberrâ eyledim
Sûret-i insân olam hem cân olam hem kân olam
Gâh bir müfti müderris geh mümeyyiz gâh temiz
Gâh bir müdbir-ü nâkıs naks ile noksan olam
Gâh batn-ı hât içinde Yûnus ile söyleşen
Geh çıkam arş üzere bir cân olam Selmân olam
Gâh inem esfellere şeytân ile şerler düzem
Geh çıkan arş üzre vü seyrân olam cevlân olam
Gâh işidîrem işitmezem işümezem aceb
Nice bir nisyân olam hayvân olam insan olam
Gâh ma’kûlât-ı mahsûlât takrîr-ü beyan
Gâh maksûrât olam geh sâhib-i Keyvân olam
Nice bir sûrette insân ü sıfatta cânver
Nice bir tilkî olam yâ kurt u yâ arslan olam
Nice bir tecrîd ü tefrîd ü mücerred münferid
Yâ nice cin nice ins ü nice bir şeytân olam
Nice bir aşk meydanında nefs atın seğirttirem
Yâ nice bir bâşımı tûp eyleyip çevgân olam
Gâh birlik içre birlik eyleyem ol bir ile
Geh dönem deryâ olam katre olam ummân olam
Gâh düzahta yanam Fir’avn ile Hâmân ile
Gâh cennette varam gılman ile Rıdvân olam
Gâh bir gâzî olam Efreng ile cenk eyleyem
Geh dönem Efreng olam nisyân ile isyân olam
Gâh bir mechûl-ü merdûd olam u Nemrûd olam
Geh varam Ca’fer olam Tayyâr olam perrân olam
Nice bir âmî olam nâmî olam câmî olam
Nice bir kâmî olam nâkân olam nâdân olam
Gâh ola odlar yakam diller yıkam canlar yakam
Gâh varam arşa çıkam geh şâh u geh sultân olam
Nice bir dertler ile odlâra yanam yâkılam
Nice bir şâkir olam zâkir olam mihmân olam
Terkîdem bû hâk ü bâdı vara aslına yine
Şeş cihetten ben çıkam bi cism olam bî cân olam
Nice bir Cercis ü Bercis olam u Mirrîh olam
Nice bir Câlînus u Burkât olam Lokmân olam
Bu dokuz arslân u yedi evren ü dört ejderha
Bunlarınla cengidem Rüstem olam destân olam
Bir demî âsûd’olam hüşyâr ü gâfil hord u hâm
Bir demî âşüft’olam mecnûn olam hayran olam
Gönlümün gencine renc irgörmeden bir yol bulam
Yâhu deryâya girem bî reng ü bî elvân olam
Ya nice bir ben diyem sensin diyem ûtanmadan
Ya nice deksiz olam dilsiz olam hayrân olam
Nice bir balçıkt’olam alçakta olam hâr olam
Gâh varam gevher olam yâkût olam mercân olam
Âdemîlikten çıkam uçam melekler mülküne
Levn olam bî levn olam geh kevn olam bî kân olam
Gâh münkâd u mutî-i Hakk Allah’ın hâsı
Geh dönem Hârûn olam Musâ olam İmrân olam
Geh duram Dâvûd olam taht-ı Süleyman’a çıkam
Geh dönem güm-râh olam hem râh olam hicrân olam
Gâh zındandan çıkam âzâd olam âbâd olam
Geh yine der-bân olam mahbûs olam zîndân olam
Dâr olam girdâr olam Mansûr olam berdâr olam
Ten olam hem cân olam hem în olam hem ân olam
Gâh beyâban-ı harâb u geh serâb u geh türâb
Geh yine Mahmûd olam geh cin olam geh cân olam
Gâh izzette azîz ü gâh zillette hakîr
Geh varam erkân olam reh-bin olam rühbân olam
Geh dönüp hâmûş olam bîhiş olam ser hûş olam
Söyleyem destân olam hem bağ u hem bustân olam
Yûnus’a Taptuğ’u Saltuğ u Barak’tandır nasîb
Çün gönülden cûş kıldı ben nice pinhân olam
YÛNUS imdi bu sözü sen âşıka di âşıka
Kim sanâ ben sıdk olam hem derd ü hem dermân olam
Gâh hâlîs gâh muhlis olam uş Furkân ile
Gâh Rahmânu’r-Rahîm yâ Hayy ü yâ Mennân olam
Geh dönem bir şems olam zerremde yüzbin arş ola
Geh yîne tuğyan olam âlemlere tûfân olam
Evvelî Hû âhırı Hû yâ Hû illâ Hû olam
Evvel âhır ol kalâ vu “men aleyhâ fân” olam
Kâ’be vü büt îman benim çerh uruban dönen benim
Bulut olp havay’ağıp rahmet olup yağan benim
Yaz yaratıp yer donatan gönlümüz evi hânedan
Hoşnûdum ata anadan kulluk kadrin bilen benim
Yıldırım olup şakıyan şakıyıp nefsin dokuyan
Yer ka’rasında berkiyen şol ağulu yılan benim
Hamza’yı Kaf’tan aşıran elin ayağın şişiren
Gözsüzlerin gözündeki boz-pusarık duman benim
Et ü deri süğnük çatan hükmeyleyip diri tutan
Kudret beşiğinde yatan hikmet sütün emen benim
Âşık olan gelsin beri göstereyim doğru yolu
Makâmımdır gönül şarı ırılmayıp duran benim
Yere göğe bünyâd uran ırılmadan kâim duran
Irmaklara göl çağıran adım YÛNUS umman benim
Ben seni sevdiğimi söyleşirler hâs u âm
Söyleşenler söyleşsin sensiz dirliğim harâm
Kim senin lezzetinden canı tad almaz ise
Yürür cansız bir sûret âlem hâlinden bîgam
Ben bu dem seni gördüm nicesi sabreyledim
Seni bir dem görmeye müştaktır cümle âlem
Seni gören kişiye ne hâcet hûr u kusûr
Seni sevmeyen cana tamudur cümle mâkam
İki cihan varlığı ger benim olur ise
Sensiz bana gerekmez iş seninledir tamam
Bin yıl ömrüm olursa harcedem bu kapıda
Ben gerçek âşık isem gerek bu yolda ölem
Çoklar YÛNUS’a der nicedir aşk esrikliği
Nitsin ezel bezminde şöyle çalındı kalem
Beni anmaklığa benden farığım
Nederim ânıban pes ne lâyıkım
Benim yoldaşlığım edebe sığmaz
Edepsiz kişiye niçin refıykım
El tutmaz ayak dirmez cihâna düştüm
Ne karar ne mekân ne hod tefrıykım
Cümle tekebbürlüğüm döküldü kaldı
Ne esriğim ne mahmur ne hod ayıkım
Ne sabr u ne sükûn ne hod becid iş
Ne adım atarım ne hod tarıkıyım
Bugün cihâna geldim uş giderim
Sanâsın yolcu idim ya konukum
Hani YÛNUS hani cünbiş harekât
Ne sermâyem ola ne var ne yokum
Ben ol yâri sevdiğimi nice bir gizleyebildim
Gönlüme sığmaz nideyim meğer râzım ile diyem
Dilim tutup yürüdüğüm yadlığıma delil imiş
Yakan yadlık perdesini hicâbımı ben giderem
Onun ile ahvâlimi âlemlere bildireyim
Çağrıban muştulayım âlemi üstüme derem
Âşıkların gönlü gözü ma’şûk dapa gitmiş olur
Gönlüm ile kavletmişem bâşed ki ma’şûka erem
Canım kurban kılar idim canı kabül kılar ise
Kaçan ise ölüserem niçin böyle diri duram
Şükrâne canım üstüne ben dost için ölür isem
Ölmek lâzımdır kamuya ben ölmeden kança varam
İlm ü amel sözü değil YÛNUS dili söylediği
Dil ne bilir dost haberin ben dost ile nice bîrem
Nite ki ol ma’şuk ile ben râzımı bir eyledim
Garkolam müşâhedeye ermeye tedbir eyledim
Kimdir ki onu görüben gizleni kaldı ahvâli
Göster bana ol kişiyi ben dahî bir eyleyim
Bu halâyık aydır bana sakla onu can içinde
Bir zerresi yüzbin cihan ayıt nice sırreyleyim
Şunun gibi çapük nazar bir nazarda yüzbin Mûsâ
Şer-mest ü hayran kamusu de nice tedbir eyleyim
Farz değildir kamulara Tûr’da münâcât eylemek
Ben nerdeysem dost ondadır her bir yeri Tûr eyleyim
Hidâyet erdi kamuya hevâsından geçmezlere
Tevfıyk yüzün yere urup aşkımı sir-gîr eyleyim
Muhakkıklar göredurur YÛNUS gözü gördüğünü
Düşüm söyleyeyim sana necm ile ta’bir eyleyim
Teferrüc eyleyivardım sabahın sinleri gördüm
Karışmış kara toprağa şu nâzik tenleri gördüm
Çürümüş toprak içre ten sin içinde yatar pinhan
Boşanmış damar akmış kan batmış kefenleri gördüm
Yıkılmış sinleri dolmuş hep evleri harâb olmuş
Kamû endişeden kalmış ne düşvar halleri gördüm
Yaylalar yaylamaz olmuş kışlalar kışlamaz olmuş
Bar tutmuş söylemez olmuş ağızda dilleri gördüm
Kimisi zevk-u işrette kimisi sâz-u beşârette
Kimi belâ vü mihnette dün olmuş günleri gördüm
Soğulmuş şol kara gözler belirsiz olmuş ay yüzler
Kara toprağın altında gül derer elleri gördüm
Kimisi boynunu eymiş tenini toprağa salmış
Anasına küsüp gitmiş boynun buranları gördüm
Kimi zârı kılıp ağlar zebânîler canın dağlar
Tutuşmuş sinleri oda çıkan tütünleri gördüm
YÛNUS bunu kanda gördü gelip bize haber verdi
Aklım vardı bilim şaştı netekim bunları gördüm
Hak’tan bana nazar oldu Hak kapısın açr oldum
Girdim Hakk’ın haznesine dürr ü güher saçar oldum
Devlet tavı başa kondu aşk kadehin bana sundu
Canım içti aşktan kandı karay’aktan seçer oldum
Esritti aşka düşürdü ben ham idim aşk pişirdi
Aklımı başa devşirdi hayrı şerden seçer oldum
Hayra döndü benim işim endişeden âzâd başım
Nefsimin başını kestim kanatlandım uçar oldum
Göçenler menzile yetti vardı onda karâr etti
Ömür geçti kavil yetti gönüldüm uş göçer oldum
Miskin YÛNUS bilişeli cân u gönül verişeli
Taptuğ’uma erişeli gizli râzım açar oldum
Gözüm seni görmek için elim sana ermek için
Bugün canım yolda kodum yarın seni bulmak için
Bugün canım yolda koyam yarın ivazın için
Arzeyleme uçmağını hiç arzum yok uçmak için
Benim uçmak neme gerek hergiz gönlüm ona bakmaz
İşbu benim zârılığım değildürür bir bağ için
Uçmak uçmağım dediğin mü’minleri yeltediğin
Vardır ola birkaç hûri arzum yoktur kaçmak için
Bunda dahı verdin bize ol hûriyi çift ü helâl
Ondan geçti arzum tamam arzum sana ermek için
Sûfilere ver sen onu bana seni gerek seni
Hâşâ ben terkedem seni şol bir evle çardak için
YÛNUS hasretdürür sana hasretini göster ona
İşin zulüm değil ise dâd eylegil istedi çün
Çok çok şükür sen Çalab’a maksûduma erdim bugün
Müştak idim bunca zaman pîrim yüzün gördüm bugün
Kaygu beni almış idi canım zebûn olmuş idi
Gördüm pîrimin yüzünü ol kayguyu sürdüm bugün
Gelsin yardan ayrı düşen gurbet ile bağrı pişen
Dost bahçesi içindeki aşk tertibin kurdum bugün
YÛNUS aydır yar kuluyum dost bahçesi bülbülüyüm
Söyleyin şimden geri gülzârıma girdim bugün
Ey yârenler ey kardeşler ecel ere ölüm bir gün
İşlerime pişmân olup kend’özüme gelem bir gün
Yanlarıma kona elim söz söylemez ola dilim
Karşıma gele amelim nittim ise görem bir gün
Oğlan gider danışmana salâdır dosta düşmana
Şol dört tekbir namaz ile (dahi) tamam kılam bir gün
Beş karış bezdürür donum yılan çıyan yiye tenim
Yıl geçe ubrula sinim unutulup kalam bir gün
Başıma dikeler hece ne erte bilem ne gece
Âlemler ümidi hoca sana fermân olam bir gün
YÛNUS EMRE sen bu sözü dahî tamam etmemişsin
Tek yürüyeyim neyleyim üstâdıma gelem bir gün
Sûretten gel sıfâta ondan ma’nî bulasın
Hayâllerde kalmagıl erden mahrum kalasın
Bu yolda acâyip çok sen acebe aldanma
Acâyip anda ola dost yüzünü göresin
Aşk kuşağın kuşangıl dostun yoluna vargıl
Mücâhede çekersen müşâhede göresin
Bundan aşık şehrine üçyüz deniz geçerler
Üçyüz deniz geçiben yedi tamu bulasın
Yedi tamuda yangıl her birinde kül olgıl
Vücûdun onda kogıl ayrık vücûd bulasın
Hakîkattır Hak şarı yedidir kapıları
Dergâhında yazlıdır girip kudret göresin
Evvelki kapısında bir kişi olur onda
Sana aydır teslîm ol sen miskinlik bulasın
İkinci kapısında ik’arslan vardır onda
Niceleri korkutmuş olmasın kim korkasın
Üçüncü kapısında üç evren vardır onda
Sana hamle ederler olmasıın ki dönesin
Dördüncü kapısında dört pirler vardır onda
Bu söz sana rumuzdur gör kim delil bulasın
Beşinci kapısında beş ruhban vardır onda
Türlü matalar satar olmasın ki alasın
Altıncı kapısında bir hûr’oturur onda
Sana aydır gel beri olmasın kim varasın
Çün sen onda varasın ol hûrîyi alasın
Bir vâyadan ötürü yolda mahrum kalasın
Yedinci kapısında yediler oturur onda
Sana derler kurtuldun gir dost yüzün göresin
Şu dediğin sözlerin vücûddan taşra geğil
Tefekkür kılar isen cümle sende bulasın
YÛNUS işbu sözleri Hak varlığından söyler
İster isen kânını miskinlerde bulasın
Çarh-ı felek yok idi canlarımız var iken
Biz ol vaktin dost idik Azrâil ağyâr iken
Nice yıllar biz onda cem’idik can kânında
Hakîkat âleminde ma’firet söyler iken
Çalap aşkı candaydı bu bilişik andaydı
Âdem Havvâ kandaydı biz onunla yâr iken
Dün geldi Safî Âdem dünyâya bastı kadem
İblis aldadı ol dem uçmaktan gezer iken
Canlar onda bilişti ol dem gönül ilişti
Âlem halka karıştı denizler kaynar iken
Ne gök var idi ne yer ne zeber vardı ne zîr
Komşu idik cümlemiz nur dağın yaylar iken
Ne oğul var idi ne kız ervah idik anda biz
YÛNUS dosttan haber ver aşk ile göyner iken
Zinhâr vermegil gönül dünya payına bir gün
Dünyâya gönül veren düşe tayına bir gün
Kuşların yuvasını kimse doğan edinmez
Ol elde kaçan dura gide yayına bir gün
Gör ahî niceleri topraklar koçmuş yatar
Bizi de onlar gibi ala koynuna bir gün
Şol kuşun kim yuvası doğan katında olur
Ol ondan kaçınsa(da) gide yeyine bir gün
Miskin bîçâre YÛNUS gördüm bildim demegil
Tut erenler eteğin düşgil suyuna bir gün
“Lâ şerik”’ten okursun sonra şerik katarsın
Bire iki dimegil fitne kimden tutarsın
Çün Kur’ân gökten indi onu Allah buyurdu
Ondan haber ver bana ha kitaptan ötersin
Okursun tasrif kitap nice binâ vu i’râb
Havf u recâ sende yok öyle ki bir Tatar’sın
İlm okumaktan gerek kendözünü bilmektir
Kendözünü bilmezsen bir hayvandan betersin
İlm okumak ma’nîsi ibret almaktır ancak
Çün ibret almadın sen görmeden taş atarsın
Oniki bin hadîsi cem’eyledi Mustafâ
Unuttunuz onu siz şerh ile söz satarsın
Kılarsın riyâ namaz yazığın çok hayrın az
Dinle neye varır söz cehennemden bitersin
Halka fetvâ verirsin ne için sen tutmazsın
İhlâs ile gelirsen bizden nesne tutarsın
Sen fakıhsin ben fakîr sana hiç tanımız yok
İlmin var amelin yok günahlara batarsın
Bu düzülen tertibi ayrıksıdı mı dersin
Başaramazsın hoca endişeden yitersin
İşiy YÛNUS sözünden ibret algıl özünden
Eğer kabul edersen birkaç dahî katarsın
Ondan yeğrek ne vardır kişi bile kendözün
Kendözün bilen kişi kamulardan ol güzin
Kişi gerek çok bile ol gerek öğüt ala
Menzile ersem diyen belirsin hazin hazin
Bu yol yavlak uzaktır dünyâ sana tuzaktır
Bu tuzağa uğrayan komaya kılavuzun
Ben emîn olsam deyen ya eminlik isteyen
Geçsin bu kâl ü kilden toprağa ursun yüzün
Kim ere kulluk ede ol azaptan kurtula
Mutlak ol yarlıganır kim görürse er yüzün
YÛNUS bir haber verir işitenler şâd olur
Gence uğrasam deyen izlesin erin izin
Ol dost bize gelmez ise ben dosta geri varayın
Çekeyim cevr ü cefâyı dost yüzün görüvereyin
Sermâye bir avuç toprak onu dahî aldı bu aşk
Ne sermâye var ne dükkân pazara neye varayın
Kurulmuştur dost dükkânı dost içine girmiş gezer
Günâhım çok gönlüm sızar ben dosta çok yalvarayın
Gönlüm aydır dost benimdir gözüm aydır dost benimdir
Gönlüm aydır göze sabret bir dem haberin sorayın
Hak nazar kıldığı cana bir göz ile bakmak gerek
Ol kim ol nazar kıla ben onu nice yereyin
Taptuk’um aydır YÛNUS’a bu aşk Hakk’a erse gerek
Kamulardan ol yücedir ben ona nice varayın
Hak bir gevher yarattı kendinin kudretinden
Nazar kıldı gevhere eridi heybetinden
Yedi kat yer yarattı ol gevherin nûrundan
Yedi kat gök yarattı ol gevherin buğundan
Yedi deniz yarattı ol gevher damlasından
Dağları muhkem kıldı ol deniz köpüğünden
Muhammed’i yarattı mahlûka şefkatınden
Hem Alî’yi yarattı mü’minlere fazlından
Gayib işin kim bilir meğer Kur’ân ilminden
YÛNUS içti esridi ol gevher denizinden
Şöyle hayran eyle beni aşkın oduna yanayın
Her nereye bakar isem gördüğüm seni sanayın
Hem beni okur Sübhân’ım eşiğine dün gün yönüm
Anda çıkar benim günüm bunda neye eyleneyin
Yedi tamu dedikleri katlanmaya bir âhıma
Sekiz uçmak aldamaya bunda neye eyleneyin
Yüzbin hûri gelir ise aldamaya bu canımı
Aşkın gönlüm yağmaladı senden nice usanayın
Senin aşkın duydu canım terkini urdum cihanın
Hergiz bilinmez mekânın seni nerde arayayın
Herdem söylenir haberin hergiz bulunmaz eserin
Götür yüzünden perdeyi didârına göyüneyin
İlm-i hikmet okuyanlar aşktan ferâgattır bunlar
Mansûr oldum asın beni her dillerde söyleneyin
YÛNUS EMRE’min bu sözü cana doldu âvâzesi
Kördür münkirlerin gözü ben nicesin göstereyin
Ey dost seni seveliden aklım gitti kaldım ben
Irmakları seyredip denizlere daldım ben
Bir zerre aşkın odu kaynatır denizleri
Düştüm aşkın oduna tutuşuban yandım ben
Ol canda ki aşk ola anda gussa olmaya
Bu aşk bana gelelden gussam gitti güldüm ben
Bülbül de âşık olmuş kızıl gülün yüzüne
Gördüm erenler yüzün hezar destan oldum ben
Bu aşkı bana verdin ben niderem kendözüm
İçim dışım nur doldu dosta âşık oldum ben
Bir kuru ağaç idim yol üzre düşmüş idim
Er bana nazar kıldı tâze cüvan kıldım ben
YÛNUS gerçek âşıksan adını miskin kogıl
Cümlesinden ihtiyar miskinliği buldum ben
Eğriliğin koyasın doğru yola gelesin
Kibr ü kîni çıkargıl erden nasîb alasın
Ne versem elin ile şol varır senin ile
Ben desem inanmazsın varıcağız görürsün
Gönülde pas oturur onda seni yitirir
İçeri şah oturur giremezsin göresin
Onikidir hücresi yedi dervâzesi var
Anda iki dilber var bilmezsin ki sorasın
Var kardaşını öldür dahî avretin boşa
Anana kâbin kıydır Hakk’ı ayan göresin
Bîçâre miskin YÛNUS aşktan da’vî kılarsın
Dosttan haber gelicek yüz sürüyü varasın
Canlar canını buldum bu canım yağma olsun
Assı ziyadan geçtim dükkânım yağma olsun
Ben benliğimden geçtim gözüm hicâbın açtım
Dost vaslına eriştim gümânım yağma olsun
İkilikten usandım birlik hânına kandım
Derdi şarabın içtim dermanım yağma olsun
Varlık çün sefer kıldı dost andan bize geldi
Viran gönül nur doldu cihânım yağma olsun
Geçtim bitmez sağnıçtan usandım yaz u kıştan
Bustanlar başın buldum bustânım yağma olsun
YÛNUS ne hoş demişsin bal u şeker yemişsin
Ballar balını buldum kovanım yağma olsun
Eğer aşkı seversen cân olâsın
Gönüller tahtına sultan olâsın
Seversen dünyeyi mihnet bulâsın
Erenler sırrını kaçan duyâsın
Diken olma gül ol erenler yolunda
Diken olur isen oda yanâsın
Niyâz için buyurdu Hak namâzı
Niyazdan vay sanâ gâfil olâsın
Erenler nefesin âsâ edin sen
Eğer nefsine uyarsan fenâsın
İbâdetler başıdar terk-i dünyâ
Eğer mü’minsen ânâ uyâsın
Atan anan hakkın yitürdün ise
Yeşil donlar giyesin donanâsın
Eğer konşu hakkı boynunda ise
Cehennemde yarın bâki kalâsın
YÛNUS bu sözleri erenden aldı
Sanâ dahî gerek ise alâsın
Gönüle gireni gönendi derler
Gönüle sen de gir gönenesin
Aşık ilinnin haberin desem işide misin
Yoldaş olup ol yola sen bile gide misin
Ol ilin bağı olur serbeti ağı olur
Şeker ayrığa sunup sen ağı tada mısın
Ol ilde ay dün olmaz ay gün gedilip dolmaz
Tertipler terkediben ışmar unuda mısın
İşbu tenin tertibi od u yel toprak sudur
YÛNUS sen cevap eyle suda toprakta mısın
İlminde garkolalı uş ben beni bilmezin
Dil ile söyleyiben vasfına eremezin
Sıfatın gelmez dile kandalığın kim bile
Sun’un saymak dil ile ben hiç layık olmazın
Hem evvelsin hem âhır kamu yerlerde hâzır
Hiç makam yoktur sensiz ben niçin göremezin
Görmeden deli oldum yanıldım günah kıldım
Usum aklım aldırdım esridim ayılmazın
Çükim beni esrittin can u gönül elettin
Ayırma beni senden buluştum ayrılmazın
Bana canı sen verdin Azrâil’e buyurdun
Teslim edeyim canı yalan da’vî kılmazın
Âşıklara ne diyem aşk haberinden şirin
Aşk ile dinleyene aydayın birin birin
Evvel yer gök yoğ iken var idi aşk bünyâdı
Aşk kadimdir ezeli aşk getirdi ne varın
Evvel ezel bezminde kim dost yüzün gördüyse
Onun canıdır âşık sor ondan aşk haberin
Aşkı hiçbir nesneye mesel bağlasam olmaz
Dünyâda âhırette ne tutusar aşk yerin
Emânettir sakıngıl aşk haberini zinhâr
Oturup değme yerde söyleme aşkın sözün
Sarrafların katında kaide şöyledürür
Kadrin bilmez kişiye göstermedi gevherin
YÛNUS’un havsalası aşkı ile dolmuşdurur
Derdin saklayamadı keksiz söyler aşk dilin
Bunca gönül aldırıp cihâna sultan mısın
Hükmün canlara geçer can içinde can mısın
Bakışın bin can alır derdin yürekte kalır
Gören kendinden varır uşşâka Kur’ân mısın
Uçan kuşlar uçunur seni yel görse durur
Devler hükmüne girer Belkîs Süleyman mısın
Yüzünden gün tutulur ay doğmaya utanır
Gören heybete kalır Yûsuf-ı Kenan mısın
Ölü görse dirilir kalıbına can gelir
Topraktan âvaz gelir İsa’bni Meryem misin
Aşkın dîne şûr eyler arslana zencir eyler
Katı taşı mum eyler yoksa Ferhad sen misin
Aşkın Hakk’a irgörür ol gözler dîdâr görünür
Görenler baş indirir İbrâhim Edhem misin
Yüzün dîdar nûrudur saçın mi’rac dünüdür
Gören cânın unutur Fahr-ı Âlem sen misin
YÛNUS sevdiğin gözle aşk yolunu key izle
Râzı gönülde gizle söze hâkim sen misin
Sen canından geçemeden cânan arzu kılarsın
Belden zünnâr kesmeden îmân arzu kılarsın
“Men arefe nefsehu“ dersin evet değilsin
Melâikten yukarı seyran arzu kılarsın
Tıfl-ı nâr-reste iken eteğin at edinip
Ele cevgân almadan meydan arzu kılarsın
Bilemedin sen beni sadefte ne cevhersin
Mısr’a sultan olmadan Ken’an arzu kılarsın
YÛNUS imdi her derde Eyyûb gibi sabreyle
Derde katlanamazsın dermân arzu kılarsın
Dost yüzünü göriceğiz nice karar kılsın bu can
Şöyle yağmaya varısar yüzbin zühd ile dîn îman
Ta’na yoktur âşıklara her ne hâle döner ise
Fermân olamaz kendiye müşâhedeye garkolan
Cân ü gönül fehm ü akıl aşk mevcine gark olıcak
Ne ile ansın ol kişi yazık muzd ü assı ziyan
Canında gözü yok kişi görmeyiser dost yüzünü
Gözsüz nice fehmeylesin ne rengedir iş bu cihan
Yüzbin melik ü salâtin dost yüzünü göreyidi
Terkeyledi ten tertîbin izzet ü leşker hânüman
Âşık nice harâb ise vilâyeti artadurur
Onun için ki dâimâ vîrandadır genc-i nihan
Ayn’el-yakıyn gören kişi ırmaz gözün dost yüzünden
Nice görebilsin onu bu seviden taşra duran
YÛNUS’a bu aşk kızgını komaz dilin tuta idi
Âşıka ma’şuk râzını dürüst diyemeye lisan
Bir dürr-i yetîmem ki görmedi beni ummân
Bir katreyem illâ ki ummâna benem ummân
Gel mevc-i acâyip gör deryâyı nihan gözle
Zî bahr nihâyetsiz katrede olur pinhân
Okuyamadı Mecnûn Leylî adını mevzûn
Hem Leylî idim anda hem Mecnûn idim hayrân
Bu âlem-i kesrette sen Yûsuf u ben Ya’kûp
Ol âlem-i vahdette ne Yûsuf u ne Ken’ân
Adım YÛNUS olduğu bû cisim belâsıdır
Adım sorar olursan sultâna benem sultân
Ol can kaçan ölüser sen ona can olasın
Ölmüş gönül girile anda ki sen olasın
Ölmeği dirlik ola ölümsüz dirlik bula
Ölmüş gönül dirile şunda ki sen olasın
Sen olduğun gönüller her dem canın yeniler
Güç olmaz ol dîvanda hâkimi sen olasın
Can bedenden uçucak menziline göçücek
Ol cihana geçicek göze ayan olasın
Tozunu yel almaya bir zerre ayılmaya
Âşık canı ölmeye ma’şûku sen olasın
YÛNUS sen âşık isen aşka muvâfık isen
Korkma ger âşık isen ne olursan olasın
Hak’tan inen şerbeti içtik elhamdü lillâh
Şol kudret denizini geçtik elhamdü lillâh
Şu karşıki dağları meşeleri bağları
Sağlık safâlık ile aştık elhamdü lillâh
Kuru idik yaş olduk kanatlandık kuş olduk
Birbirmize eş olduk uçtuk elhamdü lillâh
Vardığımız illere şol safâ gönüllere
Halka Taptuk ma’nîsin saçtık elhamdü lillâh
Beri gel barışalım yad isen bilişelim
Atımız eyerlendi eştik elhamdü lillâh
İndik Rum’u kışladık çok hayr ü şer işledik
Uş bahar geldi geri göçtük elhamdü lillâh
Dirfilli pınar olduk irkildik ırmağ olduk
Akdık denize dolduk taştık elhamdü lillâh
Taptuğ’un tapısında kul olduk kapısında
YÛNUS iskin çiğ idik piştik elhamdü lillâh
Zinhar gönül evinde tutma yavuz endişe
Berk’iyçın kuyu kazan âkıbet kendi düşe
Kendine yaramazı berikiye sanan ol
Adı Müslüman onun kendi benzer keşişe
Komadığın aradan nesneyi kötürmegil
Komadığın götürmek budur-a yatlı pişe
Yarın Hak dîdârını görmeyiser üç kişi
Bir değnci bir kovucu biri gammazdır paşa
YÛNUS’tan bir nâsîhat tutan yavuz olmaya
Bil kim iyi söz ile herbir iş gelir başa
Hoştur eğer yürür isem aşk oduna yana yana
Pes yanmadan nice olam çün aşk odu düştü cana
Bu işler tamam olıcak halvet olur ma’şuk ile
Ma’şuk yüzün gören kişi gerek yana vü tükene
Her nesne çiğ olucağız od olmayınca pişmez ol
Benim dirliğim çiğ idi aşk odu oldu behâne
Benim dost ile pazarım yaratılalıdan değil
Sever idik ma’şukayı henüz gelmeden cihâna
Aşk ma’şûku Taptuk’durur YÛNUS kuldur ol kapıda
Gedâlarına lûtfetmek hem kâidedir sultâna
Âşık oldum erene ermek ile
Hakk’ı buldum er yüzün görmek ile
Ere erdim erde buldum maksudum
Bulamadım taşradan sormak ile
Her yere baktım ise er oturur
Gönlün aldım yüz yere sürmek ile
Hak’tan erer türlü nasîb canlara
Olmaz imiş Kâ’be’ye varmak ile
Kâ’be senin eşiğindir bilmiş ol
Bûlamazsın yol çekip armağ ile
Pınar îdim erenler kıldı nazar
Deniz oldum dört yana ırmağ ile
Geldi ün YÛNUS dur u durdum uru
Gözüm açtı kulağım burmağ ile
Gönül nite dolana ma’şûkun bulmayınca
Kimse âşık mı olur gönülsüz kalmayınca
Gönüldür eğen onu esîr eyleyen seni
Kimdir âzâd eyleyen sen esîr olmayınca
Boynu zencirli geldik key katı esîr olduk
Er nazar eylemedi hâlimiz bilmeyince
Yedi nişan gerektir hakîkate erene
Sevdiği girmez ele sevdikler vermeyince
Sözü YÛNUS’tan işit kibir kılma tut öğüt
İmâret olmayasın tâ harâb olmayınca
Vuslat hâlin aydısaram vuslat hâlin bilenlere
Yedi türlü çiçek gerek hakîkata erenlere
Bu yedisinden birisi eksik olursa olmaya
Bir nesne eksik gerekmez bu sapr yola varanlara
Evvel nişanı budurur vermeye cümle milleti
Yerenler yerıni kaldı yer değmedi yerenlere
İkinci nişânı olur kim nefsini semirtmeye
Zinhar siz ondan olmanız nefsıne kul olanlara
Üçüncü nişanı budur cümle heveslerden geçe
Hevesler eri yolda kor yetemez yol varanlara
Dördüncü nişânı oldur dünyadan münezzeh ola
Dünya seni sayrı eyler ne kul kaysı sayrılara
YÛNUS yedi nişân dedi evet üçünü gizledi
Onu dahî deyiverem gelip halvet soranlara
Miskinlikte buldular kimde erlik var ise
Merdivenden ittiler yüksekten bakar ise
Gönül yüksekte gezer dem be-dem yoldan azar
Dış yüzüne ol sızar içinde ne var ise
Ak sakallı bir koca bilemez hâli nice
Emek yemesin hacca bir gönül yıkar ise
Sağır işitmez sözü gece sanır gündüzü
Kördür münkirin gözü âlem münevver ise
Gönül Çalab’ın tahtı gönüle Çalap baktı
İki cihan bed-bahtı kim gönül yıkar ise
Sen sana ne sanırsan ayrığa da onu san
Dört kitabın ma’nîsi budur eğer var ise
Bildik gelenler geçmiş konanlar geri göçmüş
Aşk şarabından içmiş kim ma’nî duyar ise
YÛNUS yoldan azıban yüksek yerde durmasın
Sinle sırat görmeye sevdiği dîdâr ise
İstediğimi buldum eşkere can içinde
Taşra isteyen kendi kendi nihân içinde
Kadimdir hiç ırılmaz onsuz kimse dirilmez
Adım adım yer ölçer hükmü revan içinde
Tutun diye çağırır ağrı dahî çağırır
Bu ne acâip ağrı bu çağıran içinde
Siyâset meydanında galebeden bakan ol
Siyâset kendi olmuş girmiş meydan içinde
Tartmış kudret kılıcın çalmış nefsin boynunu
Nefsini tepelemiş elleri kan içinde
Sayrı olmuş iniler Kur’ân ününü dinler
Kur’ân okuyan kendi kendi Kur’ân içinde
Bu tılsımı bağlayan cümle dilde söyleyen
Gör nice cevlân eder hırka pilân içinde
Türlü türlü imâret köşk ü saray yapan ol
Kara nikâp tutunmuş girmiş külhân içinde
Baştan ayağa değin Hak’tır ki seni tutmuş
Hak’tan ayrı ne vardır kalma gümân içinde
Bir ise birliğe gel ikiyi elden bırak
Bütün ma’nî bulasın sıdk ı îman içinde
Oruç namaz gusül hac hicâbdır âşıklara
Aşık ondan münezzeh hâlis heves içinde
Girdim gönül şehrine daldım onun bahrine
Aşk ile gider iken iz buldum can içinde
Bu izimi izledim sağım solum gözledim
Çok acâibler gördüm yoktur cihân içinde
YÛNUS senin sözlerin ma’nîdir bilenlere
Söyleniser sözlerin devr-i zaman içinde
Can olgıl can içinde kalma gümân içinde
İstediğin bulasın yakın zaman içinde
Rükû’ sücûda kalma amelime dayanma
İlm ü amel garkolur nâz u niyâz içinde
İkiliği terketgil birlik makâmın tutgıl
Canlar canın bulasın işbu dirlik içinde
Oruç namaz zekât hac cürm ü cinâyetdürür
Fakîr bundan azâddır hass-ı havâs içinde
Şerîat korucudur hakîkat ordusunda
Senin için korunur hâsıl ordu içinde
Ayne’l yakîn görüptür YÛNUS mecnûn oluptur
Bir ilr bir oluptur Hakk’al-yakîn içinde
Derviş olan kişiler aceb nite dirile
Yol takâzâsı budur bir ola her birile
İkilik eylemeye hiç yalan söylemeye
Âlem bulanır ise bulanmadan durula
Aceb öyle kim ola bulanmadan durula
Öylelik ister isen yoldaş olgıl er ile
Er ile yoldaş olan key olası gönülden
Âlem yoldaş olurdu olurmısa dil ile
Dilden nesne ne gelmez su ile gönül yunmaz
Gerçeğin gelenleri yederler bir kul ile
Dün ü günün çekerler ol kıl üzülsün diye
Ömrün onda berketmiş yedilir bir kıl ile
İnce sanman bu kılı güzâf sanman bu yolu
Erenler geçti geldi her biri bir hâl içinde
Her kim hâli hallendi ol bey oldu kullandı
YÛNUS sen kul olagör bey söyleşir kul ile
Ey kopuz ile çeşte aslın nedir ne işte
Sana suâl sorarım aydıvır bana üşte
Aydır ki aslım ağaç koyun kirişi birkaç
Gel işretim dinle geç aklı koma beleşte
Aydırlar bana haram ben oğrılık değilem
Çünkü aslım mısmıldır ne var imiş kirişte
Bana kiriş dediler aşka giriş dediler
Benim adım aşk verdi ben durmazam kolmaşta
Şâdılık ile geldim işbu âleme doldum
Mürvetlere düzüldüm kodular işbu düşde
Ağaç deri derildi kiriş ile bir oldu
Aşk denizine daldı behâne yok bu işte
Mevlâna söhbetinde saz ile işret oldu
Ârif mâ’niye daldı çün biledir ferişte
Ferişteyi anmaktan bilesin murat nedir
Gece gündüz biledir senin ile her işte
Ol feriştehler adı Kirâmen Kâtibîn’dir
Yazmaktan usanmazlar ırmazlar yaz u kışta
Birisi sağ omuzda birisi sol omuzda
Birisi hayrın yazar birisi şer cünbişte
Kağıtları tükenmez ne hod mürekkepleri
Aşınmaz kalemleri kâimlerdir ol işte
Hem meyhâneye varır hem büthâneye girer
Bunlar saklarlar seni sen gâfilsin bu işte
YÛNUS imdi Sübhân’ı vesfeylegil gönülde
Ayrı değil âriften bu kopuz ile çeşte
Onsekiz bin âlem halkı cümlesi bir içinde
Kimse yok birden artık söylenir bir içinde
Cümle bir onu birler cümle ona giderler
Cümle dil onu söyler her bir tebdil içinde
Cümle göz onu gözler kimse yok nişan verir
Gören kim gösteren kim kaldık müşkül içinde
Kim gördü onu ayan ne hod nakış ne nişan
Sözü Lenterânî’dir Mûsâ’ya Tûr içinde
Doksan bin Hak kelâmı altmış bin hâs u âmı
Otuz bini hâss’ül-has oldurur sır içinde
Oldurur ol gizli söz ârif söyler dün gündüz
Hiç nişanı denmedi hûr u kusûr içinde
YÛNUS sen diler isen dostu görem der isen
Ayandır görenlere ol gönüller içinde
İsrâfil sûru urula yerin yüzü değşirile
Harâb ola yaş u kuru çarh-ı felek de yorula
Kimesne kalmaya bunda fenâ ola hepsi sinde
Mîkâil’in dükkânında şol hak terazi kurula
Ayan ola çün cümle iş kurtulmaya yad u biliş
Gele fülân ibni fülân hep adı ile çağrıla
Cümle halâyık hep bite yeryüzünü düpdüz tuta
Hükmeyleye Cebbâr-i vakt mahşer dapa hep sürüle
Kopa kıyâmetin hevli ikinci nefhanın kavli
Üçüncü nefha içinde yerlerin yüzü yarıla
Çünkü gele sıddıyk zaif âşık(lar)a yoktur hayıf
Yarınki mahşer gününde “yevme yeşfa’u” kurula
YÛNUS var yarağın eylen yol korkuludur key eylen
Önünde katran denizi kıldan sırat da gerile
Kimse doymaz bu nazara aşk ile kim pençe vura
Bu nazara karşı duran hânumânın gark vere
Çün elini aşka vura aşk okuna kimdir dura
Gök yüzünden Melâiki aşk onu indire yere
Gör Hârut Mârut neyledi hazrette ferişteh idi
Nasîbin aşka aldırıp makamın Zühre’ye vere
Abdestimiz namâzımız doğruluktur tâatımız
Aşk ile bağladık kâmet safımızı kim ayıra
Mescid medrese olduğu bâng-cemâat kıldığı
Halâyık saf saf durduğu aşk şükrânesidir zîre
İçimde yanar aşk odu gönlümde onun hasedi
Aşk odunun tütününden YÛNUS’un benzi sarara
Bîmekânım bu cihanda menzilim durağım anda
Sultânım ki taht u tâcım hulle vu burâğım anda
Eyyûb’um bu sabrı buldum Cercis’im ki bin kez öldüm
Ben bu mülke tenhâ geldim bi-küllî yarağım anda
Bülbülüm uş ötegeldim dilde menşur tutgeldim
Bunda müşküm satageldim geyiğim otlağım anda
Kim ne bile ne kuşum ben şol Ay yüze tutuşam ben
Ezelîden sarhoşam ben içmişim ayağım anda
Deliyim pendi tutmazam değme bir yere gitmezem
İş bu sözü işitmezem ve lîkin kulağım anda
Sır sözü eşkere denmez anda su oda göyünmez
Dün ü gün yanar söyünmez bu benim çerağım anda
Ben bu mülke kıldım cevlân yedi kere urdum seyren
Muhammed nûrunu gördüm benimdir mekânım anda
YÛNUS bu fikrete daldı hep cihanı arda sardı
Vallâhi hoş lezzet aldı dolmuştur dimâğım anda
Uş gene nazar oldu bu bizim canımıza
Muhammed bünyâd urdu dîn ü îmânımıza
Peygamberler serveri din direği Muhammed
Gör ne gevherler komuş bu bizim kânımıza
Hay gel amel edelim elimiz erer iken
Ecel erer ansızın ermeyiz sanımıza
Ey dırîga nidelim bizde amel olmazsa
Hışmedip yapışalar bu kefen donumuza
Sorucular geleler soru hisap alalar
Karanı sin içinde otura yanımıza
Ölüm haktır bilirsin niçin gâfil olursun
Azrâil kasdediser günahlı canımıza
Miskin YÛNUS bu sözü kendözünden ayıtmaz
Hak Çalab veribidi sabağın dilimize
Yine bu bâd-ı nevbahar hoş nev’ile esti yine
Yine kışın sovukluğu fuzulluğun kesti yine
Yine rahmettir bî kıyâs yine işret oldu dem-sâz
Yine geldi bu yeni yaz kutlu kadem bastı yine
Yine yeni hazineden yeni hıl’at giydi cihan
Yine verildi yeni can ot u şecer süstü yine
Ölmüş idi ot u şecer dirildiler ü bittiler
Müşriklere nükte yeter var eyledi nesli yine
Yine seher mergı zârı hoş akar esrik suları
Cihanlara saçtı nisâr cümle âlem dostu yine
Yine görün gök donanıp donu kat kat renge batıp
Bülbül güle karşı durup can budağa astı yine
Sözüm yaz u kış’çin değil vallâh bu duş için değil
Âşıkların cur’asından YÛNUS kadeh süstü yine
Bir imâret göster bana kim sonu virân olmaya
Kazan şol malı kim senden dökülüp geri kalmaya
Dökülüp kalısar malın ayrıklar ala helâlin
Senden geri kalan malın sana assısı olmaya
Ol malı ki Halîli’dir hayırlara yelter seni
Ol mal ki ol Karûn’undur ıssı hiç rahat olmaya
İsrâfil sûrunu ura dağlar tepeler sürüle
Bir karınca cevâbını bin Süleyman veremeye
Bu dünya hep ıssız kala altını malı döküle
Sebil olubanı yata herkiz assı bulunmaya
Hey YÛNUS EMRE ölünce var yürü doğru yolunca
Dünyâsını terkedenler yarın hasrette olmaya
Sana derim ey velî dur erte namazına
Eğer değilsen ölü dur erte namazına
Ezan okur müezzin çağırır Allah adın
Yıkma dînin bünyâdın dur erte namazına
Ağar pervâza kuşlar tesbih okur ağaçlar
Himmet alın kardaşlar dur erte namazına
Namazı kıl zikreyle elin götür şükreyle
Öleceğin fikreyle dur erte namazına
Namaz kıl yarağ olsun ahrette gerek olsun
Sinlekte çerağ olsun dur erte namazına
Namaz kıl îmân ile yatmagıl güman ile
Gidesin îmân ile dur erte namazına
Çıka gide can dahî şöyle kala ten dahî
Derviş YÛNUS sen dahî dur erte namazına
Ol dost için ağlar isem gözüm yaşını kim sile
Ye bunca âh u zâr ile bu gözyaşı becid gele
Ey yârenler ey kardaşlar kime diyem ahvâlimi
Ye şu benim bu derdimin dermânını kim ne bile
Âlem derman olur ise sensiz derman olmayısar
Sensiz derman nice ola çün gönülde dost sevile
Ölür sine girer isem etim tenim çürümeye
Ayrılmayam sevdiğimden çün giderim sevgi ile
Ahd-ı sabık denilmeden henüz Elest buyrulmadan
Ol ben idim ol ben idi pes bu nicesi kesile
Yârenlerim aydır bana seni ne için görmedik
Firkate düştü sûretim bir menzilden bir menzile
Ol dost ile benim işim ölüp dahî bitmeyiser
Ben nice ola kim bite çün gönülde dost sevile
Yarın mahşer kopucağız kamu kul nefsim deyiser
Ben YÛNUS’u hiç anmayam Taptuğ’u getirem dile
Anmaz mısın şol günü (sen) gözün nesne görmez ola
Düşe sûretin toprağa dilin haber vermez ola
Çün Azrâil ine tuta assı kılmaz ana ata
Kimse doymaz o heybete halktan meded ermez ola
Oğlan gider danışmana aslâdır dosta düşmana
Sonra gelmek peşîmâna sana assı kılmaz ola
Evvel gele şol yuyucu ardınca şol su koyucu
İledip kefen sarıcı bunlar hâlin bilmez ola
Ağaç ata bindireler sinden yana göndereler
Yer altına indireler kimse ayrık görmez ola
Üç güne dek oturalar ep işini bitireler
Ol dem dile getireler ayrık kimse anmaz ola
YÛNUS miskin bu öğüdü sen sana versen yeğ idi
Bu şimdiki mahlûkâta öğüt assı kılmaz ola
Zihî şîrin hûlu dilber durağı revan içinde
Can evini ol almıştır ayrık ne sığar anda
Can içinde dostu bulan ayrık ne yerde istesin
Onu taşra sananların ömrü geçti perâkende
Onun aşkının gözgüsü kendide gösterdi beni
Gönül esrik Hakk’a âşık esir olmuş bu dermande
Onu bana sorar isen bu yönüm dosttan yanadır
Her ne halde yürür isem mihrim artadurur günde
Bu sûrette her kim dahı yönüm ayrık yana döne
Benim varlığım dost aldı eserimdir kalan bunda
Onu bana soranlara nice nişan ediverem
Dil ile kim edebile bu aşkın durağı kanda
Zihî ilâhî devlettir kime yoldaş olur ise
Kim dost ile sürdü aşkı bu arada bu mekânda
Dost yüzünü gören kişi kendözünü koyasıdır
Dünyâ tutan gelen harîf tutsak olur bu erkânda
Gör nice şirindürür kocaları yîğit eder
Ayrılmadı esrikliği ne şûr eder bu meydanda
YÛNUS gel gör âşıkları nice yavı varıpdurur
Dünyâ ahret elden koyup ne verende ne alanda
Beni aşktan esreden havâle eyledi Tûr’a
Tag’eyledi panbuklayın kayaları pâre pâre
Aşk elin kirişe ursa okuna im karşı dura
Gök yüzünde melâike aşk oku indirdi yere
Gör Hârût Mârut ne idi hazrette ferişte idi
Nasîbin aşka aldırıp makamın Zühre’ye vere
Abdestimiz namazımız doğruluktur tâatımız
Aşk ile bağladık safımız safımızdan kim ayıra
Mescid medrese olduğu ban cemâat kılındığı
Halâyık saf saf durduğu aşk şükrânesidir zira
İçimde yanar aşk odu gönlümde onun hasedi
Aşk odunun tütününden YÛNUS’un benze sarara
Ma’nî beratın aldık uş yine elimizde
Aşk sözün veribidi pâdişah dilimizde
Aşk sözlerin söyler can canları hayran eyler
Câhiller giremezler bu bizim sırrımıza
Sırrımıza ermezler iğen yoldaş olmazlar
Değmeler haldaş olmaz bu bizim hâlimize
Hâlimize haldaş ol sırrımıza sırdaş ol
Müşkilin ayân olsun baş indir ulumuza
Bu bir genci-i nihandır n’ister değmeler bunda
Nice ördek nice kaz hoş iner gölümüze
Şol yakımı biz yaktık dünyayı elden bıraktık
Ahreti kabûl ettik şâkiriz ulumuza
YÛNUS sen bahrî olgıl aşk göllerine dalgıl
Bu hak sözleri algıl eresin kânımıza
Görenin hâli döner nişansız bî nişâne
Esrittin cümle halkı sırf içildi peymâne
Sen bî sıfat sıfatsın bî nihâyet nihansın
Âşıklara devletsin meşhûr oldun cihâna
Sözün işiten kulak kendiden gitti andak
Cümle gönüller mutlak saddak dedi burhâna
Seninle bir dem birlik oldur cihanda erlik
Senden ayrıksı dirlik oldu kamu efsâne
Senin hikmetin ırak sensin canlara durak
Sen yandırdığın çırak ebedî ömür yana
Hâssu’l-havâs bâbısın âşıklar kitâbısın
Mutlak dîdar kapısın görücek mahlûk sana
Yer gök kaaim durduğu denizler mevc urduğu
Cennet ü hûr olduğu cümle sana behâne
Dahî yer gök yoğidi cümle söz mensûh idi
Âşıklar taparlardı ol bî-nişan Sübhân’a
Bu göz kendözün görmez nişan nişanın vermez
YÛNUS’un aklı ermez iğen oldu dîvâne
Kimin ne zehresi vardır sana kılıç yürütmeğe
Cümle âlem elindedir kim ne bilir el katmağa
Veren alan sen olıcak kim cünbiş eyleyibile
Her kandaysa kudret senin pîr ü yiğit oynatmağa
Cümle hazneler senindir kime dilersen veresin
Kimin zehresi vardurur destursuz el uzatmağa
İki cihanın varlığın kudret eli tutupdurur
Yol yokdurur hiç kimseye sensiz bir adım atmağa
Cümle âlemin üstüne hayr u şerri saçan sensin
Hışm u rahmet havâledir kendi aslına katmağa
Tevfik inâyet olmasa kim sebeb eyleyebile
Her kandasa kudret senin her işe el uzatmağa
İblis ü Âdem kim olur bunda fuzulluk neyleye
Yerli yerine sen kodun kul geldi kulluk kılmağa
Ey yârenler siz bu sözü dinlen gönül kulağıyla
Can dudağı hâlis gerek aşk şarabını tatmağa
Bu dirliği duyan canın hiç fikri bunda değildir
YÛNUS dilin yumuşdurur bu tevhîdı ayıtmağa
Kime kim dost gerek ise aydayım ne kılasını
Terkeyleye kendözünü hiç anmaya bulasını
Resmidürür âşıkların dost yolunda kurban olmak
Minnet tutar cümle âşık canını aşk alasını
Her kim âşık olmadıysa kurtulmadı merk elinden
Kamusundan aşk ayırır dünyâ ahret belâsını
Lâyık değildir değme can dost yoluna harcolmağa
Ümid tutar cümle âşık dosta kurbân olasını
Dosttan yana giden kişi kendözünden geçmek gerek
Dost yağmalar can şarını alıp gönül kal’asını
Dost yoluna günilene geri dönmek olmayısar
Bilme misin bu kamusu senden geri kalasını
Sûret gözü ne görüser dost meclisi kandadurur
Can kulağıdır işiten bu âşıklar nâlesini
Bu dünyada dosttan artık YÛNUS nesneyi sevmedi
Bilmez misin gayretsize dost u düşman gülesi
Bana namaz kılma deme ben bilirim namâzımı
Kılar isem kılmaz isen ol Hak bilir niyâzımı
Dosttan artık kimse bilmez kâfir Müslüman kimdiğin
Ben kılarım namâzımı Hak geçirdiyse nâzımı
Ol nâzı dergâhta geçer ma’nî şarâbından içer
Hicâbsız can gözün açar kendi siler dost gözümü
Dost bundadır belli beyan dost dîdârın gördüm ayan
İlm ü hikmet okuyanın buna değindir azimi
Her dem dost yolun bulmayıp gizli ma’nî şerheyleyip
Değme âşık şerhetmeye benim bu gizli râzımı
Sözüm ma’nîsine erin bî-nişandan haber verin
Dertli âşıklara sorun benim bu dertli sözümü
Dert âşıkın dermânıdır dertli âşıklar ganîdir
Kâdir kudret ünüdür der işitenler âvâzımı
Dost isteyen gelsin bana gösteririm dostu ona
Budur sözüm önden sona ben bilirim kendözümü
YÛNUS imdi söyle Hakk’ı münkir sana tutsun dakı
Bişipdurur Hakk’ın honu ârifler tatsın tuzunu
Çalap veribiye sana bir gün ecel serhengini
Gele görüne gözüne azdıra benzin rengini
Ayda sana emâneti ıssı diler tapşırayım
Ala senden emâneti ede seninle cengini
Emâneti senden ala gövdeni kuru boş sala
Vebâller boynunda kala nefsin ura külüngünü
Malın u varın paşa hısmın kavmin üleşe
İledeler seni haşa göresin sinin tengini
Seni sininde koyalar menzil mübârek diyeler
Üstüne tez tez yumalar dünyânın hâk ü sengini
Karanı yerde olasın amelin ile kalasın
Çok âh edip söyleyesin peşîmanlığın sengini
YÛNUS imdi tövbeye gel can sendeyken eyle amel
Aşk ile gel kuşanagör bu dervişlik palhengini
Bir suâlim var sana ey dervişler ecesi
Meşâyih ne buyurur yol haberi nicesi
Vergil suâle cevap tutalım olsun sevap
Şu’le kime gösterir aşk evinin bacası
Evvel kapı şeriât emr ü nehyi bildirir
Yuya günahlarını her bir Kur’ân hecesi
İkincisi tarîkat kulluğa bel bağlaya
Yolu doğru varanı yarlıgaya hocası
Üçüncüsü ma’rifet can gönül gözün açar
Bu ma’nî sarayına arşa değin yücesi
Dördüncüsü hakîkat ere eksik bakmaya
Bayram ola gündüzü Kadir ola gecesi
Bu şerîat güç olur tarîkat yokuş olur
Ma’rifet sarplıkdurur hakîkattır yücesi
Dervişin dört yanında dört ulu kapı gerek
Nereye bakar ise gündüz ola gecesi
Ona eren dervişe iki cihan keşfolur
Onun sıfâtın över ol hocalar hocası
Dört hal içinde derviş gerek siyâset çeke
Menzile ermez kalır yol eri yuvacası
Kırk kişi bir ağacı dağdan gücün indire
Ya bunca mürit muhib sırat nice geçesi
Küfrün atarken sakın îmânın urmayasın
Yoksa sırsın güveci sebil olur güveci
Dört kapıdır kırk makam yüzaltmış menzili var
On’erene açılır vilâyet derecesi
Âşık YÛNUS bu sözü muhâl diye söylemez
Ma’nî yüzün gösterir bu şâirler hocası
Hak nûru âşıklara her dem nüzûl değil mi
Kime kim nüzûl değmez Hak’tan ma’zûl değil mi
“El kalbu minel kalbi” revzenin sorun nedir
Her gönülden gönüle rast doğru yol değil mi
Karga ile bülbülü bir kafese koysalar
Birbiri sohbetinden dâim melûl değil mi
Öyle kim karga diler bülbülden ayrılmağa
Bülbülün maksûdu billâhi şol değil mi
Câhil ile ârifin meseli şuna benzer
Câhil katında îmân ma’lûm mechûl değil mi
Yetmiş iki milletin sözünü ârif bilir
Miskin YÛNUS sözleri cümle usûl değil mi
Aşk bezirgânı sermâye cânı
Bahâdır gördüm câna kıyanı
Zihî bahâdır can terkin urur
Kılıç mı keser himmet giyeni
Kamusun bir gör kemterin er gör
Ölü görmegil palas giyeni
Tez çıkarırlar fevk’al-ulâyı
Bin İsâ gibi dine uyanı
Tez indirirler taht’es-serâya
Bin Karun gibi dünya kovanı
Âşık olanın nişânı vardır
Melâmet olur belli beyanı
Çün Mansur gördü ol benim dedi
Oda yaktılar işittin ânı
Oda yandırdın külün savurdun
Öyle mi gerek seni seveni
Zinhâr YÛNUS gördüm demegil
Oda yakarlar gördüm diyeni
Kaçan ol dilber benim gözüme tudaş oldu
Ald’usumu aklımı gönlüme yoldaş oldu
Gönlüm aydır benim kulu canım aydır benim kulu
Hiç bilmezim kimindir ol ara yerde savaş oldu
Bu ikisi arasında bildim devlet benim imiş
Hiç danışığım yok iken başım onunla hoş oldu
Her nereye bakar isem oldur gözüme tuş olan
Önüm ardım sağım solum genç yaz oldu ger kış oldu
Hızr u İlyas değil iken ölmez dirliğe sataştım
Hergiz yemez içmez iken içim dopdolu aş oldu
Cümle âlemin gönlünde vardır onun mahabbeti
Onu candan sevmeyenin bil kim îmânı taş oldu
Senin aşkın odu meğer sıçramaya kimseneye
Bir zerre değdi YÛNUS’a cihan içinde fâş oldu
Yer gök yaratılmadan Hak bir gevher eyledi
Nazar kıldı gevhere sığmadı devr eyledi
Gevherden buğu çıkar ol buğdan gök yarattı
Gökyüzünün bezeğin çok yıldızlar eyledi
Göğ’ayıttı dön dedi aya yürüsün dedi
Suyu muallak tutup üstüne yer eyledi
Yer çalkandı durmadı bir dem karar kılmadı
Yüce yüce dağları Hak çöksünler eyledi
Azrâil yere indi bir avuç toprak aldı
Dört ferişteh yoğurdu bir peygamber eyledi
Allah aydır Âdem’e şükür erdin bu deme
Bu dünyâda ne duydun dilin neye söyleye
Yoğiken var eyledin toprağ iken can verdin
Kudret diliyle andın dilim söyler eyledi
Bu söz Hakk’a hoş geldi kulun aziz eyledi
Ne geçtiyse gönlünden verdi hâzır eyledi
Bu söz YÛNUS’a kandan haber veresi candan
Meğer ol sultan lûtfu ona nazar eyledi
Çalap Âdem cismini topraktan var eyledi
Şeytân geldi Âdem’e tapmağa âr eyledi
Aydır ben oddan nurdan ol bir avuç topraktan
Bilmedi kim Âdem’in bâtınına bakmadı
Zâhir gördü Âdem’ın bâtınına bakmadı
Bilmedi kim Âdem’i halka sever eyledi
Kırk yıl kalıbı yattı adı âlemi tuttu
Gör Şeytân’ı buğzundan ne fitneler eyledi
Âdem toprak yatmıştı ad’âlemi tutmuştu
Fikrine bak İblîs’in ya’nî hüner eyledi
Ol yürüyen atlar sürdü Âdem üstüne
Âdem’e mekreyleyip ya’nî zafer eyledi
Âdem’im göbeğinden Çalap yarattı anı
Vâf deyip durugeldi anlar güzer eyledi
Çün gitti Âdem ahdi yetti Mûsâ’nın vakti
İblîs’e işbu işler yavlak eser eyledi
Mûsâ gönüldü Tûr’a Hakk’a münâcât eyledi
Gördü kim bir akar su Mûsâ nazar eyledi
Mûsâ aydır göreyim işbu su nerden gelir
Ger böyle akar ise zîr ü zeber eyledi
İleri vardı Mûsâ gördü laîni ağlar
Gözü yaşı imiş su gözün pınar eyledi
Mûsâ sordu laîne ağladığın niçindir
Nideyim ağlamadan işimi zâr eyledi
Mukarreb idim ben ol Hakk’ın dergâhında bol
Götürdü urdu yere candan bîzâr eyledi
Sen bilme misin Mûsâ ben niçin ayrıldığım
Şunlar önüme düşer beni evkâr eyledi
Vergıl ayıtgil Mûsâ rahmet eylesin bana
Tövbe kıldım işime hoş istiğfâr eyledi
Mûsâ erdi hazrete başladı münâcâta
Unuttu emâneti söz muhtasar eyledi
Çalap’tan erdi nîdâ hani emânet dedi
Ol nîdâya canını Mûsâ nisâr eyledi
Vargıl ayıtgil Mûsâ rahmet edeyim ona
Secde etsin Âdem’e çün istiğfâr eyledi
Mûsâ geldi laîne dedi Hakk’ın buyruğun
Secdeyi işitince döndü inkâr eyledi
Ben ondan umar idim derdime dermân kıla
Derdim dahî artırdı ya’ni timâr eyledi
Eğer ben tapsam ona vaktin tapar idim
Şimdi hod toprak olup zîr ü zeber eyledi
Âdem İblîs kim ola işi işleten Çalap
Ay ü günü yaratıp leyl ü nehâr eyledi
Ma’nî nedir İblîs’ten fuzullukdurur bizde
Duydunsa işbu sözden sırr’âşikâr eyledi
Çalap aydır şol kula inâyet benden ona
Ne Şeytân azdırısar ne kimse kâr eyledi
Altıbin yedi yüzü yıldan geçen Âdem’i
Dile getirdi YÛNUS şimdi tekrar eyledi
Bencileyin gören kişi ben sevdiğimin yüzünü
Deli ola dağa düşe yavıkıla kendözünü
Ben nicesi diyebilem cemâli tertibin onun
Kim can dudağıdır tadam onun kılıcı tuzunu
Her nereye varır ise ol şirin hulu dilberim
Yetmiş iki millete ol geçirir türlü nâzını
Kişi neyi sever ise dilinde sözü ol olur
Keksiz söyleyesim gelir daima onun sözünü
Kişi kendi keki ile dosta lâyık olmaz imiş
Mahabbet burcundan ol kor âşıkların yıldızını
Dertsizlere benim sözüm benzer kaya yankısına
Haldaşı bilir kişinin gönlünde gizli râzını
Bu YÛNUS’un gördüğünü eğer Zühre görse idi
Çengini elden bırakıp unuta idi sâzını
Biz bizi bilmez idik bizi yaradan eyledi
Âşikârâ bizi kıldı kendiy pinhân eyledi
Biz bile pinhân idik gayr-ı sen ü ben idik
Mutlak bî gümân idik hem bî gümân eyledi
Toprağı kudretinden sûret ü hat bağladı
Dört ferişteh yoğurdu Âdem andan eyledi
Çün yarattı Âdem’i bile idik biz kamu
Bu kamu hâs u âmı mâdenden eyledi
Asıl ma’dende idik kaygusuz ganî idik
Şol bî nişan cihandan şöyle nişân eyledi
Görgil Çalap fazlını yıkmaz âsî gönlünü
Yüzbin yiğirmi dört bin ol tercemân eyledi
Kamu bir yere gider kimse nicesi yiter
İki birdir bir yeter gör bir neden eyledi
Âdem’den buna değin ne eli var ne yenin
Yemeklikle giymeği bir dâneden eyledi
Seni ne bile fülân ne söyler ise yalan
Dünyâ çirkine kalan işin gümân eyledi
Elest’te bile idik göz açtık belî idik
Ayıdan YÛNUS idik cümle birden eyledi
Dosttan haber sorar isen güzâf değildir dost işi
Belli bilin hiç nesnedir bu cihanda dostsuz kişi
Her kim ki dost yüzün göre dost diye canını vere
Ol vaktın ol dosta ere unuta cümle teşvişi
Kim yol bulısardır ona ol kağırır ondan yana
Devlet erdi ondan bana hâcet değil hümâ kuşu
Dost işi aceb işdürür can denize dalmışdurur
Cansızlara bir düşdürür gel yorasın sen bu düşü
Dost aşkından âlem doldu her bir âşık ondan oldu
Aşksız biten çiçek soldu aşk iledir dostluk hoşu
Nice diyeyim ben onu kabul etmez yüzbin canı
Ona lâyık kıymet hani yoktur onun deki tuşu
Aşkı seve âşık gerek ne olısar aşktan yeğrek
Aşktır yere göğe direk kalanı hep söz öküşü
YÛNUS imdi sen ben iken âşıklara ne sen ne ben
Yokluktamış dostu seven komaz ayrıksı bakışı
Çalab’ın aşkı benim bağrımı baş eyledi
Aldı benim gönlümü sırrımı fâş eyledi
Hergiz gitmez gönülden hiç eksik olmaz dilden
Çakıp kendi nûrunu gözüme tuş eyledi
Can gözü onu gördü dil ondan haber verdi
Can içinde oturdu gönlümü arş eyledi
Bir kadeh sundu cana can içti kana kana
Dolu geldi peymâne canı sarhoş eyledi
Esrik oldu cânımız dür döker lisânımız
Ol Çalab’ının aşkı beni sarhoş eyledi
Ben kaçan derviş olam tâ ki ona eş olam
Yüzbin benim gibiyi aşk hırka pûş eyledi
YÛNUS imdi avunur dostu gördü sevinir
Erenler mahfilinde aşka cünbiş eyledi
Remdürür yoksulluktan nicelerin varlığı
Nice varlık var iken gitmez gönül darlığı
Batmış dünya malına bakmaz ölüm hâline
Yetmiş Karun malına zihî iş düşvarlığı
Bu dünya kime kaldı kimi berhudar kıldı
Süleyman’a olmadı onun berhudarlığı
Süleyman zenbil ördü kendi emeğin yerdi
Onun ile buldular onlar berhudarlığı
Gel imdi miskin YÛNUS nen var yolda harceyle
Gördün elinden gider bu dünyanın varlığı
Ol dost benden yana hiç bilmez nice baktı
İşbu vücud şehrine bir hoş nazar bıraktı
Gözüm onun yüzünden nice gideribilem
Şol şirin kılınç ile gönlümü şöyle yıktı
Kimden öğüt istersem sabrı gösterir bana
Sabır sermâyesini mahabbet odu yaktı
Sabırla benim işim nasıl varısar başa
Canıma can bağışlar şol dostumun nüvahtı
Sevdikli sevdiğiyle bile kopadır yarın
Bu iş yarına köymez bugünkü gün sayaktı
YÛNUS dost mürüvvetin ırmaya kendözünden
Kişi neyi severse canı ona uyaktı
Doldur bize kadehi aşk şarabından ey sâki
Ol denizden içir bize k’andan içer şeyh u fakı
Sohbetimiz ilâhidir sözümüz kevser suyudur
Şâhımız şahlar şâhıdır çalgımızdır dost firakı
Kim ki bir dem sohbet ola müftî müderris mât ola
Bir ilâhi devlet ola andan içen oldu bâki
Hırka ile tac yol vermez fereciyle âlim olmaz
Din diyânet olmayınca okusan kamu varakı
Okudun yedi mushafı ha tâat gösterir safî
Çünkü amel eylemedin gerekse var yüzyıl oku
Bin kez hacca vardın ise bin kez gazâ kıldın ise
Bir kez gönül kırdın ise gerekse var yollar doku
Gönül mü yeğ Kâ’be mi yeğ ayıt bana aklı eren
Gönül yeğdürür zira kim gönüldedir dost durağı
Gönüllerin komşuların ısmarladı Hak Resûl’e
Mir’ac gecesi dost ile bu keleci oldu bâki
YÛNUS işin budur (hemin) dutgil gönüller eteğin
Dilersen bâki olasın gönüller oldular bâki
Sana ibadet gerek ise gel göresin bu sinleri
Ger taş isen eriyesin bakıp görücek bunları
Şunlar ki çoktur malları gör nice oldu hâlleri
Sonucu bir gömlek giymiş onun da yoktur yenleri
Hani mülke benim diyen köşk ü saray beğenmeyen
Şimdi bir evde yatarlar taşlar olmuş üstünleri
Bunlar eve girmeyenler zühd ü tâat kılmayanlar
Bu beyliği bulmayanlar zirâ geçti devranları
Hani o şirin sözlüler hani ol güneş yüzlüler
Şöyle gaip olmuş bunlar hiç belirmez nişanları
Bunlar bir vakt beyler idi kapıcılar korlar idi
Gel imdi gör bilmeyesin bey hangidir ya kulları
Ne kapı vardır giresi ne yemek vardır yiyesi
Ne ışık vardır göresi dün olmuştur gündüzleri
Bir gün senin dahî YÛNUS benim dediklerin kala
Seni dahî böyle ede netekim etti bunları
Ol geçidin korkusu uş beni yoldan kodu
Geçmez değme ârifler köprüsün kıldan kodu
Ol karanu cehennem âşıka köşk ü saray
Kula anda suâl yok kulu suâlden kodu
Öküz taşın üstünde taşı balık götürür
Balık suyun içinde binâsın yelden kodu
Dostun eteğin tutan dost ile bazar eder
Bazar eden dost ile bazarın elden kodu
Ol Meryem oğlu İsâ durup dosta giderken
Şol bir yarımca iğne İsâ’yı yoldan kodu
YÛNUS imdi demegil dostu gerçek severin
Dostu gerçek sevenler benliğin elden kodu
Banladı ol müezzin durdu kâmet eyledi
Hazrete tuttu yüzün döndü niyet eyledi
Hazret bağlı elim Fâtiha okur dilim
Belini büküp Hakk’a hoş rükû’at eyledi
Şu benim hâcet-gâhım Tûr dağı oldu meğer
Mûsâ’layın bu gönlüm hoş münâcât eyledi
Bir sûret gördü gözüm secdeye vardı yüzüm
Yıkıldı tertiblerim zühdümi mât eyledi
Ne dua kılam ne selâm ne zikr ü tesbîh kılam
Bu beş vakt namâzımı aşkın gâret eyledi
Gör YÛNUS’u neyledi hoş haberler söyledi
Âşık idi ma’şûka dâd u sited eyledi
Ben bende seyreder iken aceb sırra erdim ahî
Bir siz dahî sizde görün dostu ben de gördüm ahî
Bende baktım bende gördüm benim ile bir olanı
Sûretimde can olanı kimdürür ben bildim ahî
İsteyiben bulamazsam ol ben isem ya ben kanı
Seçemedim andan beni bir kezden ol oldum ahî
Sûret topraktır diyeni gönlüm kabûl etmez onu
Bu toprağın cevherini hazrete irgördüm ahî
Münkir kişi duymaz bunu dertlilerin sezer canı
Ben aşk bağı bülbülüyem ol bahçeden geldim ahî
Ma’şûk benimledir bile ayrı değil kıldan kıla
Irak sefer bizden kala dostu yakın gördüm ahî
Değme bir yol kanden bana dağılmayam değme yana
Kutlu oldu bu seferim hoş menzile erdim ahî
Mansûr idim ben ezelde anın için geldim bunda
Yak külümü savur göğe ben Enel-Hak oldum ahî
Ne oda yanam dağılam ne dara çıkam boğulam
İşim bitince yürüyem teferrüce geldim ahî
Mun’îm oldum yoksul iken benim oldu kevn’ü mekân
Yerden göğe mağrıb maşrık yer ü göğe doldum ahî
Nite kim ben beni buldum bu oldu kim Hakk’ı buldum
Korkum onu buluncadı korkudan kurtuldum ahî
YÛNUS kim öldürür seni veren alır gene canı
Bu canlara hükmedeni kim idiğin bildim ahî
Ezelîden var idi canımda bu aşk odu
Eşkere etmez idim bilirdim ki dost kodu
Dört kitabı okuyan bulmadı aşka çâre
Ne beyler ne sultanlar ne müderris ne kadı
Yer gök oynar ırılmaz yeller eser deprenmez
Âkıbet şol canın kim aşkın ola bünyâdı
Aşk anadan doğmadı kimseye kul olmadı
Hükmüne kıldı esir cümle biliş ü yadı
Aşka mecnûn olanlar assı ziyadan fârığ
Korkmaz ıssı soğuktan pes ne biliser odu
Ezelde benim fikrim ene’l-Hak idi zikrim
Henüz dahı doğmadan ol Mansûr-ı Bağdâdî
Aşk çengine düşenin melâmet olur canı
Onun için bed-namdır miskin YUNUS’un adı
İşidin ey yârenler eve dervişler geldi
Can şükrâne verelim eve dervişler geldi
Her kim görür yüzünü unutur kendözünü
İlm-i bâtından öter eve dervişler geldi
Dervişler uçar kuşlar deniz kenarın kışlar
Zihî devletli başlar eve dervişler geldi
Seydi Balum ilinden şeker tamar dilinden
Dost bahçesi yolundan eve dervişler geldi
YÛNUS kulun öğürsüz kimsesi yok yalınız
Fidî kılın canınız eve dervişler geldi
Dinin îmânın var ise hor görmegil dervişleri
Cümle âlem muştakdurur görmekliğe dervişleri
Ay u güneş müştakdurur dervişlerin sohbetine
Feriştehler tesbihinde zikrederler dervişleri
Tersâlar tapıya gelir hükm ıssı zebûn olur
Dağlar taşlar secde kılur göreceğiz dervişleri
Ol âlem fahri Mustafâ sıdkı bütün kân-ı safâ
Ondan ister isen vefâ sen hoş tutgıl dervişleri
İncidesin âh ederler ömrüm kökün kuruturlar
Gözsüz olasın yedeler tâ bilesin dervişleri
Yer gök hırka hakkı himmetleri olsun bâkı
Ol pâdişah oldu sâki esriddiler dervişleri
Gökten inen dört kitâbı günde bir kez okur isen
Vallah didâr görmeyesin sevmez isen dervişleri
YÛNUS aydır bu aşk geldi ölmüş canım diri kıldı
Sen ben demek benden kaldı görüceğiz dervişleri
Menzil’ırak bu yolun bu yola kim varası
Müşkili çok bu yolun bunu kim başarası
Bu yola yarak gerek çok eksiz kezek gerek
Koy demir yürek gerek bu sarp yola varası
İnce sırat köprüsü sıfat imiş bu yolda
Dosta giden kişinin doğruluktur çâresi
Kimde kim doğruluk var Hak Çalap onu sever
İki cihana yarar ol erin sermayesi
Doğruluk mancınığı istiğfar taşı ise
Doğru vardı atıldı yıkıldı nefs kal’ası
İman aldaguçları bilin çoktur bu yolda
Nefsine uyanların gitmez yüzü karası
Yüzbin riyâ çerisi bilin vardır bu yolda
Nefs öldürmüş er gerek ol çeriyi kırası
YÛNUS imdi salâdır gel gidelim yokluğa
Gözler lâyık ise dost dîdârın göresi
Nice bir besleyesin bu kadd ile kâmeti
Düştün dünyâ zevkîna unuttun kıyâmeti
Duruş kazan ye yedir bir gönül ele getir
Yüz Kâ’be’den yeğrektir bir gönül ziyâreti
Uslu değil delidir halka sâlûsluk satan
Nefsin Müslüman etsin var ise kerâmeti
Yüzbin peygamber gele hiç şefâat olmaya
Vay eğer olmaz ise Allâh’ın inâyeti
Nefsin Müslüman eden Hak yolun doğru varır
Yarın ona olısar Muhammed şefâati
YÛNUS imdi sen dahî gerçeklerden alagör
Gerçek erenler imiş cümlenin ziyâreti
Aşkın odu düştü cana eritti yürek yangını
Kesti hevâsetin kökün oda yandirdi bağını
Kazdı kahır kazmasıyla canda cefâ ocağını
Çaldı nefsimin (boynuna) himmet eri bıçağını
Rahmet suyuyla yudu gönlüm evi aparıca
Hikmet kapısından ona sundu şükür ayağını
Her kim bizi yerer ise Hak dileğin versin ona
Urmaklığa kasdedenin düşem öpem ayağını
Kim bize taş atar ise güller nisâr olsun ona
Çırağıma kasdedenin Hak yandırsın çırağını
Miskin gönlün aşk elinden iki büküldü vücudu
Tövbe kapısından sundum ona îman tayağını
Gel imdi ey miskin YÛNUS hevâseti elden bırak
Çalabım rûz’eyle bize kanâatın bıçağını
Erenler bir denizdir aşık gerek dalası
Bahrî gerek denizden girip gevher alası
Gene biz bahrî olduk denizden gevher aldık
Sarraf gerek gevherin kıymetini bilesi
Yürü var epsem ola (ne) simsarlık satarsın
Alî gibi er gerek işbu sırra eresi
Muhammed Hakk’ı bildi Hakk’ı kendide gördü
Cümle yerde Hak hâzır göz gerekir göresi
Dile rızkını Hak’tan “Nahnu kasemnâ” pinhan
Nefsin bilmiş ol gerek göz hicâbın silesi
Dedim işbu nefesi âşıklar hükmü ile
Bahıllıksız er gerek bir karara durası
Yürü ey sûfi zerrak ne sâlûsluk satarsın
Hak’tan artık kim ola kula dilek veresi
Âlimler kitap düzer karayı aka yazar
Gönüllerde yazılır bu kitâbın sûresi
Hak durağı gönülde âyâtı var Kur’ân’da
Aşktan yukarı canda aşk burcunun kal’ası
Şöyle deli olmuşum bilmezim dünden günü
Yüreğimde işledi aşk odunun yâresi
Gel imdi miskin YÛNUS tut erenler eteğin
Cümlesi miskinlikte yokluk imiş çâresi
Dilsizler haberini kulaksız dinleyesi
Dilsiz kulaksız sözün can gerek anlayası
Dinlemeden anladık anlamadan eyledik
Gerçek erin bu yolda yokluktur sermâyesi
Biz sevdik âşık olduk sevildik ma’şûk olduk
Her dem yeni dirlikte sizdem kim usanası
Yetmiş iki dilcedi araya sınır düştü
Ol bakışı biz baktık yermedik âm u hâsı
Miskin YÛNUS ol velî yerde gökte dopdolu
Her taş altında gizli bin İmrân oğlu Mûsâ
Nasihat kandilinden bir işâret göründü
Tenim içinde canım andan yana süründü
Nefsimin ejderhâsı döndü bana haml’etti
Kanâat hay denezse yeri göğü yer imdi
Kanâati yâr edin uyma nefs dileğine
Eresin hakikate yerin buldun dur imdi
Kanâat dediğini eğer sen tutmaz isen
Nefsine uyar isen ser-gerdan ol yor imdi
YÛNUS Hak tecellîsin şiir dilinden söyler
Canda gevher var ise Hak’tan yana yür’imdi
Pâdişehler pâdişâhı ol ganî
Emr’ile veribidi bize cânı
Od u su vû toprağı (yeli) bile
Ânın ile bünyâd eyledi teni
Yarattı yetmiş iki türlü dili
Arada üstün kodı Müslümanı
Biz Müslüman Muhammed ümmetine
Hıl’at verdin bize dîn ü îmanı
Can nûrdandır nûra karışır
Ayb eyleme sûret olursa fâni
Zekeriyyâ ağaca sığınmağın
Bıçkı ile iki bildirdin ânı
Eyyub’un kurda yedirdin tenini
Sabr ile buldu o dahî dermânı
Ya’kub’u ağladıp aldın gözlerin
Yûsuf’u Mısr’ın sen ettin sultanı
Kamuya söz söylenir ibret için
YÛNUS’u da söyletir ol Sübhan’ı
Bu ne gülecek yerdir ağlasa key katı
Düştün dünya zevkına unuttun kıyâmeti
Malı mülkü koyuban kanda gidersin miskin
Ancak yatasın sinde görünce kıyâmeti
İki ferişteh ine gele karşına dura
Günahlarını yaza sala boynuna biti
Günahların tartalar andan sırat’ilteler
Zebâniler tutalar figanlar ola katı
Ata oğuldan beze bakmaya ana kıza
Şol gün geliser başa unutma Arasâtı
Miskin YÛNUS sen dahî gerçeklerden olagör
Erenler pîş edinmiş sabr ile kanâati
Ömrüm beni sen aldadın ah nideyim ömrüm seni
Beni deprenmez kodun ah nideyim ömrüm seni
Benim varım hep sen idin canım içinde can idin
Hem sen bana sultan idin ah nideyim ömrüm seni
Gönlüm sana eğler idim gül deyiben yıylar idim
Garipseyip ağlar idim ah nideyim ömrüm seni
Gider imiş bunda gelen dünyâ işi cümle yalan
Ağlar ömrüm yavıkılan ah nideyim ömrüm seni
Hayrım şerrim yazılısar ömrüm ipi üzülüser
Gidip sûret bozulusar ah nideyim ömrüm seni
Bâri koyuban kaçmasan göçküncü gibi göçmesen
Ölüm şarabın içmesen ah nideyim ömrüm seni
Bir gün ola sensiz kalam kurda kuşa öğün olam
Çürüyüben toprak olam ah nideyim ömrüm seni
Miskin YÛNUS bilmez misin yoksa nazar kılmaz mısın
Ölenleri anmaz mısın ah nideyim ömrüm seni
Kime gönül verir isem benim ile yâr olmadı
Hâlim bilip derdim sorup bana vefâ-dar olmadı
Hak’tan meğer takdir idi âşık oldu gönlüm sana
Hiç kimseler bencileyin aşka giriftâr olmadı
Aşktan şikâyetim yoktur kendi tâliimdendürür
Kendi yolun aramayan âdem değil er olmadı
Aşk bir ulu hil’atdurur bir niceye verir Çalap
Bir niceler kaldı mahrum aşktan haberdar olmadı
Aşk bir ulu nazardurur âşık canlar erenlerdir
Aşka düşmeyen gönüller virandur şar olmadı
İbrâhim’e Nemrûd odun aşktır gülistan eyleyen
Aşktan nazar ericeğiz gülzar oldu nâr olmadı
Hak yarattı yeri göğü ol Ahmed’in dostluğuna
Levlâk ona delil oldu onsuz yer gök vâr olmadı
Aşkta kahırlar çok olur âşıklara gayret gerek
YÛNUS âşık oldun ise âşıklarda âr olmadı
Müslümanlar zamâne yatlı oldu
Helâl yenmez haram kıymetli oldu
Okuyan Kur’ân’a kulak tutulmaz
Şeytanlar semirdi kuvvetli oldu
Harâm ile hamir tuttu cihânı
Fesâd işler eden hürmetli oldu
Kime kim Tanrı’dan haber verirsen
Kakır bâşın salar huccetli oldu
Şagird üstâd ile arbede kılar
Oğul ata ile izzetli oldu
Fakirler miskinlikten çekti elin
Gönüller yıkıban heybetli oldu
Peygamber yerine geçen hocalar
Bu halkın başına zahmetli oldu
Tutulmaz oldu Peygamber hadîsi
Halâyık cümle Hak’tan utlu oldu
YÛNUS gel âşık isen tövbe et
Nasûh’a tövbe ucu kutlu oldu
Geldi geçti ömrüm benim şol yel esip geçmiş gibi
Hele bana şöyle gelir şol göz açıp yummuş gibi
İş bu söze Hak tanıktır bu can gövdeye konuktur
Bir gün çıka gide elden kuş kafesten uçmuş gibi
Miskim Âdem oğlanını benzetmişler ekinciye
Kimi biter kimi yiter yere tohum saçmış gibi
Bu dünyada bir nesneye yanar içim göynür özüm
Yiğit iken ölenlere gök ekini biçmiş gibi
Bir miskini gördün ise bir eskice vardın ise
Yarın anda sana gele Hak şarabın içmiş gibi
YÛNUS EMRE bu dünyâda iki kişi kalır derler
Meğer Hızır İlyas ola âb-ı hayat içmiş gibi
MÜNÂCÂT
Yâ İlâhî ger suâl etsen bana
Cevabım işbu idi anda sana
Ben bana zulmeyledim ettim günâh
Neyleyim nittim sanâ ey Pâdişâh
Gelmeden dedin hakıma kem diye
Doğmadan dedin “asa Âdem” diye
Sen ezelde beni âsî yâzarsın
Doldurasın âleme âvâzesin
Ben mi düzdüm beni sen düzdün beni
Pûr ayıp nîşe getirdin ey ganî
Gözüm âçıp gördüğüm zındân içi
Nefs ü hevâ pür dolu şeytân içi
Haps içinde ölmeyeyim diye aç
Mısmıl u murdar yedim bir iki kaç
Nesne eksildi mi mülkünden senin
Geçti mi hükmüm ya hükmünden senin
Rızkını yeyip seni aç mı kodum
Ya yeyip öynünü muhtaç mı kodum
Kıl gibi köprü gerersin geç diye
Gel seni sen tuzağım seç diye
Kıl gibi köprüden âdem mi geçer
Ya düşer yâ dayanır yahut uçar
Kulların köprü yaparlar hayr için
Hayrı budur kim geçerler seyr için
Tâ gerek bünyâdı muhkem ola ol
Ol geçenler aydalar uş doğru yol
Terazi kurarsın hevâsat tartmağa
Kasdedersin beni oda atmağa
Terazi ona gerek bakkal ola
Ya bezirgân tâcir ü attâr ola
Çün günâh murdarların murdârıdır
Hazretinden yaramazlar kârıdır
Sen gerçek lûtf ile onu örtesin
Pes ne hâcet murdar’açıp tartarsın
Sen temaşâ kılasın ben hoş yanam
Hâşelillâh senden ey Rabbül-enâm
Seb başirsin hod bilirsin hâlimi
Pes ne hâcet tartarsın a’mâlimi
Geçmedi mi intikamın öldürüp
Çürüdüp gözüme toprak doldurup
Değmedi hiç YÛNUS’tan sâna ziyân
Sen bilirsin âşikâra vu nihân
Bir avuç toprağa bunca kıyl ü kâl
Neye gerek ey Kerim-i Zü’l-celâl
DİĞER
YAZMALARDAKİ
ŞİİRLER
Yine yüzünü gördüm yine yüreğim yandı
Dost senin aşkın odu yüreğime dayandı
Görklü yüzünü gören gönlünü sana veren
Belli tapında duran ne doydu ne usandı
Gevherdir senin sözün güneşten arı yüzün
Şekerden tatlı sözün her kim gördü utandı
Bu gönlüm garip idi ciğerim kebâb idi
Görklü yüzünü gördüm içim dışım bezendi
YÛNUS EMRE bî karar şol hub yüze intizar
Senden ayrılmaz nazar vardı yakıldı yandı
Cümle âlem terkin urup ben dost terkin uramazam
Ondan ayrı buçuk saat ben onsuzun duramazam
Ondan ayrı dirliğim dirlik değildir benim
Kadim odur görür beni ben ölüyem göremezem
Hûrî gelip aydır ise gönül bana vergil ise
Dosttan artık kimesneye ben gönlümü veremezem
Dost diye geçti bu ömrüm başarmadım ben kulluğun
Koyam başara ol beni ben hiç iş başaramazam
Bir kezden ol oldum ahî benden ümit yoktur bana
Ben ol isem pes ol hani ben bu sırra eremezem
Dostlar öğüt verir bana gitgil onun yakınından
Daha yakın varam meğer ondan ayrık varamazam
Değmeler aydır YÛNUS’a katlan bugün yarın diye
Cehdedeyim bu günümü yarına irgöremezem
Bilir misiniz ey yârenler gerçek erenler kandadır
Kanda baksam anda hâzır kanda istesem andadır
Aşksızlara benim sözüm benzer kaya yankısına
Bir zerre aşkı olmayan belli bilin yabandadır
Yalancılık eylemegil aşka yalan söylemegil
Bunda yalan söyleyenin orda yeri zındandadır
Ey kendözünü bilmeyen söz ma’nisini bulmayan
Hak varlığın ister isen uş ilm ile Kur’ân’dadır
Allah benim dediğine vermiş verir aşk varlığın
Kimde ki var bir zerre aşk Çalap varlığı ondadır
Niceler aydır YÛNUS’a kocaldın sen aşkı kogıl
Bu aşk bize yenle geldi henüz dahî turvandadır
Ey dost aşkın denizine girem garkolam yürüyem
İki cihan meydân ola devrânım sürem yürüyem
Girem denize garkolam ne elif ne mim dal olam
Dost bağında bülbül olam güllerin derem yürüyem
Bülbül olubanı ötem gönül olam canlar tutam
Başımı elime alıp yoluna verem yürüyem
Bülbül olubanı ötem ey nice gönüller güdem
Yüzüm aşk ile dem be dem toprağa sürem yürüyem
Şükür gördüm didârını içtim visâlin yârını
Bu benlik senlik şarını terkini uram yürüyem
YÛNUS’tur aşk âvâresi bîçâreler bîçâresi
Sendedir derdim çâresi dermanım soram yürüyem
Yine geldi aşk elçisi yine doldu meydânımız
Yine teferrüc-gâh oldu sağlı sollu dört yanımız
Yine mahfiller düzüldü yine bezmler kuruldu
Yine kadehler sunuldu esrik oldu bu canımız
Ev içi aşk ile doldu ulu kişi âşık oldu
Canlarımız hayran oldu aşk tahtına binenimiz
Bir nicemiz Leylî oldu bir nicemiz Mecnûn oldu
Bir nicemiz Ferhâd oldu aşktan haber alanımız
Meydanımız meydan oldu canlarımız hayran oldu
Her dem arşa seyrân oldu hazret oldu revânımız
Düşmüş idik ol kaldırdı birliğin bize bildirdi
İçimize aşk doldurdu dürüst oldu imânımız
Sorar isen aşk nerdedir nerde istersen ordadır
Hem gönülde hem candadır hiç kalmadı gümânımız
YÛNUS aşkın vasfın söyler gerçeklere haber eyler
Mahrumların canı göyner âşkâr oldu pinhânımız
Girdim aşkın denizine bahrılayın yüzer oldum
Geçtediben denizleri Hızır’layın gezer oldum
Camâlini gördüm düşte çok aradım yazda kışta
Bulamadım dağda taşta denizleri süzer oldum
Sordum deniz mâlikine ırak değil salığına
Girdim gönül sınığına gönülleri düzer oldum
Viran gönlüm eyledim şar bunculayın şar nerde var
Haznesinden aldım gevher dükkân yüzün bozar oldum
Ben ol dükkân-dar kuluyum gevherler ile doluyum
Dost bağının bülbülüyüm budaktan gül üzer oldum
Ol budakta biter imân imân bitse gider gûman
Dün gün işim budur heman nefsime bir Tatar oldum
Canım bu tene gireli nazarım yoktur altına
Düştüm ayaklar altına topraklayın tozar oldum
Tenim toprak tozar yolca nefsim iltir beni önce
Gördüm nefsin burcu yüce kazma aldım kazar oldum
Kaza kaza indim yere gördüm nefsin yüzü kara
Hürmeti yok Peygamber’e bentlerini bozar oldum
Bu nefs ile dünyâ fâni bu dünyâya gelen hani
Aldattın ey dünyâ beni işlerinden bezer oldum
YÛNUS sordu girdi yola kamu gurbetleri bile
Kendi ciğerim kanıyla vasf-ı hâlim yazar oldum
Dost senin aşkın oku key katı taştan geçer
Aşkına düşen kişi can ile baştan geçer
Dünü günü zâr olur aşkın ile dâr olur
Endişesi sen olan cümle teşvişten geçer
Aşkına düşenlerin yüreği yanar olur
Kendini sana veren dügeli işten geçer
Dünyânın mahabbeti ağulu aşa benzer
Âhırın sanan kişi ağulu aştan geçer
Başında aklı olan ücretle amel etmez
Hûrilere aldanmaz göz ile kaştan geçer
Gerçek âşık ol ola can vermeğe ol ive
Dost ile pazar için nice bin baştan geçer
Âriflere bu dünya hayâl ü düş gibidir
Kendiyi sana veren hayâl ü düşten geçer
YÛNUS’un gönlü gözü doludur Hak sevgisi
Sohbet ihtiyâr eden yad u bilişten geçer
Senden gelir cevr ü cefâ ben âh u vâh etmeyeyim
Düşmüşüm aşkın oduna yanıp nice tütmeyeyim
Uş yürürüm yana yana top ciğerim döndü kana
Aşkından oldum divâne uyuyuban yatmayayım
Senin aşkın denizine düşübeni garkolayım
Kimsenem yok elim ala koma beni batmayayım
Sekiz uçmağın hûrisi gelir ise bir araya
Hergiz mânendin olmaya sen’onlara katmayayım
YÛNUS EMRE sen bu sözü yüzbün der isen az ola
İşidenler âşık ola iğen de uzatmayayım
Ey yârenler aydın bana ben nicesi dolanayım
Ne türlü tedbir edeyim ya nice sağınç sanayım
Canımda ol büt bitiptir gönülümü ol alıptır
Hey beni ol avutuptur ayrık neye bağlanayım
Öyle ediptir ol beni seçemezem dünden günü
Alsın teni alsın canı ko ben ona alınayım
Ben gevheriyim kânım ben bir kulum sultânım ol
Aklım u canım gönlüm ol ondan niçin usanayım
Onsuzluğum bana haram ondandurur nakdim tamam
Bunculayım lûtf u kerem nerde bulup dinleneyim
Odur bana YÛNUS deyen odur benim bağrım delen
Odur beni bensiz koyan hem ben oyum bu ben neyim
Denizler olsa kadeh susuzluğum kanmaz benim
İniltilerim eksilmez gözüm yaşı dinmez benim
Gel varalım bizim ile tâ giresin bahçelere
Ma’murdurur bostanlarım ağyâr gülüm dermez benim
Bizim ilin bahçeleri durmaz öter bülbülleri
Açılmış taze gülleri gülistânım solmaz benim
Mansur kadehin nice kez ma’şuka sundu elime
Dört yanımdan od urdular kimse halim bilmez benim
Yana yana kül olubam sen ma’şukanın yoluna
Günde bin kez yanar isem dosttan yüzün dönmez benim
Canım aşkın külüngüne Ferhâd olup tuttum başım
Dâim dağları keserim Şirin’im hiç sormaz benim
YÛNUS aydır ey sultânım aşkın ile yandı cânım
Gel kılar isen dermânım ayrık canım ölmez benim
Her nereye döner isem aşk iledir işim benim
Odur gönlümde teşvîşim hem aşktır yoldaşım benim
Aşksızlara göynür özüm onunçün fâşolur râzım
Göreceğiz âşıkları kaynar içim dışım benim
Bu aşk bize rahmânîdir hem canımızın cânıdır
Onun için şeytan ile her dem bu savaşım vardır
Benim canım bir kuştur kim gövdem onun kafesidir
Dosttan haber geliceğiz bir gün uçar kuşum benim
Geldim dünyâyı seyrettim ya bugün ya yarın gittim
Ben bunda eğlenemezem bunda bitmez işim benim
YÛNUS aydır ben âşıkım hem âşıkım hem sâdıkım
Bu ayrık âşıklar gibi yoktur ârâyişim benim
Giderim aklım başımdan şaşıban
Yânarım aşkın oduna düşüben
Od bıraktım cânıma dün gün yanar
Yânarım yâlap yâlap tutûşuban
Aşktan ne var eğer sındım ise
Aşktan kim sınmadı uğraşıban
Âşık olgıl Ma’şuk’un dîdârına
Ma’şuk olgıl aşk ile şarmâşıban
YÛNUS canın aşka ver şükrâneye
Kimseler bulmaz yarın isteşiben
Acep oldu halim bu aşk elinden
Göremezem yolum bu aşk elinden
Bu kamu âlemin tâcı iken uş
Ayaklara gilem bu aşk elinden
Garip bülbüleyin zârı kılarım
Akar gözden selim bu aşk elinden
Gazel yapraklayın benzim sarardı
Kararıban ölem bu aşk elinden
Yarın mahşerde ben yırtam yakamı
Nice zâra gelem bu aşk elinden
Niderim ben yarin vaslından artık
Büküldü kad-bâlâm bu aşk elinden
YÛNUS sen Taptuk’una kıl duâlar
Deme kim ne kılam bu aşk elinden
Ey gönlümün eğlencesi ayıt bana neyleyeyin
Aşkından oldum âvâre derdim kime söyleyeyin
Mülk-i fenâdan geçeyin ol dost iline uçayın
Dalayın aşk ummânına denizlerin boylayayın
Aşkın od urdu canıma gelsin âşıklar yanıma
Çekeyin aşkın hânını âşıkları toylayayın
Girdim aşkının bağına baktım soluma sağıma
Türlü çiçekler deriben güllerini yaylayayın
Aşık olayın ol güle düşsün âleme gülgüle
Hezâr destân olubanı dost bağını yaylayayın
Yırtam yakamı il ü şar dün günü kılam âh ü zâr
Akıdayın göz yaşını zârılıklar eyleyeyin
YÛNUS aydır erenlerin dirliğini dirilmedin
Bâri gücün yettiğince soylarını soylayayın
Ey yârenler ayamazam canım neye daldığını
Dil ile vasfedemezem gönlümü kim aldığını
Gönlüm dolu sığmaz dile âşıktır ol kim hâl bile
Aşk nicesi verdi yele anlayamaz n’olduğunu
Aşktan haber bilenlerin aşk derdile dolanların
Küfrü îmân olanların ayıplaman güldüğünü
Ağlamak gülmek âşıka dirilmek ölmek âşıka
Kahr ile lütfu bir bilir bilmez melûl olduğunu
Aşk YÛNUS’u eyledi lâl Yûnus kanı aşka helâl
Koy varın etsin pây-mâl görmesin ayrıldığını
İlâhi bir aşk ver bana kandalığım bilmeyeyin
Yavı kılayın ben beni isteyiben bulmayayın
Şöyle hayran eyle beni bilmeyeyin dünden günü
İsteyeyin dâim seni ayrık nakşa kalmayayın
Al gider benden benliği doldur içime senliği
Dirliğimde öldür beni varıp anda ölmeyeyin
Hâlim getirirsem dile kim söğe bana kim güle
Bârî yanayın derdile hâlim dile gelmeyeyin
Uş yürürüm yana yana ciğerim garkoldu kana
Top aşk esir etti cana nice zârı kılmayayın
Senin kokun duydu canım terkini urdu cihanın
Hergiz belirmez mâkâmın seni nerde isteyeyin
Bülbül olayın öteyin dost bahçesinde yatayın
Gül oluban açılayın ayrık dahı solmayayın
Mansur’layın dâra beni ayan göster anda seni
Kurban kılayın bu canı aşka münkir olmayayın
Aşkdurur derdin dermanı aşk yoluna kodum canı
YÛNUS EMRE aydır bunu bir dem aşksız olmayayın
Erenlerin gönlünde ol sultan dükkân açtı
Nice bizim gibiler anda konuban geçti
Cümle erenler uçtu dağlar yazılar geçti
Aşk kanına düştü kaynayıbanı pişti
Bu dünyânın meseli benzer murdar gövdeye
İtler murdara düştü Hak dostu kodu geçti
Âşık mı diyem ona can terkini urmadı
Âşık ona diyeler kim melâmete düştü
Yine esridi YÛNUS Taptuk yüzünden görelden
Meğer onun gönlünden bir cur’a şerbet içti
Helâl kıldı ma’şuka âşık kendi kanını
Ma’şuk nakşından okur aşk eri Kur’ân’ını
Yardan ayrı olunca asılıp ölmek yeğdir
Âşık kendi bırakır boynuna urganını
Gitmez âşık gözünden hergiz ma’şuk hayâli
Nitekim Zelha verir Yûsuf’un nişânını
Dirlik budur âşıka ma’şuk yolunda öle
Sorarlar ise aydım âşıkın burhânını
Belkıys ile Süleyman aşka düştü bir zaman
İsteyip bulmadılar bu derdin dermânını
Gökteki Hârut Mârut aşk için indi yere
Zühre yüzün görücek unuttu Rahmân’ını
Güzâf görmen siz aşkı kime uğradı ise
Sultânı iltir baştan yitirir hânmânını
Ferhâd bu aşk yolunda başın külünge tuttu
Husrev Şîrin derdinden dosta verdi cânını
Leyli’yle Mecnûn ise acebdurur bu halka
Abdürrezzak terketti aşk için imânını
Zemâne vefâları cefâ gelir YÛNUS’a
Bir doğru yer bulacak fidî kılar canını
Ey yârenler kim işitti âşık tövbe ettiğini
Ya kim işitti denize od düşüben tuttuğunu
Şâhım senin aşkın odu düştü gönül deryâsına
Aceblerler kaynayıban marifetler bittiğini
Yüzbin İsâ ile Mûsâ aşkından ser-gerdan gezer
Aceblerler beni dahî aşk nihengi yuttuğunu
Yüzgeçlik öğrenmeyen kul ko girmesin bu denize
Aşk deryâsı dipsizdürür aceblemen battığını
Sarraflığı öğrenmeyen bu gevheri boncuk sanır
Varır verir yok nesneye bilmez neye sattığını
Her kim onun dîdârını bunda ayan görmez ise
Yarın ol ser-gerdan geze hiç bilmeye nittiğini
YÛNUS aydır er kuluyum Taptuğ’umuz dost yüzüdür
İşbu söze inanmayan edebilsin ettiğini
Hak bir gönül verdi bana hâ demeden hayrân olur
Bir dem gelir şâdî olur bir dem gelir giryân olur
Bir dem sanasın kış gibi şol zemherî olmuş gibi
Bir dem beşâretten doğar hoş bağ ile bustân olur
Bir dem gelir söyleyemez bir sözü şerheyleyemez
Bir dem dilinden dür döker dertlilere dermân olur
Bir dem çıkar arş üzere bir dem iner tahtes-serâ
Bir dem sanasın katredir bir dem taşar ummân olur
Bir dem cehâlette kalır hiç nesneyi bilmez olur
Bir dem dalar hikmetlere Câlînus u Lokmân olur
Bir dem div olur yâ perî virâneler olur yeri
Bir dem uçar Belkîs ile sultân-ı inş ü cân olur
Bir dem varır mescidlere yüz sürer orda yerlere
Bir dem varır deyre girer İncil okur rühbân olur
Bir dem gelir İsâ gibi ölmüşleri dîrî kılar
Bir dem girer kibr evine Fir’avn ile Hâmân olur
Bie dem döner Cebrâil’e rahmet saçar her mahile
Bir dem gelir güm-râh olur miskin YÛNUS hayrân olur
Benem ol aşk bahrısı denizler hayran bana
Derya benim katremdir zerreler umman bana
Kafdağı zerrem değil ay u güneş bana kul
Hak’tır aslım şek değil mürşiddir Kur’ân bana
Çün dosta gider yolum mülk-i ezeldir ilim
Aşktan söyler bu dilim aşk oldu seyran bana
Yoğiken bu bârgâh sen var idin padişah
Ah bu aşk elinden ah derd oldu derman bana
Âdem yaradılmadan can kalıba düşmeden
Şeytan lânet olmadan arş idi seyran bana
Yaradıldı Mustafâ yüzü gül gönlü safâ
Ol kıldı bize vefâ ondandır ihsan bana
Şerîat ehli ırak eremez bu menzile
Ben kuş dilin bilirim söyler Süleyman bana
YÛNUS bu halk içinde eksiklidir Hak bilir
Divâne olmuş çağrır dervişlik bühtan bana
Nite ki bu gönlüm evi aşk elinden taşagelir
Nice yüksek yürür isem aşk başımdan aşagelir
Nice ki aydıram râzım söyleyemem kimseneye
Gider bu sabr karârım dost önüme düşegelir
Hey nice sabreyler ise dost yüzünü gören kişi
Ol hakîkat gördüm deyen kendözünden şaşagelir
Ma’şûkanın tecellisi türlü türlü renkler olur
Bir şîvede yüzbün gönüllü hemişe cuşagelir
Ol dost ile benim işim bulut ile güneşleyin
Bir dem hicâbı sürülür bir dem hicap başa gelir
Acep gene miskin YÛNUS aşktan artık sevdi meğer
Zira ki bu aşktan yeğrek hiç yokdurur başa gelir
Canlar fidî yoluna bu can kayusu değil
Sen can gereksin bana cihan kayusu değil
Canlar içinde cansın sen bir Âb-ı hayvansın
Bize dîn ü îmansın îman kayusu değil
Yudum yâremi sildim yârem kimdendir bildim
Bana yârim kayusu yârem kayusu değil
Aşkın beni fâşetti saklayım derdim velî
Çün seni ayan gördüm pinhan kayusu değil
Derman ola mı bana derdim benim kim ona
Dertli varayım sana derman kayusu değil
Gelin âşık olalım aşka cevlân vuralım
Esrik olup yatmışım cevlân kayusu değil
Aşkın oku temreni dokunur yüreğime
Aşk için ben öleyim temren kayusu değil
Cân u gönülü n’ittim aşkın oduna attım
Sıdkı dahı unuttum güman kayusu değil
Aşkın burcundan uçtum cevlân uruban geçtim
Ben dost ile buluştum cevlân kayusu değil
Bahr’ummâna dalmışım anda sedef bulmuşum
Cevher alıp gelmişim umman kayusu değil
Durduğum yer Tûr ola baktığım didâr ola
Ne hâcet Mûsâ bana sen ben kayusu değil
Bu YÛNUS’u andılar kervan geçti dediler
Ben menzile eriştim kervan kayusu değil
Bir sâkîden içtim şarap arştan yüce meyhânesi
Ol sâkînin mestleriyiz canlar onun peymânesi
Aşk oduna yananların küllî vücûdu nûr olur
Ol od bu oda benzemez hiç belirmez zebânesi
Bizim meclis mestlerinin demleri Enel-Hak olur
Bin Hallâc- Mansur gibi onun kemin dîvânesi
Ol meclis kim bizde vardır anda ciğer kebâb olur
Ol şem’a kim bizde yanar ay u güneş pervânesi
Bizim meclis bekrîleri şol Şâh-ı Edhem gibidir
Belh şehrince yüzbin ola her güşede virânesi
YÛNUS bu cezbe sözlerin câhillere söylemegil
Bilmez misin câhillerin nice geçer zemânesi
Ey yârenler ey kardaşlar görün beni n’ittim ahî
Ere erdim eri buldum er eteğin tuttum ahî
Canım bir gözsüz can idi içi dolu sen ben idi
Tuttum miskinlik eteğin ben menzile yettim ahî
Korkar oldum bir Tanrı’dan bâzâr oldum yatlı hudan
İşbu işim sağıncıla ben yoluma gittim ahî
Giderdim gönülden kîni kin tutanın yoktur dîni
Ey yârenler ben bu sözü uludan işittim ahî
Anladım kendi hâlimi gözledim doğru yolumu
Tuttum ulular eteğin Hazret’e ben yettim ahî
Âşık isen miskin YÛNUS Hazret’e tutgıl yüzünü
Anlayana gevherdürür söz sarrafa sattım ahî
Aklım başıma gelmedi aşk şarabın tatmayınca
Kendiliğimi bilmedim gerçek ere yetmeyince
Kendi bilisiyse kişi hiç erişe mi menzile
Allâh’a eremez kalır er eteğin tutmayınca
Var din îman gerek ise iyi diril bu dünyâda
Yarın anda bitmez işin bu gün bunda bitmeyince
Bülbül dahî âşık güle nazar Hak’tan olur kula
Bir keleci gelmez dile gönüllerde yatmayınca
Gönüllerde bu râzımı sakınmaz derdim sözümü
Aşık ne kutlenır söze aşk mata’ın satmayınca
Biçâre YÛNUS’un sözün key âşık gerek anlaya
O kuş dilidir neylesin öğütlemez ötmeyince
Âlem düşman olur ise beni dosttan ırımaya
Dost kanda ise ben anda düşmanlık ayırımaya
Dost ehli bizim ile hem dost bunda bize ne gam
Yüzbin cehdederse düşman dost mahfili duramaya
Düşman bana n’idebile işim gücüm dosttan yana
Dost makâmı can içinde düşman eli eremeye
Sultanlar âcizdir anda ne gönüldedir ne canda
Mahrumdur iki cihanda kim dost yüzün göremeye
Kime kim dost kapı aça düşmanı elinden kaça
YÛNUS ağzı güher saça değme ârif diremeye
Baktığım yüzde gördüm Taptuğ’umun nûrunu
Maksudum bugün buldum n’iderim ben yarını
Yarınım bugün bana hoş bayram düğün bana
Düşte gelir ün bana işitin ahbârımı
Dostun haberi böyle nefsin sana yâr eyle
Bak dosta yarar eyle bu vücûdun şârını
Vücûda gelmeyince kimse Hakk’ı bilmedi
Bu vücûddan gösterdi dost bize dîdârını
Erin dîdârın gördüm gümân terkini vurdum
Dost bahçesine girdim görmeye gülzârını
Dostun yüzü gül bana âşıkım bülbül ona
Kayıkmazam dört yana çün buldum aşk erini
“Elestü bi Rabbiküm” Hak’tan nidâ gelince
Mü’minler belâ deyip ettiler ikrârını
YÛNUS küfür elinden şikâyete geldiler
Ey sultânım gerçek er kes gider zünnârını
Ol kâdir-i Kün-feyekûn lûtfedici Rahman benim
Kesmeden rızkın veren cümlelere sultan benim
Nutfeden Âdem yaratan yumurtadan kuş üreten
Kudret dilini söyleyen zikreyleyen Sübhan benim
Kimini zâhid eyleyen kimini fâsık eyleyen
Ayıplarını örtücü ol delîl ü burhan benim
Bir kuluna atlar verip avret ü mâl çiftler verip
Hem birinin bir pulu yok ol Rahîm ü Rahman benim
Benim ebed benim bakâ ol kâdir-i Hay mutlaka
Hızır ola yarın sakka onu kılan gufran benim
Dört türlü nesneden hâsıl bilin benim işte delil
Od ile su toprağ u yel bünyâd kılan yezdan benim
Ete deri süğnük çatan ten perdelerinin tutan
Kudret işim çoktur benim hem zâhir ü ayan benim
Hem bâtınım hem zâhirim hem evvelim hem âhirim
Hem ben oyum hem ol benim hem ol kerîm u han benim
Yoktur arada terceman ondaki iş bana ayan
Oldur bana veren lisan ol denize umman benim
Bu yeri göğü yaratan bu arş ü kürsü durduran
Binbir adı vardır YÛNUS ol sâhib-i Kur’ân benim
Severim ben seni candan içeri
Yolum ütmez bu erkândan içeri
Nereye bakar isem dopdolusun
Seni kanda koyam bundan içeri
O bir dilberdürür yoktur nişânı
Nişân olur mu nişândan içeri
Beni sorma bana bende değilem
Suretim boş gezer dondan içeri
Beni benden alana ermez elim
Kadem kim bâsa sultandan içeri
Tecellîden nasîb erdi kimîne
Kiminin maksudu bundan içeri
Kime cîdâr gününden şu’le değse
Onun şu’lesi var günden içeri
Senin aşkın beni benden alıptır
Ne şîrin dert bu dermandan içeri
Şerîat tarikat yoldur varâna
Hakîkat ma’rifet andan içeri
Süleyman kuş dilini bilir dediler
Süleyman var Süleyman’dan içeri
Unuttum din diyânet kaldı benden
Bu ne mezhebdürür dinden içeri
Dinin terkedenin küfürdür işi
Bu ne küfürdür îmandan içeri
Geçer îken YÛNUS şeş oldu dosta
Ki kaldı kapıdan andan içeri
Nidelim bu dünyâyı neyleyip nitmek gerek
Daima aşk eteğin komayıp tutmak gerek
Çalabım bu dünyâyı kahır için yaratmamış
Gerçeğin gelenlerin kahrını yutmak gerek
Ol yarınki yollara anda yoldaş isteyen
Bu dünyâda dostunu kılavuz tutmak gerek
Uçmak uçmak dediğin kulları yeltediğin
Uçmağın sermâyesi bir gönül etmek gerek
Erenlerin âhına dağ taş katlanamadı
Kalkanı demir ise okları atmak gerek
YÛNUS er nazarında taze güller açılmış
Gerçek er bülbül ise nazarda ötmek gerek
Miskin Âdem oğlanı nefse zebun olmuştur
Hayvan canavar gibi otlamağa kalmıştır
Hergiz ölümün sanmaz ölesi günü anmaz
Bu dünyâdan usanmaz gaflet öğün almıştır
Oğlanlar öğüt almaz yiğitler tevbe kılmaz
Kocalar tâat kılmaz sarp rûzigâr olmuştur
Beyler azdı yolundan bilmez yoksul hâlinden
Çıktı rahmet gölünden nefs gölüne dalmıştır
YÛNUS sözü âlimden zinhâr olma zâlimden
Korkadurun ölümden cümle doğan ölmüştür
Bir kez gönül yıktın ise bu kıldığın namaz değil
Yetmiş iki millet dahî elin yüzün yumaz değil
Han’erenler geldi geçti bunlar yurdu kaldı göçtü
Pervâz urup Hakk’a uçtu hüma kuşudur kaz değil
Yol oldur ki doğru vara göz oldur ki Hakk’ı göre
Er oldur alçakta dura yüceden bakan göz değil
Doğru yola gittin ise er eteğin tuttun ise
Bir hayır da ettin ise birine bindir az değil
YÛNUS bu sözleri çatar sanki balı yağa katar
Halka mata’ların satar yükü gevherdir tuz değil
Tehî görme kimseyi hiç kimsene boş değil
Eksiklik ile nazar erenlere hoş değil
Gönlünü derviş eyle dost ile biliş eyle
Aşk eri şol ma’nide derviş içi boş değil
Derviş bilir dervişi Hak yoluna durmuşu
Dervişler hüma kuşu çaylak u baykuş değil
Dervişlik aslı candan geçti iki cihandan
Haber verir sultandan bellidir yad kuş değil
Ey YÛNUS Hakk’ı bilen söylemez hergiz yalan
İkilik ile gelen doğru yol bulmuş değil
Bundan beri gönüldüm dost ile bile geldim
Pes bu âleme çıktım bir aceb hâle geldim
Ol dost açtı gözümü gösterdi kendözümü
Gönüldeki râzımı söyledim dile geldim
Gör ne yuvadan uçtum bu halka râzım açtım
Aşk tuzağına düştüm tutuldum ele geldim
Tuzağa düşen gülmez âşıklar râhat olmaz
Söylerim dilim bilmez bir aceb ile geldim
Ben bunda geldim bu dem geri ilime gidem
Sanma ki bunda beni altına mala geldim
Değilim kıyl ü kalden ya yetmiş iki dilden
Hâlim ahvâlim nedir bu mülke sorageldim
Ne haldeyim ne bilem tuzaktayım ne gülem
Bir garibçe bülbülem ötmeye güle geldim
Gül Muhammed teridir bülbül d’anın yeridir
Ol gül ile ezelî cihâna bile geldim
Mescidde medresede çok ibâdet eyledim
Aşk oduna yanıban andan hâsıla geldim
Kudret sûret yapmadan feriştehler tapmadan
Âlem halkı dönmeden ileri yola geldim
Yine YÛNUS’a sordum aydır Hak nûrun gördüm
İlkyâz güneşi gibi mevc urup doğageldim
Yok yere geçirdim günü ah nideyim ömrüm seni
Seninle olmadım ganî ah nideyim ömrüm seni
Güldim ü geçtim bilmedim ağlayıp gusse yemedim
Senden ayrılam demedim ah nideyim ömrüm seni
Hayrım şerrim yazılısar ömrüm ipi üzülüser
Sûret benden bozulusar ah nideyim ömrüm seni
Gidip geri gelmeyesin gelip beni bulmayasın
Bu benliğe sermâyesin ah nideyim ömrüm seni
Hani sana güvendiğim güveniben yuvandığım
Kaldı külli kazandığım ah nideyim ömrüm seni
Miskin YÛNUS gidisersin aceb sefer edisersin
Hasret ile kalısarsın ah nideyim ömrüm seni
İster idim Allah’ı buldum ise ne oldu
Ağlar idim dün ü gün güldüm ise ne oldu
Erenler meydanında yuvarlanır top idim
Pâdişah çevgâhında kaldım ise ne oldu
Erenler sohbetinde deste kızıl gül idim
Açıldım ele geldim soldum ise ne oldu
Âlimler ulemâlar medresede bulduysa
Ben harâbât içinde buldum ise ne oldu
İşit YÛNUS’u işit yine delî oldu hoş
Erenler ma’nîsine daldım ise ne oldu
Çıktım erik dalına anda yedim üzümü
Bostan ıssı kakıyıp der ne yersin kozumu
Ağrılık yaptı bana bühtan eyledim ona
Gerçi de geldi aydır hani aldın kuzumu
Kerpiç koydum kazana poyraz ile kaynattım
Nedir diye sorana bandım verdim özünü
İplik verdim çulhaya sarıp yumak etmemiş
Becid becid ısmarlar gelsin alsın bezini
Bir serçenin kanadın kırk katıra yüklettim
Çift dahî çekemedi şöyle kaldı kazını
Bir sinek bir kartalı salladı vurdu yere
Yalan değil gerçektir ben de gördüm tozunu
Bir küt ile güreştim elsiz ayağım aldı
Güreşip basamadım göyüdürdü özümü
Kafdağından bir taşı şöyle attılar bana
Öylelik yola düştü bozayazdı yüzümü
Balık kavağa çıkmış zift turşusun yemeye
Leylek koduk doğurmuş baka şunun sözünü
Gözsüze fısıldadım sağır sözüm işitmiş
Dilsiz çağırıp söyler dilimdeki sözümü
Bir öküz boğazladım kaldırdım serekodum
Öküz ıssı geldi’ aydır boğazladın kazımı
Bundan da kurtulmadım nidesini bilmedim
Bir çerçi de geldi’ aydır hani aldın közümü
Tosbağa sataştım gözsüz sepek yoldaşı
Sordum sefer nereye Kayseri’ye azimi
YÛNUS bir söz söyledin hiç bir söze benzemez
Münâfıklar elinden örter ma’nî yüzünü
Seninle dirliğim senden ırılmaz
Hayat seninledir sensiz dirilmez
Benim münâcâtım senden yanadır
Sana varan yolum sensiz varılmaz
Sensin gözlerim içre bile bakan
Sen bile bakmasan yolun görülmez
Sen ayrı ben seni nerde bulayım
Sensiz bu hak nefes ömrüm sürülmez
Sefer kılsam bana yoldaş olursun
Karâr etsem gene sensiz durulmaz
Varlığım sendedir ben bir âletim
Sun’ıssı sunmasa âlet kurulmaz
Âlet ü harekât cümlesi senden
Anınçin işine kımse kırılmaz
Birlikten öteye hiç serîkim yok
Kim noksan ergöre hükmün yuyulmaz
Âlem halkı zebûn emrin içinde
Kimdir ki kulluğa boyun burulmaz
Bu benim dediğim eğer ben isem
Niçin bu benliğe elim urulmaz
Yârenler salâdır kapı açıktır
Bu kapıya gelen mahrum sürülmez
YÛNUS bu tevhide garkoldu kaldı
Geri gelmekliğe akıl derilmez
Senin ben demekliğin ma’nîde usûl değil
Bir kapı kullarına şaşı bakmak yol değil
Sen sana yar isen bu sözden duyar isen
Nereye bakar isen demegil sen ol değil
Yetmiş iki milletin hem ma’şuku oldurur
Âşıkı ma’şukundan ayırmaklık fâl değil
Küfrünü atar iken îmanın vurma sakın
Hırs bizimle düşmandır bilişlidir il değil
İşbu sözden bir haber muhtasardır muhtasar
Et bir eri ihtiyar kahıtlıktan bol değil
Beşe bu kuş dilidir bunu Süleyman bilir
Sana derim ey hoca bu dil tehî dil değil
Sağa sola bakmadan hoş söyler Taptuk YÛNUS
Ol gerçege âşıklar küllî sağdır soldeğil
Bu dem yüzüm süreduram her dem Ay’ım yeni doğar
Her dem bayramdurur bana yazım kışım yenibahar
Benim Ay’ım ışığına bulutlar gölge kılmaya
Hiç gedilmez doluluğu nûru yerden göğe yağar
Onun nûru karanlığı sürer gönül hücresinden
Pes karanlık nûr ile bir hücreye nice sığar
Ben Ay’ımı yerde gördüm ne isterim gökyüzünde
Benim yüzüm yerde gerek bana rahmet yerden yağar
Sözüm Ay gün için değil sevenlere bir söz yeter
Sevdiğim söylemez isem sevmek derdi beni boğar
N’ola YÛNUS sevdi ise çoktur seni seviciler
Sevenleri göyer dedi onun için boyun eğer
Dost bakalı yüzüme ben seni görüp geldim
Ol yüce yücesine bî gümân erip geldim
Esrikliğime bakma adım deliye takma
Esrikliğim ezelden sohbeti süre geldim
Ezelden bile idim Elest’te belâ idim
Ol kadîmî denizden sel olup geri geldim
İşretine ermişim sâlâ deyip durmuşum
Canı dîn ü îmânı şükrâne verip geldim
Aşk bana İsâ oldu erenler duâ kıldı
Bir iki kez topraktan ben ölüp durugeldim
Mansur aydır Enel-Hak der sûretin oda yak
Deyniz dâra gelsinler ben dârı kurageldim
Sorma YÛNUS’tan haber dost nerdeyse orda var
Haberin gören verir ben tenhâ göregeldim
Bu cihâna gelmeden ma’şuk ile bir idim
“Kul huvallah” sıfatlı bir bî nişan nûr idim
Ol dem ki birlik idi nitesi dirlik idi
Ol pâyansız kudrette ne Mûsâ ne Tûr idim
Bile idim hazrette ol bî kıyas kudrette
Ne şerîkim var idi ne kimseyle yâr idim
Yer gök yaratılmadan Kâlû belâ denmeden
Levh kalem çalınmadan Mi’racta kâdir idim
Nice kez geldim gittim delim sûret yarattım
Bu şimdiki sûrette YÛNUS olup dûr idim
Beni bunda veribiyen bilir ben ne işe geldim
Kararım yok bu dünyâda giderim yumuşa geldim
Dünyâya çok gelip gittim erenler eteğin tuttum
Kudret ününü işittim kaynayıban cuşa geldim
Sert söz ile gönül yıktım od ile canları yaktım
Sırrımı bu halka çaktım âleme temâşâ geldim
Ben oldum İdris’i terzi Şît oldum dokudum bezi
Dâvût’un görklü âvâzı ah edip nâlişe geldim
Aşık oldum şu ay yüze nisâr oldum bal ağıza
Nazar kıldım kara göze siyah olup kaşa geldim
Mûsâ oldum Tûr’a vardım koç oldum kurbana geldim
Alî olup kılıç saldım meydana güreşe geldim
Deniz kenarında ova kuyuda işleyen kova
İsâ’nın ağzında duâ oldum bile işe geldim
Ay oldum âleme doğdum bulut oldum göğe ağdım
Yağmur olup yere yağdım nûr olup güneşe geldim
Kâl ü kîlden geçenlere yolda gözün açanlara
Anlayıban seçenlere vak’a oldum düşe geldim
Benim ol dertli dermânı benim ol ma’rifet kânı
Benim Mûsâ-i İmrânî Tûr dağından aşageldim
Yolum sana oldu durak sabahın söyleyendir Hak
YÛNUS EMRE dilinde Hak olup dile düşegeldim
Ben bir aceb ile geldim kimse hâlim bilmez benim
Ben söylerim ben dinlerim kimse dilim bilmez benim
Benim dilim kuş dilidir benim ilim dost ilidir
Ben bülbülüm dost gülümdür bilin gülüm solmaz benim
Ol dost bana gelsin demiş sundum kadeh alsın demiş
Aldım kadeh içtim şarap artık gönlüm ölmez benim
Ne Tûr’um var ne durağım hiç yerde yoktur karârım
Hakk’a münâcât etmeye belli yerim olmaz benim
Sor durduğum yeri bana gelirsen gösterem sana
Bir zerrece Hak’tan ayrı gözüm nesne görmez benim
Tûr dağında bir tecellî gör Mûsâ’yı neler kıldı
YÛNUS aydır Hak katında sözüm geri kalmaz benim
Bir söz diyem sana dinle canın var ise
Kem tama’lık eyleme aklın sana yâr ise
Ma’nîde getirmişler kardeşten yâr yeğrektir
Oğuldan daha tatlı eğer doğru yâr ise
Gördün yârin eğridir ne var ise ver kurtul
Uslulardan haberdir işittiğin var ise
Yârin sana mukâbil tapısında sücûd kıl
Çıkar ciğerin yedir eğer çâren var ise
Onsuz sözün gör nedir çok söz havan yüküdür
Ârife bir söz yeter tende gevher var ise
Ekmek yeyip tuz basmak ol nâmertler işidir
Ekmek onu komaya tuzun hakkı var ise
Eylik erin yârıdır ölürs’uçmak yeridir
Senden sonra söylenir ne dirliğin var ise
YÛNUS miskin delidir hem sözünden bellidir
Ayıplaman yârenler eksikliği var ise
Her kime kim dervişlik bağışlana
Kalpı gide pak ola gümüşlene
Nefesinden misk ile anber tüte
Budağından il ü şar yemişlene
Yaprağı dertli için dermân ola
Gölgesinde çok hayırlar işlene
Âşkının gözü yaşı hem göl ola
Ayağında saz bitip kamışlana
Cümle şair dost bahçesi bülbülü
YÛNUS EMRE arada durraçlana
Yort ey gönül sen bir zaman âsûde fârığ hoş yürü
Korkma kayıkma kimseden gussa vu gamdan boş yürü
Hakikate bakar isen nefsin sana düşman yeter
Var imdi ol nefsin ile uruş savaş tokuş yürü
Nefstir eri yolda koyan yolda kalır nefse uyan
Ne işin var kimse ile nefsine kakı boş yürü
Diler isen bû dünyanın şerrinden olasın emin
Terkeyle bû kibr u kini hırkaya gir derviş yürü
İster isen bû dünyada ebedi sarhoş olasın
Aşk kadehin dolu getir oniki ay sarhoş yürü
Kimse bağına girmegil kimse gülünü dermegil
Var kendi ma’şûkun ile bahçede ol alış yürü
Gönüllerde iğ olmagıl mahfillerde çiğ olmagıl
Çiğ nesnenin ne dadı var gel aşk oduna piş yürü
YÛNUS imdi hoş söylersin dinleyene serheylersin
Halka nasihat satınca er yoluna koş yürü
Sabahın sinleye vardım gördüm cümle ölmüş yatar
Her biri biçâre olmuş ömrün yayıvarmış yatar
Vardım bunların katına baktım ecel heybetine
Nice yiğit muradına ermeyiben ölmüş yatar
Yemiş kurt kuş bunu keler nicelerin bağrın deler
Şol ufacık nâ-resteler gül gibice solmuş yatar
Tuzağa düşmüş tenleri Hakk’a ulaşmış canları
Görmez misin sen bunları növbet bize gelmiş yatar
Esilmiş inci dişleri dökülmüş sarı saçları
Kamû bitmiş teşvişleri emr-ü nemde ermiş yatar
Gitmiş gözünün karası hiç işi yokdur durası
Kefen bezinin pâresi sönüğe sarılmış yatar
YÛNUS gerçek âşık isen mülke sûret bezemegil
Mülke sûret bezeyenler kara toprak olmuş yatar
Ben yürürüm yana yana aşk boyadı beni kana
Ne âkılem ne dîvâne gel gör beni aşk neyledi
Geh eserim yeller gibi geh tozarım yollar gibi
Geh akarım seller gibi gel gör beni aşk neyledi
Akar sulayın çağlarım dertli ciğerim dağlarım
Şeyhim anıban ağlarım gel gör beni aşk neyledi
Ya elim al kaldır beni ya vaslına erdir beni
Çok ağladım güldür beni gel gör beni aşk neyledi
Ben yürürüm ilden ile şeyh sorarım dilden dile
Gurbette halim kim bile gel gör beni aşk neyledi
Mecnûn oluban yürürüm ol yâri düşte görürüm
Uyanıp melûl olurum gel gör beni aşk neyledi
Miskin YÛNUS bîçâreyim baştan ayağa yâreyim
Dost elinden âvâreyim gel gör beni aşk neyledi
Aceb şu yerde var m’ola şöyle garip bencileyin
Bağrı başlı gözü yaşlı şöyle garip bencileyin
Gezerim Rûm ile Şam’ı Yukarıilleri kamu
Çok istedim bulamadım şöyle garip bencileyin
Kimseler garip olmasın hasret oduna yanmasın
Hocam kimseler olmasın şöyle garip bencileyin
Söyler dilim ağlar gözüm gariplere göyner özüm
Meğer ki gökte yıldızım şöyle garip bencileyin
Nice bu dert ile yanam ecel ere bir gün ölem
Meğer ki sinimde bulam şöyle garip bencileyin
Bir garip ölmüş diyeler üç günden sonra duyalar
Soğuk su ile yuyalar şöyle garip bencileyin
Hey EMRE’m YÛNUS bîçâre bulunmaz derdime çâre
Var imdi gez şardan şara şöyle garip bencileyin
Gönül usanmadın sen bu seferden
Çalab’ım saklasın seni hatarden
Kişi kim kişinin kahrın çekince
Gidip görünmemek yeğdir nazardan
Doğalı bağrımı doğradı gurbet
Sızar tamar ciğer kanı damardan
Vatan oldu diken gurbet gülistan
Ağu içmek yeğ oldu ney-şekerden
YÛNUS göğsün açıp dosta giderken
Çalab’ım saklasın onu hatarden
Gayrıdır her milletten bu bizim milletimiz
Hiç dinde bulunmadı dîn ü diyânetimiz
Bu dîn ü diyânette yetmiş iki millete
Bu dünyâ ol ahrette ayrıdır âyâtımız
Zâhir suya banmadan el ayak deprenmeden
Baş sücûda varmadan kılınır tâatımız
Ne Kâ’be vü ne mescid ne rükû u ne sücûd
Hakk ile dâim becid olur münâcâtımız
Gerek Kâ’be’ye varalım gerek mescide girelim
Gerek suyla yunalım çün bile illetimiz
Su ne kadar arıta çün yavuz fi’lin bile
Meğer bizi pâk ede Hak’tan inâyetimiz
Kimin sözün kim bile akıl ermez bu hâle
Yarın anda bell’ola Müslüman müretedimiz
YÛNUS canın yenile kim dostluğun anıla
Aşk ile dinler isen bilesin kudretimiz
Erenler mühib iken ya münkir olduğun neden
Key sakıngıl tatlı canın okları çıkmadan yaydan
Kahır erenler atıdır gayret dahî hil’atıdır
Erenler yayı katıdır okları geçer kayadan
Bize muhib olanları Hak’tan dileriz onları
Dönüp münkir olanları tez çıkarırlar aradan
Bunda el ayak öpülür görenin canı kapılır
Garib misafir yapılır zevye vü mescid-hâneden
Ağu içerse nûş olsun süci içerse hoş olsun
YÛNUS ile yoldaş olsun gelsin Allah’ına giden
Ey yârenler ey kardeşler korkarım ben ölem deyi
Öldüğüme kayırmazam ettiğimi bulam deyi
Bir gün görünür gözüme aybım vuralar yüzüme
Endişeden del’olmuşum nidem ben ne kılam deyi
Eğer gerçek kul imişsem ona kulluk kıla idim
Ağlayaydım bu dünyâda yarın onda gülem deyi
Hemin geldim bu dünyâya nefsime kulluk eyleyi
İyi amel işlemedim âzabdan kurtulam deyi
Ey bîçâre miskin YÛNUS günâhım çok neyleyeyim
Sığındım ol Allah’ıma dedi hem afvedem deyi
Taştın yine deli gönül sular gibi çağlar mısın
Aktın yine kanlı yaşım yollarımı bağlar mısın
Nidem elim ermez yâre bulunmaz derdime çâre
Oldum ilimden âvâre beni bunda eğler misin
Yavıkıldım ben yoldaşı onulmaz bağrımın başı
Gözlerimin kanlı yaşı ırmak olup çağlar mısın
Ben toprak oldum yoluna sen aşırı gözetirsin
Şu karşıma göğüs geren taş bağırlı dağlar mısın
Harâmi gibi yoluma arkırı inen karlı dağ
Ben yârimden ayrı düştüm sen yolumu bağlar mısın
Karlı dağların başında salkım salkım olan bulut
Saçın çözüp benim için yaşın yaşın ağlar mısın
Esridi YÛNUS’un canı yoldayım illerim hani
YÛNUS düşte gördü seni sayrı mısın sağlar mısın
Türlü türlü cefânın adını aşk vermişler
Bu cefâya katlanan dosta halvet ermişler
Aşkdurur türlü belâ döndürür hâlden hâle
Dost elinden piyâle key melâmet olmuşlar
Kime kim aşk ulaştı her dem kaynaya taşa
İyi dirlik hem yavuz dört yanında durmuşlar
Her kim aşk eri ise aşka müşteri ise
Aşk onun yâri ise canına od urmuşlar
Miskin YÛNUS’un canı başında ser-encâmı
Aşka münkir Âdem’i bu meydandan sürmüşler
Ben bende buldum çün Hakk’ı şekk ü güman nemdir benim
Ol dost yüzün görmez isem bu gözlerim nemdir benim
Gelsin münâcât eyleyen doksan bin hâcet söyleyen
Taşra ibâdet eyleyen görsün(ki) dost nemdir benim
Mûsâ olup Tûr’a çıkam nûr oluban gözden bakam
Söz oluban dilden çıkam sûr u nagam nemdir benim
Mûsâ varır Tûr’a çıkar anda varır nûra bakar
Dosttan gayrı zerre kadar bu gözlerim görmez benim
Uş ben beni cem’eyledim ol dosta îmân eyledim
Birliğine kıldım kamet riyâ tâat nemdir benim
Ol dost bana ümmî demiş hem âdımı ümmî komuş
Dilim şeker gövdem kamış bu söyleyen nemdir benim
Ümmî YÛNUS benim dokuz atam dörttür anam
Aşk oduna düşüp yanam sûk u bazar nemdir benim
Yâ Rab bu ne derttir derman bulunmaz
Ya bu ne yaradır zahmı belirmez
Benim garip gönlüm aşktan usanmaz
Varır aşka düşer hiç bana dönmez
Döner gönlüm bana öğüt verir çok
Âşık olan gönül aşktan usanmaz
Âşık ki câna kaldı âşık olmaz
Canın terketmeyen ma’şûku bulmaz
Aşk pazarıdır bu canlar satılır
Satarım canımı hiç kimse almaz
Âşık bir kişidir bu dünya malın
Âhıret korkusundan bir pula saymaz
Bu dünyâ ol âhıretten içeri
Âşıkın yeri var kimesne bilmez
Âşık öldü diye salâ verirler
Ölen hayvan olur âşıklar ölmez
Beyim âşık isen var sen yoluna
Bunda başlar yiter kanlar sorulmaz
Erenler meydanı arştan uludur
Salarlar cevgânı topu belirmez
YÛNUS bu tevhîde garkoldu gitti
Geri gelmekliğe aklı derilmez
Bu dünyâya gelen kişi âhır yine gelmek gerek
Misâfirdir vatanına bir gün sefer etmek gerek
Vâ’de kıldı ol dest bile biz bu cihana gelmeden
Pes ne kadar eğleniriz ol vâ’demiz yetse gerek
Biz de varırız ol ile kaçan kim vâ’demiz gele
Kişi varacağı yere gönlünü berkitse gerek
Can neye ulaşır ise akıl da ona harcolur
Gönül neyi sever ise dil onu şerhetse gerek
Aceb midir âşık kişi ma’şûkunu zikrederse
Aşk başından aşacağız gönlünü zâr etse gerek
YÛNUS imdi severisen ondan haber vergil bize
Âşıkın oldur nişanı ma’şûkun ayıtsa gerek
Dosttan haber geldi bana durayım andan varayım
Kurbanlığa bu canımı vereyim andan varayım
Şol bir iki arşın bezin ne yeni var ne yakası
Kaftan edeyim eynime sarayım andan varayım
Can alıcı hod geliser emaneti ver diyeser
Ben emaneti ıssına vereyim andan varayım
Gitti canım kaldım öyle nâçar olup girdim yola
Dostlar şâd olduğun bile göreyim andan varayım
Münker ü Nekir geliser yer gök ün ile dolusar
Ben bunlara cevabını vereyim andan varayım
Yazığım çok günah öküş yürür idim dünyada hoş
Ettiklerimin hesabını sorayım andan varayım
Beslediğim nâzik teni terketmeyim derdim onu
Kara toprağa ben onu karayım andan varayım
Ben bu ömür harmanını derdim getirdim uş yine
YÛNUS aydır bu dükkânı dereyim andan varayım
Bu dünyânın meseli bir ulu şara benzer
Velî bizim ömrümüz bir tez pazara benzer
Her kim bu şara geldi bir lâhza karar kıldı
Geri dönüp gitmesi gelmez sefere benzer
Bu şarın evvel tadı şehd’ü şekkerden şirin
Âhır acısını gör şol zehr-i mâra benzer
Evvel gönül almağı huplara nisbet eder
Âhır yüz döndürmeği acuz mekkâre benzer
Bu şarın hayâlleri türlü türlü hâlleri
Aldamış gafilleri câzû ayyâra benzer
Bu şarda hayâllerin haddi vü şumârı yok
Bu hayâle aldanan otlar davara benzer
Bu şarın sultanı var cümleye ihsanı var
Sultan ile bilişen yok iken vara benzer
Kendi mıkdârın bilen bildi kendi hâlini
Velî dahî aşk ile evvel bahara benzer
Bîçâre YÛNUS’u gör derd ile hayran olmuş
Onun her bir nefesi şehd ü şekere benzer
Ey pâdişah ey pâdişah her dem için düzedurur
Dünyâ onun bustânıdır sevdiğini üzedurur
Yavuzluk eyleme sakın ecel sana senden yakın
Nicelerin aslın kökün yurdeyleyip bozadurur
Sen anda varasın anda çok yarak eylegil bunda
Canlar bâkî değil tende de birkaç gün gezedurur
Sorucu gelip yer yırtıp sorar Tanrı’n kimdir diye
İşbu canım onu duyup sünüklerim sızadurur
Ey Tanrı’yı bir bilenler can Hakk’a kurban kılanlar
Ölü değildir bu canlar aşk gönülde yüzedurur
Ben gördüm erenler uçtu aşk kadehin dolu içti
Hak katında nazı geçti şöyle yüzü yere durur
Erenlerin kulu isen ölümün anadur YÛNUS
Nic’erenler geldi geçti növbet şimdi bizedurur
Yeryüzünde gezer idim uğradım milketler yatar
Kimi ulu kimi kiçi key kuşağı berkler yatar
Kimi yiğit kimi koca kimi vezir kimi hoca
Gündüzleri olmuş gece ancılayın çoklar yatar
Doğru varırdı yolları kalem tutardı elleri
Bülbüle benzer dilleri danışman yiğitler yatar
Ulu kişi ağlamışlar server yiğitler düşmüşler
Baş uçunda yay sımışlar kuruluban oklar yatar
Atları izi tozulu önleri tabıl-bazılı
İle güne hükmü yazlı mühteşem beyler yatar
Gece gündüz oğlancıklar söyler iken bülbül gibi
Ayrılmışlar anaları sinlerini bekler yatar
Elleridir kınalı hep karavaşları şeker-leb
Kargı gibi uzun boylu gül yüzlü hâtunlar yatar
El bağlamıştır kamûsu Hak Çalap’tandır umûsu
Nökerli kızdır kimisi alınmadan çoklar yatar
YÛNUS bilmez kendi hâlin Çalap’tır söyletir dilin
Bir nicesi yeni gelin ak değirmi yüzler yatar
Düşt’önüme hubbû’l-vatan gidem hey dost deyi deyi
Anda varan kalır hemen kalam hey dost deyi deyi
Gele şol Azrâil tuta assı kılmaz ana ata
Binem şol ağaçtan ata gidem hey dost deyi deyi
Halvetlerde meşgul olam dâim açılam gül olam
Dost bağında bülbül olam ötem hey dost deyi deyi
Şol bir beş on arşın bezi kefen edeler eğnime
Dökem şol dünya donların giyem hey dost deyi deyi
Mecnun oluban yürüyem yüce dağları bürüyem
Mum olubanı eriyem yanam hey dost deyi deyi
Günler geçe yıl çevrile üstüme sinlem devrile
Ten çürüye toprak ola tozam hey dost deyi deyi
YÛNUS EMRE var yoluna münkirler girmez yoluna
Bahrî olup dost gölüne dalam hey dost deyi deyi
Bir imâret göster bana kim sonu virân olmaya
Kazan şol malı kim senden dökülüp geri kalmaya
Dökülüp kalısar malın ayrıklar ala helâlin
Senden geri kalan malın sana assısı olmaya
Ol malı ki Halîli’dir hayırlara yelter seni
Ol mal ki Kârûn’undur ıssı hiç rahat olmaya
İsrafil sûrunu ura dağlar tepeler sürüle
Bir karınca cevâbını bin Süleyman veremeye
Bu dünya hep ıssız kala altını malı döküle
Sebil olubanı yata herkiz assı bulunmaya
Hey YÛNUS EMRE ölünce var yürü doğru yolunca
Dünyâsını terkedenler yarın hasrette olmaya
İlim ilim bilmektir ilim kendin bilmektir
Sen kendini bilmezsin ya nice okumaktır
Okumaktan ma’nî ne kişi Hakk’ı bilmektir
Çün okudun bilmezsin ha bir kuru emektir
Okudum bildim deme çok tâat kıldım deme
Eri Hak bilmez isen abes yere yelmektir
Dört kitabın ma’nîsı tamamdır bir elifte
Sen elif dersin hoca ma’nîsi ne demektir
YÛNUS EMRE der hoca gerekse var bin hacca
Hepisinden iyice bir gönüle girmektir
Dîn u millet korurdu ol benim canım alan
Onu duyan kişiye ne gönül kalır ne can
Duymayanlar hâlîmi dînin kodu der bana
Ne ile dîn beslesin cansız gönülsüz kalan
Sûretimde varlığım gönül ile can idi
Cümlesin yağmaladı bana aşk bağışlayan
Aşkın serhengi beni komadı hiç nesnede
Ne İslâmda ne dinde anılmaz küfr ü îmân
Şart u farz olmaz onda canı aşka kalanda
Cevapsız dil söylenir nice bilsîn bu lisan
Elden iş bıraktırdı niteliksiz baktırdı
Dostluk ticaretinde unuttuk assı ziyan
Beni nitelikten kodu varlık defterin dürdü
Havf u recâ göstermez hayr u şer elden koyan
Sorman YÛNUS’tan haber dost nerdeyse orda var
Yüzbin güherden fârığ aşk denizine dalan
Cân olgıl can içinde kalma gümân içinde
İstediğin bulasın yakın zamân içinde
Rükû’sucûda kalma ameline dayanma
İlm ü amel garkolur nâz ü niyâz içinde
İkiliğin terketgil birlik makâmın tutgıl
Canlar canın bulasın işbu dirlik içinde
Oruç namaz zekât hac cürm ü cinâyetdürür
Fakîr bundan âzâddır hass’ül-havâs içinde
Şerîat korucudur hakîkat ordusunda
Senin için korunur hâsıl ordu içinde
Ayne’l-yakîn görüpdür YÛNUS mecnun olupdur
Bir ile bir olupdur Hakk’al yakîn içinde
Bir şâha kul olmak gerek hergiz ma’zûl olmaz ola
Bir eşik yastanmak gerek kimse elden almaz ola
Bir kuş olup uçmak gerek bir kenara çökmek gerek
Bir şerbetten içmek gerek içenler ayılmaz ola
Çevik bahrî olmak gerek bir denize dalmak gerek
Bir gevher çıkarmak gerek hiç sarraflar bilmez ola
Bir bahçeye girmek gerek hoş teferrüc kılmak gerek
Bir gülü yıylamak gerek hergiz ol gül solmaz ola
Kişi âşık olmak gerek ma’şûkayı bulmak gerek
Aşk oduna yanmak gerek ayrık oda yanmaz ola
YÛNUS imdi var tek odur yüzünü hazrete götür
Özün gibi bir er getir hiç cihâna gelmez ola
Hani bana sabr u karar senin sözünü dinleyen
Hani bana akl u bili duyubanı seni sevem
Hani bana ol havsala ki hâlîmi bilmeyeler
Hani bana zûr u kuvvet kim senin aşkına doyam
Canım seni seveliden benim hâlim hâle döner
Hani bana usûl-i din ilmin edebin bekleyen
İzzet ü erkân iyi aşk yolunda noksandurur
Ben nederem iyi adı çün terbiyet aşktan yerem
Gerçek sana âşık isem arlanmaklık nemdir benim
Şükrâne canımı verem ger melâmet donun giyem
Zühd ü tâat usûl-i din aşk haddinden taşra durur
Nisbet değildürür bana secde vü rukû’u kıyâm
Dost sûreti gözgüdürür bakan kendi yüzün görür
Gelsin o kendisiz gelen ben râzımı sana direm
Can gözüyle bakan görür YÛNUS gözüyle gördüğün
Yoksa yaban gözü ile kimesneye ne söyleyem
Bu bir acâyip hâldir bu hâle kimse ermez
Âlimler da’vî kılar velî değme göz görmez
İlm ile hikmet ile kimse ermez bu sırra
Bu bir acâyip sırdır ilme kitaba sığmaz
Âlem ilmin okuyan dört mezhep sırrın duyan
Âciz kaldı bu yolda bu aşka el urulmaz
Bu aşkın sırrı acep bu aşkı kıldı talep
Meğer ki vere Çalap onu değme göz görmez
Onu ol kişi görür ol ecelsizin ölür
Bu nasîbi ol alır onlar ki cana kalmaz
Her kim kadı canına ermeyiser honuna
Vardı düştü hoş derde dahî bir cana kalmaz
Hadistir Mustafâ’dan aşk ile ikrar dedi
Binde bir ârif bunu bakıp okuyabilmez
YÛNUS canını berket bildiklerini terket
Fenâ olmayan suret şâhına vasıl olmaz
Evliyâya münkirler Hak yoluna âsidir
Ol yola âsi olan gönüllerin pasıdır
Tarttık bu aşk cefâsın tâ erince ma’şûka
Zirâ ki ol dost benim derdimin devâsıdır
Henüz bu yer olmadan gökler yaratılmadan
Evliyâlar vatanı Padişah kal’asıdır
Mevlânâ Hudâvendigâr bize nazar kılalı
Onun görklü nazarı gönlümüz aynasıdır
Geyikli’nin ol Hasan söz ayıtmış kendiden
Kudret dilidir söyler kendini söz nesidir
Miskin ol bre miskin gide senden kibr ü kin
Rüzgâr gelip geçer pes kime ne kalasıdır
Ey dost senin aşkın odu ciğerim bâre baş gelir
Aşkından yanar yüreğim yandığım bana hoş gelir
Aşkın oduna yandığım ağlamak oldu güldüğüm
Dost sana zârı kıldığım münkirlere savaş gelir
Söyler isem sözüm savaş söylemezsem ciğerim baş
Cihan doludurur kallâş her birinden bir taş gelir
Gör nice taşlar atılır dost için başlar tutulur
Gelir gönüle batılır hâlimize haldaş gelir
Bizim hâlimizden bilen kimdir aşka münkir olan
Bizim sevdiğimiz Hak’tır bu halka göz ü kaş gelir
Nice nice selâtinler zebûn olur aşk elinde
Her kim bu yola düşerse ol bu yola yavaş gelir
Erenler buna kalmadı vardı yoluna durmadı
Hakk’ı gerçek sevenlere cümle âlem kardaş gelir
Miskin YÛNUS bil özünü dosta açıp şol gözünü
Hangi burçtan bakar isen ol sultana güneş gelir
Tanrı için cânım cânı cefâ ise tapdur yeter
Senin fırâkından beter azab dahî var mı beter
Aşkın odu yüreğimde yandığına âlem tanık
Nerde bir od yanar ise nişânı var tütün tüter
Aşkın çeri saldı benim gönlüm evi ıklîmine
Canımı esîr eyledin nider bana yağı Tatar
Ecel salam iklimlere vasyet kılam âşıklara
Ma’şûkadan diyem sakın oynar âşık gönlün atar
Aceb bu benim derdime ne için derman bulunmaz
Kim bulusar derman ona kişiyi kim beri tutar
Resmidürür sultanların kullar günâh eyleyince
Ya edebler ol kulunu ya mezada verir satar
YÛNUS şikâyet eyleme yârdan cefâ gördüm diye
Cümle âşıklar hâceti ma’şûka katında biter
Uş gene nazar oldu bu bizim canımıza
Muhammed bünyâd urdu din ü îmânımızı
Peygamberler serveri din direği Muhammed
Gör ne gevherler komuş bu bizim kânımıza
Hay gel amel edelim elimiz erer iken
Ecel erer ansızın ermeyiz sanımıza
Ey gırîga nidelim bizde amel olmazsa
Hışmedip yapışalar bu kefen donumuza
Sorucular geleler soru hisap alalar
Karanı sin içinde otura yanımıza
Ölüm haktır bilirsin niçin gâfil olursun
Azrâil kasdediser günahlı canımıza
Miskin YÛNUS bu sözü kendözünden ayıtmaz
Hak Çalab veribidi sabağın dilimize
İşidin ey yârenler kiymetli nesnedir aşk
Değmelere verilmez hürmetli nesnedir aşk
Hem cefâdır hem sefâ Hamza’yı ata Kaf’a
Aşk iledir Mustafâ devletli nesnedir aşk
Dağa düşer yer eyler gönüllere yol eyler
Sultanları kul eyler cür’etli nesnedir aşk
Kime kim aşk vurdu ok gussa ile kaygı yok
Aşk iledir Mustafâ devletli nesnedir aşk
Denizleri kaynatır mevce gelir oynatır
Kayaları oynatır kuvvetli nesnedir aşk
Akılları şaşırtır deryâlara düşürür
Nice ciğer pişirir key odlu nesnedir aşk
Miskin YÛNUS neylesin derdin kime söylesin
Varsın dosta toylasın lezzetli nesnedir aşk
DİĞER
ŞİİRLERİ
Yalancı dünyaya konup göçenler
Ne söylerler ne bir haber verirler Üzerinde türlü otlar bitenler Ne söylerler ne bir haber verirler Kiminin başında biter ağaçlar Kiminin başında sararır otlar Kimi masum kimi güzel yiğitler Ne söylerler ne bir haber verirler Toprağa garkolmuş nazik tenleri Söylemeden kalmış tatlı dilleri Gelin duadan unutman bunları Ne söylerler ne bir haber verirler YÛNUS der ki gör taktirin işleri Dökülmüştür kirpikleri kaşları Başları ucunda hece taşları Ne söylerler ne bir haber verirler
Aşkın odu ciğerimi yaka geldi yaka giderGarip başım bu sevdayı çeke geldi çeke giderKâr etti firak canıma aşık oldum cananımaAşk zencirin dost boynuma taka geldi taka giderSadıklar durur sözüne gayri görünmez gözüneBu gözlerim dost yüzüne baka geldi baka giderBülbül eder ah-ü figan hasret ile yandı bu canBenim gönülcüğüm ey can Hakk'a geldi Hakk'a giderArada olmasın asi onulmaz bağrımın başıGözlerimin kanlı yaşı aka geldi aka giderMiskin YÛNUS'un sözleri efgan eder bülbülleriDost bahçesinin gülleri koka geldi koka gider
Arayı arayı bulsam izini
İzinin tozuna sürsem yüzümüHakk nasip eylese görsem yüzünüYâ Muhammed gönül arzular seniYitirdim o dostu bilmem ne yandaSevgisi gönülde muhabbet candaYarın mahşer günü ulu divandaYâ Muhammed gönül arzular seniYÛNUS senin methin eder dillerdeSevilirsin bütün bu gönüllerdeAğlayı ağlayı gurbet ellerdeYâ Muhammed gönül arzular seni
Biz dünyadan gider olduk kalanlara selam olsunBizim için hayır dua kılanlara selam olsunEcel büke belimizi söyletmeye dilimiziHasta iken hâlimizi soranlara selam olsunTenim ortaya açıla yakasız gömlek biçileBizi bir âshân vech-ile yunanlara selam olsunAzrail alır canımız kurur damarda kanımızYuyacağın kefenimiz saranlara selam olsunSelâ verile kasdımıza gider olduk dostumuzaNamaz için üstümüze duranlara selam olsunDünyaya gelenler gider hergiz gelmez yola giderBizim hâlimizden haber soranlara selam olsunMiskin YÛNUS söyler sözü yaş doldurmuş iki gözüBilmeyen ne bilsin bizi bilenlere selam olsun
Dolap niçin inilersin derdim vardır inilerim Ben Mevlâ’ya aşık oldum ânın için inilerimBenim adım dertli dolap suyum akar yalap yalap Böyle emreylemiş Çalap derdim vardır inilerimBeni bir dağda buldular kolum kanadım yoldular Dolaba layık gördüler derdim var inilerimBen bir dağın ağacıyım ne tatlıyım ne acıyım Ben Mevlâ’ya duacıyım derdim vardır inilerimDağdan kestiler hezenim bozuldu türlü düzenim Ben bir usanmaz ozanım derdim var inilerimDülgerler her yanım yondu her azam yerine kondu Bu iniltim Hak’tan geldi derdim vardır inilerimSuyum alçaktan çekerim dönüp yükseğe dökerim Görün ben neler çekerim derdim vardır inilerimYÛNUS bunda gelen gülmez kişi muradına ermezBu fanîde kimse kalmaz derdim var inilerim
Divaneler divaneler durun durun aşka selâAşk esriği mestaneler durun durun aşka selâMest-i elestler kandaksız mestane mestler kanatsızSakî duruptur çanaksız durun durun aşka selâMerdaneler merdaneler erlik demi bu gündürürBaş verüben can terkini vurun vurun aşka selâEy nice hamle idelim işbu fenâdan gidelimBinin binin şevk atalım sürün sürün aşka selâMuhabbet yoluna girip aşktan da’vî kılan kişiTan eylemiş âşıklara görün görün aşka selâAkıl ne bilir aşkı kim mağrur oluptur aklınaAşkı bu gün bu Yunus'a sorun sorun aşka selâ
Şol cennetin ırmakları akar Allah deyu deyu
Çıkmış Îslam bülbülleri öter Allah deyu deyu
Salınır tûba dalları Kur’an okur hem dilleri
Cennet bağının gülleri kokar Allah deyu deyu
Kimi yiyip kimi içer hep melekler rahmet saçar
İdris nebî hûlle biçer biçer Allah deyu deyu
Altındandır direkleri gümüştendir yaprakları
Uzandıkca budakları biter Allah deyu deyu
Aydan arıdır yüzleri misk-i amberdir sözleri
Cennette Huri kızları gezer Allah deyu deyu
Hakka aşık olan kişi akar gözlerinin yaşı
Pür nûr olur içi dışı söyler Allah deyu deyu
Ne dilersen Hak’tan dile kılavuzla gir bu yola
Bülbül aşık olmuş güle öter Allah deyu deyu
Açıldı gökler kapısı rahmetle doldu hepisi
Sekiz cennetin kapısı açar Allah deyu deyu
Rıdvan’durur kapı açan İdris’durur hûlle biçen
Kevser şarabını içen kanar Allah deyu deyu
Miskin YÛNUS var yârına koma bugünü yarına
Yarın Hakkın divanına varam Allah deyu deyu
Aşkın aldı benden beni bana seni gerek seni Ben yanarım dün ü günü bana seni gerek seni
Ne varlığa sevinirim ne yokluğa yerinirim Aşkın ile avunurum bana seni gerek seni Aşkın âşıklar öldürür aşk denizine daldırır Tecelli ile doldurur bana seni gerek seni
Aşkın şarabından içem Mecnun olup yola düşem Sensin dün ü gün endişem bana seni gerek seni Sufilere sohbet gerek Ahilere ahret gerek Mecnunlara Leyla gerek bana seni gerek seni
Eğer beni öldüreler kulum göğe savuralar Toprağım anda çağırır bana seni gerek seni Cennet cennet dedikleri bir kaç köşkle bir kaç hûri İsteyene ver onları bana seni gerek seni
YÛNUS’durur benim adım gün geçtikce artar ödüm İki cihanda maksudum bana seni gerek seni
Sen burda garip mi geldin niçin ağlarsın bülbül heyYorulup iz mi yanıldın niçin ağlarsın bülbül heyKarlı dağlardan mı aştın derin ırmaklar mı geçtinYârinden ayrı mı düştün niçin ağlarsın bülbül heyHey ne yavuz inilersin benim derdim yenilersinDostu görmek mi dilersin niçin ağlarsın bülbül heyKal'alı şehir mi yıkıldı ya nam-u arın mı kaldıGurbette yârin mi kaldı niçin ağlarsın bülbül heyGulistanlarda yaylarsın taze gülleri yeğlersinYavlak zarılık eylersin niçin ağlarsın bülbül heyUykudan gözüm uyandı uyandı kana boyandıYandı sol yüreğim yandı niçin ağlarsın bülbül heyN'oldu şu YÛNUS'a n'oldu aşkın deryasına daldıYine baharistan oldu niçin ağlarsın bülbül hey
Bir karardan durmayalım gel gidelim dosta gönülHasretinden yanmayalım gel gidelim dosta gönülGel gidelim can durmadan suret terkini urmadan
Araya düşman girmeden gel dosta gidelim gönül
Gel gidelim kalma ırak dost için kılalım yarağ
Şeyhin katındadır durak gel dosta gidelim gönül
Terk edelim il u şarı dost için kılalım zarı
Ele getirelim yarı gel dosta gidelim gönül
Bu dünyaya kanmayalım fanidir aldanmayalım
Bir iken ayrılmayalım gel dosta gidelim gönül
Biz bu cihandan göçelim ol dost iline uçalım
Arzu hevadan geçelim gel dosta gidelim gönül
Kılavuz ol gönül bana gel gidelim yârdan yanaCanım kurbandır canâna gel gidelim dosta gönülKara haberin almadan can bedenden ayrılmadanAzrail bizi bulmadan gel gidelim dosta gönül
Bu dünya olmaz payidar aç gözünü canın uyar
Olgıl bana yoldaş u yar gel dosta gidelim gönül
Gerçek murada varalım yârin hatırın soralımYÛNUS EMRE'yi alalım gel gidelim dosta gönül
Dervişlik der ki bana sen derviş olamazsın
Gel ne diyeyim sana sen derviş olamazsın
Derviş bağrı baş gerek gözü dolu yaş gerek
Koyundan yavaş gerek sen derviş olamazsın
Döğene elsiz gerek söğene dilsiz gerek
Derviş gönülsüz gerek sen derviş olamazsın
Dilin ile şakırsın çok ma’nîler dokursun
Vara yoğa kakırsın sen derviş olamazsın
Kakımak varmışsa ger Muhammed de kakırdı
Bu kakımak sende var sen derviş olamazsın
Doğruya varmayınca Murşide ermeyince
Hak nasib etmeyince sen derviş olamazsın
Derviş YÛNUS gel imdi ummanlara dal imdi
Ummana dalmayınca sen derviş olamazsın
Bu dervişlik yoluna aşk ile gelen gelsin
Ya dervişlik neydiğin bir zerre duyan gelsin
Hele biz iş bu yola gelmedik riya ile
Bu melametlik donun bizimle giyen gelsin
Gözüyle gördüğünü örte eteği ile
Bu yol çok ince yoldur yüreği duyan gelsin
Her kim sever Allah’ı rahmet kılar vallahi
Dil sevgisiyle olmaz aşk ile yanan gelsin
İşbu sözü diyenden bize nişan gerektir
Sözün kısası budur canına kıyan gelsin
YÛNUS söz ile kimse kabliyete geçmedi
Bud u vücud dermiyan ortaya koyan gelsin
Baştan ayağa değin Hak’tır ki seni tutmuş
Hak’tan ayrı ne vardır kalma güman içinde
Bir isen birliğe gel ikiyi bırak elden
Bütün mânâ bulasın sıdk u îmân içinde
Girdim gönül şehrine daldım onun bahrine
Aşk ile gider iken iz buldum can içinde
Bu izimi izledim sağım solum gözledim
Çok acaibler gördüm yoktur cihan içinde
YÛNUS senin sözlerin mânâdır bilenlere
Söylenecek sözlerin devr-i zaman içinde
Haber eylen aşıklara aşka gönül veren benem
Aşk bahrisi oluban denizlere dalan benem
Gördüm göğün meleklerin her biri bir işteymiş
Hak Çalab’ın zikrin eden İncil benem Kur’an benem
Gördüm diyen değil gören bildim diyen değil
Bilen O'dur gösteren O aşka esir olan benem
Deli oldum adım YÛNUS aşk oldu bana kılavuz
Hazrete değin yalınız yüz sürüyü varan benem
Sufiyim halk içinde tesbih elimden gitmez
Dilim marifet söyler gönlüm hiç kabul etmez
Söylerim marifeti saluslanırım katı
Miskinliğe dönmeye gönlümden kibir gitmez
Görenler elim öper tac u hırkaya bakar
Şöyle sanırlar beni zerrece günah etmez
Dışımda ibadetim sohbetim hoş tâatım
İç pazara gelince bin yıllık ayyar etmez
Dışım derviş içim boş dilim tatlı sözüm hoş
Amma ettiğim işi dinin değişen etmez
YÛNUS eksikliğini Allah'ına arz eyle
Onun keremi çoktur sen ettiğin o etmez
İşitin ey yârenler aşk bir güneşe benzer
Aşkı olmayan gönül misal-i taşa benzer
Taş gönülde ne biter dilinde ağu tüter
Nice yumuşak söylese sözü savaşa benzer
Geç YÛNUS endişeden gerekse bu bişeden
Ere aşk gerek evvel ondan dervişe benzer
Dağlar ile taşlar ile çağırayım Mevla’m seni
Seherlerde kuşlar ile çağırayım Mevla’m seni
Sular dibinde mahi ile sahralarda ahu ile
Abdal olup yâ hû ile çağırayım Mevla’m seni
Gökyüzünde Îsa ile Tûr dağında Mûsâ ile
Elindeki asa ile çağırayım Mevla’m seni
Derdi okus Eyyûb ile, gözü yaşlı Yâkûb ile
Ol Muhammed mahbub ile çağırayım Mevla’m seni
“Hamd u şükrullah” ile “vasf-ı kulhuvallah” ile
Daim zikrullah ile çağırayım Mevla’m seni
YÛNUS okur diller ile ol kumru bülbüller ile
Hakk’ı seven kullar ile çağırayım Mevla’m seni
Aşk ile ister idik yine bulduk ol canı
Gömlek edinmiş giyer sûret ile bu teni
Girmiş sûrette geçer cümle işleri düzer
Geri kendiye söyler gevher ile bu kanı
Bu dünya bir pazardır suretler dükkan olmuş
Bu dükkana giriben oldur satan bu kanı
Bir niceler kayırır bunca malım kaldı der
Veren oldur alan ol sormaz nedir ziyânı
YÛNUS imdi sen senden ayrı değilsin candan
Sen sende bulmaz isen nerde bulasın anı
Yar yüreğim yar gör ki neler var
Bu halk içinde bize güler var
Ko gülen gülsün Hak bizim olsun
Gafil ne bilir Hakk’ı seven var
Bu yol uzaktır menzili çoktur
Geçidi yoktur derin sular var
Girdik bu yola aşk ile bile
Gurbetlik ile bizi salar var
Her kim merdane gelsin meydane
Kalmasın cana kimde hüner var
YÛNUS sen bunda meydan isteme
Meydan içinde merdaneler var
Aşkla gelen erenler içer ağuyu nuş eder
Topuğa çıkmayan sular deniz ile savaş eder
Bu sohbete gelmeyenler Hak nefesi almayanlar
Sürün onu burdan gitsin durur ise çok iş eder
Cahildir ma’niden almaz oturur kararı gelmez
Öleceğini hiç sanmaz yüzbin yıllık teşviş eder
Dağ ne kadar yüksek ise yol onun üstünden aşar
YÛNUS EMRE’m yolsuzlara yol gösterdi vû hoş eder
Mani evine daldık vücuda seyran kıldık
İki cihan seyrini cümle vücudda bulduk
Yedi gök yedi yeri, dağları denizleri
Cenneti cehennemi, cümle vücudda bulduk
Tevrat ile İncil’i Furkan ile Zebur’u
Bunlardan beyanı cümle vücudda bulduk
YÛNUS’un sözleri hak cümlemiz dedik saddak
Kanda istersen anda hak cümle vücudda bulduk
Her kaçan anarsam seni kararım kalmaz Allah’ım
Senden ayrı gözüm yaşın kimseler silmez Allah’ım
Sensin ismi Bâkî olan sensin dillerde okunan
Sensin aşkına dokunan kendini bilmez Allah’ım
Sen yarattın cism u canı sen yarattın bu cihanı
Mülk senindir Kerem kanı kimsenin olmaz Allah’ım
Okunur dilde destanın açılır bag u bostanın
Sen baktığın gülistansın gülleri solmaz Allah’ım
Aşk bahrına dalmayan canını feda kılmayan
Senin cemâlin görmeyen meydana gelmez Allah’ım
Zor olur âşıkın işi durmaz akar gözün yaş
Senden ayrı düşen kişi dîdarın görmez Alahım
Aşık YÛNUS seni ister lütfeyle cemâlin göster
Cemâlin gören âşıklar ebedi ölmez Allah’ım
Yûsuf’u kaybettim Kenan ilinde Yûsuf bulunur Kenan bulunmaz Bu aklı fikr ile Leyla bulunmaz bu ne yaredir ki çare bulunmaz Aşkın pazarında canlar satılır satarım canımı alan bulunmaz YÛNUS öldü deyu selâ verirler ölen beden imiş aşıklar ölmez
İsmi Sübhan virdin mi varBahçelerde yurdun mu varBencileyin derdin mi varGarip garip ötme bülbül
Ötme bülbül ötme bülbülDerdi derde katma bülbülBenim derdim bana yeterBir de sen dert katma bülbül
Bilirim âşıksın güleGülün hâlinden kim bileBahçedeki gonca güleDolaşıp söz atma bülbül
Bilirim âşıksın virdeCünunun var gayet serdeŞu sinemde olan derdeBir de sen dert katma bülbül
Pervaz olup uçar mısınDeniz derya geçer misinBencileyin nâçar mısınSen de hâlin söyle bülbül
A bülbülüm uslu musunKafeslerde besli misinBencileyin yaslı mısınGarip garip ötme bülbül
YÛNUS vücudun pak derkenCihanda mislin yok derkenSeher vakti "Hakk Hakk" derkenBizi de unutma bülbül
Canım kurban olsun senin yoluna adı güzel kendi güzel MUHAMMED(s.a.v)
Şefaat eyle bu kemter kuluna adı güzel kendi güzel MUHAMMED(s.a.v)
Mu'min olanların çoktur cefâsı ahirette olur zevk ü sefâsı
Onsekiz bin âlemin Mustafâ'sı adı güzel kendi güzel MUHAMMED(s.a.v)
Yedi gökleri seyran eyleyen kürsi'nin üstünde cevlan eyleyen
Mi'rac’da ümmetini dileyen adı güzel kendi güzel MUHAMMED(s.a.v)
Dört caryar anun gökçek yâridür ânı seven günahlardan beridür
On sekiz bin alemin sultanıdur adı güzel kendi güzel MUHAMMED(s.a.v)
Aşık YÛNUS nider dünyayı sensiz sen hak Peygambersin şeksiz şüphesiz
Sana uymayanlar gider îmânsız adı güzel kendi güzel MUHAMMED(s.a.v)
Hazırlayan : Yusuf Ziya YILMAZ
e-mail : yusufziyayilmaz06@hotmail.com
24 TEMMUZ 2007
ANKARA
3 yorum:
Yazar cok tesekkurler...
Selamlar Ebru
thanks for posting this.
ELİF EYLEDİK ÖTÜRÜ
PAZAR EYLEDİK GÖTÜRÜ
YARADILANI HOŞGÖR
YARADAN'DAN ÖTÜRÜ
Yorum Gönder